Bu bölümde, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan belgelerde; ABD Başkanı Jimmy Carter’ın himayesinde dönemin Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ile İsrail Başbakanı Menahem Begin’in 5-17 Eylül tarihleri arasında imzaladıkları Camp David anlaşması öncesi ve sonrasında ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Arap ülkeleriyle yazışmalarına ilişkin bir dizi belge yer alıyor.
Belgeler, Ürdün Kralı Hüseyin’in anlaşmada tutum belirleme şaşkınlığı, Suriye’nin İsrail’in Lübnan’a müdahale konusundaki endişesi, Begin’in müzakerelere Ürdün’ün de katılmasını istemesi, barış anlaşmasını imzalamada Begin ve Sedat’ın karşılaştığı zorlukları içeriyor. Yine belgelerde, Kudüs’teki Amerikan Başkonsolosluğu’ndan Amerikan Dışişleri Bakanlığına yazılan mektup bulunuyor. Mektupta ABD Yakın Doğu Asya İşlerinden Sorumlu Bakan Harold Sanders’in 20 Ekim 1978’de İsrail Başbakanı Menahem Begin ile yaptığı görüşmeden bahsediyor.
Sanders şunları söylüyor: “İsrail Başbakanı Begin ile iki saat boyunca ABD’nin Tel Aviv Büyükelçisi Samuel Lewis’in huzurunda bir araya geldim. Ziyaretimi memnuniyetle karşıladığını söyledikten sonra yolculuğumdan dolayı yorgun olup olmadığımı sordu. O’na Başkan Carter’in ‘barış yapmak savaş yapmaktan daha zor’ sözünü hatırladığımı söyledim. Bu gerçeğin bir kısmıyla Ürdün ziyaretinde yüzleştim ve barış anlaşmasıyla ilgili riskli kararlar almanın ne kadar zor olduğunu gördüm. Aynı durum İsrail için de söz konusu. Begin karşılaştığı sorunları açıkladığım için bana teşekkür etti ve şöyle dedi: “Amerika’da bazı birimlerde, başkalarının Camp David sonrası karşılaştığı zorlukları düşünmeden Sedat’a yardım etme yollarıyla ilgili bir bakış hakim.” Kendisinin, Sedat’ın karşı karşıya olduğu dış baskılardan farklı olarak kendi iç sorunları olduğunu da ekledi. Begin şöyle dedi: “”İlk defa 35 yıldır, Ocak 1944’ten beri, Irgun’daki en yakın arkadaşlarım arasında bir bölünme oldu. Bu daha önce hiç olmamıştı. Şimdi, hayatımı birlikte riske attığım Irgun içinde Camp David Anlaşmaları ve hükümetimin politikalarını kınayan mektup yazan bir grup ortaya çıktı. Tek istediğim zorluk çekenin yalnızca Sedat olmadığını anlamanızdır.”
Sanders, Begin’in bu açıklamaları karşısında Begin’in karşılaştığı zorlukların diğerlerinin karşılaştıklarından daha zor olduğuna inandığını söyledi. Neticede o bu zorluklara demokratik süreçler içerisinde karşı koyuyordu. Begin, Sanders’e toplantı sırasında, önde gelen ve silah arkadaşlarının yarısının Camp David anlaşmasıyla ilgili Knesset’te ya çekimser ya da karşı oy kullandıklarını söyledi.
Sanders şunları ekledi: “Bana, Kral Hüseyin’in O’nunla yaptığım son görüşmeden sonra barış müzakerelerine katılmaya hazır olup olmadığını sordu. Hüseyin’in barış müzakerelerine katılmaya henüz hazır olmadığını ve bu kararın Ürdün’ün tarihindeki en zor seçeneklerden biri olduğunu düşündüğünü söyledim. Ürdün’ün de iç bölünmelere maruz kaldığı, Arap desteğinin olmadığı ve Kral’ın Sedat’ın kendisini hayal kırıklığına uğrattığını söylediğini aktardım. Kral Hüseyin nihai bir tutum almadan önce gerçekleştirilmek üzere olan Arap zirvesini beklemesi gerektiğini söyledim. Begin’e, Kral’ın Batı Şeria’daki arkadaşlarına anlaşmaya destek olmaları için çağrıda bulunacağını açıkladığını ifade ettim. Begin, Kral Hüseyin’in Bağdat zirvesine gidip gitmeyeceğini sordu. Ona “zirve gerçekleştirilirse evet. Ancak kendisine Arap toplumu tarafından müzakerelere katılmaması için büyük baskı olmasına rağmen zirvede olumsuz bir karar alınırsa çekileceğini söylediğini” iletti.
