Önümüzdeki Cuma (6 Nisan), bağımsızlıktan sonra modern Tunus ulus devletini inşa eden Habib Burgiba’nın ölümünün 18. Yıldönümüne denk geliyor. Bu devlet adamı, kendisini seven ve sürekli eleştirenlerin olduğu bir ortamda, Tunus’un günlük sosyal ve politik söyleminde daha önce hiç olmadığı kadar yer almaya başladı.
Burgiba -birçok insanın nitelediği gibi- gerçekten de laik birisi miydi? Zira çoğu zaman Atatürk’e olan hayranlığını dile getirirdi. Ya da Tunuslu kadınların özgürleşmesi ve eğitim gibi ana başlıkları içeren kısmi modernleşme projesini mi hayata geçirmeye çalışmıştı?
Burgiba tecrübesini nispi bir modernleşme olarak tanımlamak mümkün, ancak bu deneyimini katı bir laiklik şeklinde nitelemek zordur. Bu da muhtemeldir ki laiklik şartlarının zaman ve kuşaklarla beraber değişime uğraması, koşullar ve tecrübeye dayalı olarak şekillenmesinden kaynaklanmaktadır. Burgiba’nın tasavvurunda, başta din olmak üzere “düşünce” her türlü önyargıdan uzak olmalıdır. Burgiba düşüncesinin gerçekliğini keşfetmek ilginç ve farklı olabilir, zira siyasi arenada gittikçe öne çıkmaktadır.
Burgiba’nın deneyimlerinde siyasi bir deha buluyoruz, zira deruni ve nihai anlamın içselleştirilmesini sağlamış ve bir durumun koşullara uygunluğunun belirli şartlarla sınırlı olduğunu idrak etmiştir. Ayrıca tutum ve davranışlarını dini sabitelerden hareketle belirlememiştir. Bilakis şayet kesin bir fayda varsa bir dini mesele karşısındaki tutum ve tavırlar her zaman değişebilir ve dönüşebilir fikrindedir. Bazen bu değişim ve dönüşüm, laik yönlendirmelerle uyumlu bir düşünce yapısının oluşmasına katkı anlamında olabildiği gibi bazen de politik tutumun baskısından kaynaklanabilir. Bu anlamda, Burgiba’nın dinle ilişkisi faydacı ve pragmatik/yararcı olarak karakterize edilebilir ve bu konudaki tavrı oldukça seçici ve gerçekçidir. Bu tanımlamalara baktığımızda, Laik bir devletin oluşmasının en temel koşulu olan dini otoritenin siyasal otoriteden ayrılması, Burgiba’nın, politikaları uygulama biçiminde mevcut olmadığı anlamına gelir. Ona göre, devletin din ile ilişkisi, faydalanma sınırlarını aşmamakta ve herhangi bir entelektüel veya politik kaygı taşımamaktadır. Bu nedenle, söylemdeki çelişki, örtbas etme diyalektiği, yansıtma, iletişim ve farklılaşma, hepsi siyasal taktikler çerçevesi içine girer ve devletin çıkarlarını gözetme ve siyasi seferberliğin gerekliliklerine cevap verme amaçlıdır.
İlginç bir şekilde, 14 Ocak 2011 devriminden sonra, Burgiba hakkında çok fazla konuşulur oldu ve sanki içimizde duran görünmez biri haline geldi. Daha da ötesi devrimin kendisinin, onun eğitim ve akıl yürütmesine dayanan modern ulusal devlet politikasının bir ürünü olduğunu düşünenler bile vardır. Yani, yeni bir kavram ve değerler manzumesi üreten devrim olayını yorumlayanlar, o dönem yeni bağımsız ulusal devlet tarafından benimsenen modernleşme politikasının bir sonucu olduğunu söylüyorlar. Bundan kastımız, önceden de işaret ettiğimiz gibi; eğitimin zorunlu olması ve demokratikleşmesi ve Tunus aklının inşa edilmesinin gerekliliğidir.
Tunus’taki modernleşme sürecinin olumlu tarafı, sadece Tunuslu insanın dünya görüşünü şekillendirmek suretiyle yaratıcı çalışmaları gerçekleştirmesi değildir, aynı zamanda bir bütünlük arz etmeyen kendi aralarındaki ilişkileri de düzenlemesidir. Burgiba’nın deneyiminin en önemli başlıklarından biri, dinin toplumsal pratikte oynadığı rolün yeniden yapılandırılmasıdır. Ve bunu dini kurallarla desteklenmiş geleneksel yapının yıkılması izlemiştir.
