Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İfsada karşı Dini miras ve Fıkıh geleneği | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Pakistan’da el-Ezher Şeyh Yardımcısı Dr. Abbas Şoman’ı konuk eden bir merasimde, Şeyh Yardımcısı, ‘asrın Haricileri’ olarak nitelenen El Kaide ve DEAŞ’ı hakların şu ayetin geçtiği yeryüzündeki fesat ehli olarak tarif etti: “Allah’a ve Resulüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri, asılmaları, ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmeleri ya da sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir azap vardır.” Kadim İslam fıkıhçıları, yol kesicilerin ve silahlı çetelerin suçlarını şu şekilde isimlendirirler: Suça veya işlenen suçlara göre, yargı ve yetkililer tarafından haklarında ayette yer alan çeşitli cezaların uygulandığı barbarlık suçları. El-Ezher Şeyh Yardımcısı, kıyaslamasına onlar ile kendilerine ‘zulüm ehline uygulanan hükümlerin’ uygulandığı kimseler arasında ayrım yaparak devam etti. Nitekim fıkıhçılara göre sosyal ve ekonomik talepler veya yetkililerin işlediği haksızlıklar sebebiyle olmasından ötürü ikinciler, isyanları için ‘ılımlı bir yorumun’ yapıldığı isyancılardır. Tıpkı Emirü’l-müminin Ali b. Ebi Talib’in kendilerinden intikam alanlara karşı izlediği yol gibi. İsabetli ve ılımlı olduğundan şüphe duyulan taleplerin ve zulüm sahiplerinin silah taşıma hakları yoktur. Eğer taşırlar da daha sonra yenik düşerlerse idama veya mallarının müsadere edilmesine itiraz edemezler. Ve geri kalanlar silah buldukları sürece onların yerini alsın diye bu çaba ortadan kaybolmaz. Bozguna sebep olanlara gelince… Onlar tıpkı onlara öncülük edip de kulak verilebilecek talepleri olmayan Karmatiler veya muhalifler gibidir. Durum böyleyken yetkililere ve topluma aynı anda savaş açarlar ve ele geçirdikleri bölgelerde insanları öldürür ve sürerken yüz kızartıcı eylemler yaparlar. Dr. Falih Abdülcebbar DEAŞ ‘Devleti’ hakkında yazdığı kitabında, bizzat Musul’da iken yaklaşık 500 kişinin idam emrinin verildiğinden ancak aylar sonra hükümlerin çoğunun yanlış olduğunun ortaya çıktığından ve Hisbe olarak adlandırılan başka bir teşkilatın ise öldürülenlerin ailelerine tazminat vermekle yetindiğinden; sokaktaki gençlerden oluşan yargıçların ise işlerini kaybetmediklerinden bahsediyor.

Öyleyse el-Ezher Şeyh Yardımcısı, modern ve çağdaş zamanlardaki siyasi muhalefet şartlarını uzaktan bile taşısalar muhalifler ve isyancılar için bu hükmün uygulanabileceğini düşünüyor. Muhalifler arasındaki silahlı çetelere gelince… Onlar, kendi yönetimlerine boyun eğdirmek için ölümle korkutmaktan başkaca bir hedefi veya herhangi bir ilkesi olmaksızın savaşanlardır. Bunun için onların hakkında Kur’an-ı Kerim’in yeryüzünde bozgunculuk yapanlar hakkında zikrettiği ayet hükmü uygulanabilir. Bu ‘barbar yönetimin’ işlediği suçlara bakıp da derinlemesine düşündükten sonra yeryüzündeki bozguncular adlandırmasının onlardan çok da uzak olmadığını anladım. Onlarla çeşitli yollardan mücadele edilmeli ve ortadan kaldırmalıdır. Ancak elbette onlar, uğruna kalkıştıkları talepler gereğince ‘topluma’ dönüşleri gerçekleşen isyancılar gibi nitelenmezler.

Burası örnekte denildiği gibi atın bağlandığı yer değildir. Mesele her zaman olduğu gibi bu korkunçların korkuncunu teşhis edebilmek daha sonra da bu veya bir başka suçun ceza hükmünün çıkarılması için bir ayete ya da kıyaslanabilecek tarihi bir olaya başvurmaktadır. Çünkü bu bozguncuların İslam adına yaptıkları vahşice ve türünün tek örneğidir. Kıyaslanabilecek tarihi örnekler oldukça azdır. Biz bunun tanısını koyup da mirastan ve metinlerden bu konu hakkında bir yönlendirme bulana kadar çok uzun bir zaman geçti. Nihayet küfür ve suç arasındaki bağlantıdan kurtulduk. Tekfir ederek kanımızı helal kılan DEAŞlılar, onların önceden ve şimdi yaptıkları gibi onlarla karşılıklı tekfirleşip kanları ve malları helal kılalım istediler. Ancak biz bu yıkımdan kurtulduk ve bu zorluktan çıkmak için son derece zorlu başka bir işe ayak bastık yani tefsir, fıkıh ve hatta kelam mirasına sığındık.

