Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Büyükelçiliğin taşınması ve Gazze olayları… Sonra ne olacak? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Kudüs’te ABD büyükelçiliğinin açılış törenine karışan konuşmalar, gülümsemeler ve alkış sahneleri ile Gazze’de Filistin tarafında duman, mermi ve kan sahneleri arasında muazzam bir fark vardı. Bu paradoks, Amerikan tarafının barışı gerçekleştirmeye yönelik çalışmanın gerekli olduğu konusundaki konuşmasının boş olduğunu görmek için yeterliydi. Sanki bu konuşma, büyükelçiliği taşıma kararının sonuçlarına, barış fırsatları ve tıkanan durumlar üzerindeki etkilerine ve olası yansımalarına karşı Washington’u uyaranları tatmin etmeye yönelik yapmacık bir girişim gibi duruyordu.

ABD’nin Birleşmiş Milletler(BM) Temsilcisi Nikki Haley’in Güvenlik Konseyi’nde yaptığı çarpıcı konuşma, bu sahte girişimi bile ortadan kaldırdı. Haley, yaptığı konuşmada büyükelçiliğin taşınmasıyla Gazze sınırında meydana gelen şiddet arasında herhangi bir bağlantının olmadığını ifade etti. Öyle ki Haley, “Bu salondaki hiçbir ülke, İsrail’den daha ölçülü davranamazdı” diyerek İsrail’in kontrollü davranışına övgüde bulundu.

Haley, İsrail’i körü körüne savunmakla yetinmeyip Filistin temsilcisi konuşmaya başlar başlamaz toplantıdan çekildi. Haley, İsrail’in aşırı güç kullanımının araştırılması için bağımsız bir komisyon kurulması talebinin yanı sıra bu konunun Güvenlik Konseyi’nde konuşulmasına gerek olmadığını belirtti. İsrail’in saldırıları sonucu, 60’tan fazla Filistinli hayatını kaybederken ABD büyükelçiliğinin taşınmasını kınama ve“geri dönüş hakkı” protestolarına katılanlardan yaklaşık 3 bin kişi de yaralandı.

Washington, Güvenlik Konseyi’nde yalnız kaldı. ABD Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıma kararının sonuçları konusunda Washington’u uyaran herkesten uzaklaştı. Çünkü bu karar, Kudüs’ün “ebedi tek başkent” sayılması konusunda ısrar eden İsrail’in yanında yer alındığını gösteriyor. Bu da uluslararası hukuka ve Güvenlik Konseyi’nin kararlarına aykırı bir durumdur. Ayrıca bu durum, Filistinlilerin, Arapların ve bütün Müslümanların duygularını kışkırtmaktadır.

ABD yönetiminin, büyükelçiliği taşıma kararının akabinde büyük protestoların çıkacağını tahmin etmediğini ya da herhangi bir barış sürecinde artık ABD’nin güvenilir bir arabulucu olmadığını belirten Filistin tarafının tutumunu hesaba katmadığını düşünmek zor. Muhtemelen ABD yönetimi, tüm bunları hesaba kattı, ancak tepkilerin sınırlı bir etkiye sahip olacağını ve dolayısıyla da söz konusu tepkilerin, Başkan Trump’ın seçim kampanyası sırasında verdiği sözü yerine getirmesini engellemeyeceğini düşündü. Başkan Trump, büyükelçiliği taşıma konusunda ABD’de Yahudi lobisi karşısında seçim vaadine bağlı kaldı. Ayrıca Trump, bu tutumunun “asrın anlaşması”nı gerçekleştirmek için İsrail hükümetini birtakım tavizler verme hususunda ikna etmeye yardım edeceğini umdu. Bu tutumu, Trump dile getirdi. Ulusal güvenliğin yeni danışmanı John Bolton da dahil Trump’ın yardımcıları da bu tutumu tekrarladı. Öyle ki Bolton, son zamanlarda kendisiyle yapılan bir röportajda büyükelçiliğin taşınmasının barışı uzaklaştırmayacağını aksine yakınlaştıracağını söyledi.

Bazı haberlere göre Başkan Trump ve çevresindeki birçok kimse, durgun suya taş atmanın Filistinlileri harekete geçireceğini ve şok etkisinden uyanmalarının ardından bu kişilerin müzakere masasına geri döneceklerini düşünüyor. Çünkü Filistinlilerin önünde başka bir alternatif yok. ABD yönetimi, büyükelçiliği taşıma kararına yönelik eleştirilerin hacmi ne olursa olsun tüm tarafların İsrail’in tutumunu etkileyebilecek tek taraf olduğundan dolayı ABD’nin katılımı olmaksızın barış sürecinin yürütülemeyeceğini bildiklerini iddia ediyor.

Filistin meselesi, Netanyahu hükümetinin aşırılığı ve Trump yönetiminin İsrail hükümetine mutlak desteği karşısında kritik bir süreçten geçiyor. Olayları bu duruma ulaştıran sloganların gizeminden uzaklaştığımız ve gerçekçi olduğumuz zaman seçeneklerin sınırlı ve zorlu olduğu görülmektedir. İsrail, “de facto” ve toprakları işgal etme politikasına devam ederken müzakerelere yeniden başlamayı reddetmekle yetinmek, Filistinlilerin taleplerini gerçekleştirmeye yönelik tek başına bir strateji olması mümkün değildir. Aynı şekilde herkes biliyor ki Arapların şu anki durumu, “Filistin devleti” hayalini gerçekleştirmek için müzakerelere oynamaktan daha fazlasına müsaade etmiyor.

Böyle bir ortamda insan, Filistinlilerin çekişmeye devam etmelerini ve tüm uzlaşma girişimlerinin sekteye uğramasını tuhaf bulabilir. Son Gazze olaylarında bile bölünme, acı verici olduğu kadar açık ve netti de. Çünkü Kudüs meselesi, Filistinlileri birleştirmediği zaman onları bir araya ne getirebilir? Gazze’de protestolara büyük bir katılım varken, Batı Şeria’da ise katılım sınırlıydı ve büyük ölçüde şiddet sahneleri yoktu. Hamas, Gazze’deki öfke ve baskı ortamında protestoları körükleyerek içinde bulunduğu krizden kurtulmanın, yeni bir ateşkese ulaşmanın ve baskı yapmanın yollarını arayabilir. Bu durum, Washington ve İsrail’in gözünden kaçmadı. Aksine bu durum, gösterilerin durumları kızıştırmaya ve sınırı geçme girişimine yönelik ayarlandığı izlenimini vererek Washington ve İsrail’in siyasi kampanyalarını kolaylaştırdı.

Filistin’deki bölünme, aslında zayıf olan Arap tutumunu daha da zayıflatıyor ve barış müzakerelerine yönelik girişimlerin, İsrail’in iyi kullandığı sorunlarla çevrelenmesine neden oluyor. Filistinlilerin önündeki tek seçenek, birleşmektir. Her şey, bu noktadan başlamalı. Son Gazze olaylarında açık bir şekilde görüldüğü gibi tüm taraflar, direnişin kararları ve amaçları etrafında birleşmediği sürece barışçıl bir direniş bile zayıf kalacaktır. Filistinlileri birleştirmeye, bölünmeyi ve parçalanmışlığı sonlandırmaya yönelik çağrılar zayıf kaldı. Liderler, bu çağrılara kulak vermediği sürece Filistinli vatandaş, kanı, toprağı ve hayaliyle en ağır bedelleri ödemeye devam edecektir.