Bununla birlikte, Burgiba’nın dinin toplumsal pratikte oynadığı role dair etkili görüşü, devrimden sonra belirleyici ve zor bir sosyal sınav niteliği kazandı. Çünkü devlet, modernleşmenin ve bazı tezahürlerinin bir aracı olduğu için, bir yandan günümüzde toplumsal ve dini yaşama devletin kısıtlamalarına bir çözüm bulunması gerekirken, diğer yandan da ideolojik farklı yapıların politik haritasının artan hâkimiyetine bir çözüm araması gerekmektedir. Zira Devlet aygıtı tarafından farklılıklar bastırılmıştır ve devletin empoze etmeye çalıştığı dini öğretilerin doğruluğu huşususunda bir fikir birliği yoktur. Bu konudaki muhalefet Tunusluların zannettiğinden çok daha büyüktür.
Örneğin, siyasal İslam’ın yönetime katılmasından sonra daha da güçlü bir şekilde dillendirilen Mecelle’deki “Ahval-ı Şahsiye” (Kişinin doğrudan şahsıyla ilgili hukukî haller) kanununu ele alacak olursak, Cumhurbaşkanı El-Beci Kaid es-Sibsi’nin geçen yaz Tunuslu Kadınların Ulusal Günü’nü kutladığında yaptığı çağrıdan sonra, miras hukukunun gözden geçirileceğine inanıyoruz. Bugün artık bu durum, Burgiba’nın kadın konusundaki çizgisi ve deneyiminin gerçek bir sınavdan geçtiğini göstermektedir.
Elbette Tunus’da “Ahval-ı Şahsiye” kanununda Burgiba’nın öğretilerinin esas alınması, Tunuslu kadınların bir hediye aldıkları anlamına gelmez. Tunus’taki kadınların meselesi Arap-İslam dünyasında eşi görülmemiş bir coşkunlukla karşılanmıştır. Bu coşkunun fitilini reformcu Tahir Haddad ateşlemiş, Burgiba ise kalbi heyecanla atan bu kadının modernleşme projesini devralmış kadının statüsünü yükseltmiştir. Elbette -bazılarının zannettiği gibi- Tunus’taki kadınlar bu hakları hiçbir zorluk çekmeden elde etmiş değildir. Aklen ve yetenek olarak kâmil olduğunu ispat edebilmek için bütün gücünü kullanmıştır.
Kadınların sosyal gerçekliğinin gelişiminde yasama desteğinin güçlü ve önemli bir faktör olduğu doğrudur. Ancak mücadelenin zorlu yanı günlük yaşamın ayrıntılarında ortaya çıkmaktadır. Cinsiyet temelinde ayrımcılık yapmama konusunda bir değer sistemi geliştiremedik. Toplumsal uygulama biçimlerinde sıkıntılar devam ediyor. Aslında, yasama kanununun kendisi, bazısını bildiğimiz kadın imajının yansımasının bir sonucudur. Büyük bir çoğunluk bu imajı izah dahi edememektedir. İstisnasız önceki nesillerin tüm kadınları Sessizliğin duvarını ve geleneğin ruhunu yıktılar.
Tunuslu kadınlar, mücadelenin, çalışmanın, katılımın, yetkinliğin ve yaratıcılığın meşruluğuyla kazanılmış bir dizi yasal ve insan haklarına sahipler. Ve büyük bir olasılıkla bu, bilinçli olmaktan, kendine güvenmekten, kimliğini tanımaktan kaynaklanmaktadır. Bu kazanımlarının zenginleştirilmesi daha fazla birikimi gerektirir. Tunus siyasal İslamı, özellikle de “Nahda Hareketi”, politik olarak varlığını devam ettirme ile toplumsal cinsiyet eşitliğini kabullenme arasındaki zorunlu ilişkiyi anlamış durumdadır.
Hâlbuki mütefekkir Muhammed Şerefi Mecelle’deki “Ahval-ı Şahsiye” kanunlarının Tunus devletinin gerçek anayasası olduğunu söylediğinde kendisini övmüşlerdi.
Burgiba’yı laiklik ve diğer perspektiflerden değil de, modernleşme projesi perspektifinden yaklaştığımızda anlamayı başaracağımızı zannediyorum.