El Kaide ve DEAŞlıların seleflerinin Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ı din adına öldürdükleri 80’lerin başından bu yana sadece cihatçılarla değil solcularla da mücadele ederken kullandığım bir hipotez geliştirdim. Dedim ki, onlar bir asrı aşkın bir süredir donuk ve bidat olarak gördükleri fıkıh ve akide geleneklerine karşı çıkmak için çaba gösterdiler. İster doğrudan Kur’an ve sünnete başvurarak içtihat kapısını açmak şeklindeki bir köktencilik olsun isterse Avrupa’ya öykünerek (reformcular) Kur’an ve sünneti yeniden okumak şeklindeki bir köktencilik olsun, hiç fark etmez. Köktenciler ve modernistler tarafından sarf edilen bu ortak çabanın neticesinde hareketliliğini zaten kaybetmiş olan gelenek çatladı. Ve onun çatlakları arasından kendileri ve bizim için içeride ve dünya çapında devrimler isteyen cihatçılar ve her tarafta Batılılaşmaya karşı çıkıp tam bir İslami düzen kurmak için çekişmeler baş gösterdi.

Ben geleneğe saldıran Marksistler ve solcularla mücadele ediyordum. Onların bu saldırısının iki sebebi vardı: bu gelenek, modern çağa uyum sağlamayı engeller ve köktendinciler, şiddetlerine bu geleneği dayanak gösteriyorlar. Bu son derece isabetsiz bir şeydir. Nitekim biz 19.asrın başından beri büyük dini yaptırımlar olmaksızın modernleşme süreçleri geçiriyoruz. Köktendinciler ise tıpkı sizler gibi geleneğe tamamen karşıdırlar. 80’lerin ortalarında bu konu hakkında Muhammed Arkoun ile tartışmıştım. O fikrini değiştirip “Kökten Dinciliğin İmkânsızlığı” adlı kitabını çıkarmıştı. Ancak 90’lar ve daha sonrasında köktencilerle rekabet etmek için büyük İslami kitlelerin metne dayandığı gerekçesiyle Kur’an’a döndü. Ancak bu onun boğazına yapıştı ve o kendini bundan kurtarmak istiyor.

Son senelerde yeni yeni aşırılık yanlıları Kur’an’ı (metinlerin bazılarını anlama ve yorumlamada grubun geleneklerini görmezden gelerek harfiyen uygulamakla), sünneti (destansı tarafları ve Kıyamet günü emirleri ile) tükettikten sonra önceki inkârlarını hepten görmezden gelerek fıkıh ve siyaset geleneğine başvurdular ve hilafet unvanını ve onun geçkin güzelliğini kullandılar. Barbar eylemlerinin de gelenekten geldiğini iddia ettiler. Farklı mezheplerin birçok görüşüne dayandılar ve selefiler ve içtihatçıların her ikisine de karşı gelerek mahkemelerinde onları uyguladılar.

Bugün çekişme İslam’ın metinleri, akaidi, fıkhi ve siyasi geleneği üzerinde gerçekleşiyor ve birçok cephede savaş veriliyor. Zira el-Kaide ve DEAŞlılar gibi Hamaneyci köktenciler metinler üzerinde bize savaş açtılar; şimdi de geleneğe karşı savaşıyorlar. Olay, İmam Ali’nin dediği gibi: Sizinle dün inmesi konusunda savaştık; şimdi de yorumu konusunda savaşıyoruz. Onlar seçici bir yaklaşımla metinlerden istifade ettikleri gibi geleneğe de aynı şekilde yaklaşıyorlar. Onlara başka ayetlerle karşılık verdiğimiz gibi Kur’anî ve Nebevî kavramları tahrif etmelerine karşı da saldırdık. Şimdi daha önce bahsettiğimiz şeye yani hilafetin dinden olmadığı gerçeğine ve İmam Şafii’nin dinden olmayan bir şey için değil küfür sebebi ile savaşmanın caiz olduğu görüşüne gitmek zorundayız.
Başka bir strateji ve din ve devlet işleri için başka bir anlatı olmalı.