Sanders açıklamalarına şöyle devam etti: “Kral Hüseyin’in tutumunu özetlemek için şunları söyledi: Filistin Kurtuluş Örgütü taraftarları ve Haşimi yanlısı isimler Camp David anlaşmasına karşı olumsuz bir tutum sergiliyorlar. Begin, Kral’ın, Suudi Arabistan’ın Camp David anlaşması hakkında görüşünü de sordu. Ona Suudi Arabistan’ın uzak olduğu görüşünü çıkardığımı söyledim. Zira anlaşmanın Gazze ve Batı Şeria’nın nihai statüsü ile açık olmadığı inancını taşıyorlar. O’na ABD’nin Riyad’ın aradığı türden bağımsız bir Filistin devleti kurma garantisi veremeyeceği ve bunu da istemediğini açıkladım.
Belgelerde 29 Ekim 1978 tarihli İsrail Başbakanı Menahim Begin’in Amerikan Başkanı Carter’a yazdığı bir mektup da var.
Mektup şöyle: “Bugün size üçüncü kez yazıyorum. Bu hassas dönemde bunu yapmayı görev biliyorum. Sözlerim bir başbakandan başkana değil, bir arkadaştan diğerine yönelik olacaktır. Çoğunlukla barış görüşmelerini istemeyen Arap toplumuna karşı Enver Sedat’ın hassas konumunu anlamam isteniyor. Benim konumum ve karşılaştığım zorluklar ne olabilir? Bu noktayı anlatmak için sana bazı gerçekleri açıklayacağım: “Örgüt kurulduğundan beri beş yıldır özgürlük mücadelesi veren Irgun’un üyeleri en yakın arkadaşlarım. Tarih araştırmalarıma dayanarak söyleyebilirim ki bu kadar sadık ve gönüllü savaşçılar daha önce görülmemiştir. Onlarla 5 yıl boyunca acı, tatlı günlerimizde hep birlikteydik. Şimdi, 34 yıl içinde ilk defa, onlardan bir grup kardeşleri ve eski liderlerine karşı ayaklandı.”
Begin mektubuna şöyle devam ediyor: “Knesset’teki parti üyelerimin neredeyse yarısı ya Camp David’e karşı oy kullandı ya da çekimser kaldı. Bazı gençler Ze’ev Jabotinsky’nin evinin duvarlarına “Begin bir hain” ifadelerini yazdılar. Bütün bu olanlarla yaşamak zorundayım. Açıkça konuşmama izin verin. Enver Sedat diktatörlük rejimine tam olarak boyun eğmiş ordu ve basın tarafından destekleniyor. Biz demokrasi hakkında konuşmuyoruz, onu uyguluyoruz. Size anlattığım son kabine toplantısında birkaç oy alabilmek için saatlerce konuşarak büyük bir çaba sarf etmem gerekti.
Ekim savaşı boyunca İsrail Başbakanı Golda Meir, Rogers planını dinlediğinde, ‘İsrail böyle bir planı kabul ederse halkına ihanet eder’ demişti. Umarım Sayın Başkan, yönetiminiz, Sanders misyonunun yaptığı gibi planlar yapmaz ve tekliflerde bulunmaz, böylece beni seleflerimin ifadesini tekrar etmeye zorlamaz. Sayın Başkan, bu uzun mektubum için sizden özür diliyorum. Ancak bu kritik aşamada, bütün kalbimle Yahudi halkının geleceğiyle uğraştığımızı düşünüyorum gerçekte ise Yahudi halkı pek çok acıların ardından uzun zaman sonra topraklarına geri dönebildi.
8 Ağustos 1978 tarihli, “Lübnan: Genişletilmiş Çatışma İhtimalleri” adı altında CIA’in hazırladığı bir raporda belgeler arasında yer alıyor. Burada 1 Temmuz 1978’de patlak veren ve Suriye ile Hristiyan milisler arasında bir savaşa zemin hazırlayan Esed-Hristiyan mücadelesinden bahsediyor. Belgede şöyle deniyor: İsrail’in şu andaki hedefi, Lübnan’ın Suriye’ye cevap vermesini engellemektir. Lübnan’daki milislerin desteklenmesi, İsrail’in bu senaryoları engellemek için gerçekleştirdiği önleyici tedbirlerin bir parçasıdır. Biz çatışma yoğunlaştığı ve Hristiyan milisler Suriye tarafından yenileceği ortaya çıkarsa İsrail’in buraya müdahale edeceğine inanıyoruz. Çok ciddi bir savaş olabilir.
Belgede Suriye’nin Lübnan’daki şu andaki hedefinin birleşik ve nispeten istikrarlı Lübnan devletini korumak ve Şam’ın nüfuzunu kabul etmesini sağlamak olduğu belirtiliyor. Esed’in temel hedefi, Lübnan’daki Hristiyanların siyasi ve askeri gücünü, Şam’ın eğilimlerine boyun eğmeye mecbur kılmak için yeterli derecede etkisiz hale getirmektir. Esad, Hristiyan kalesi olan Lübnan’a tam bir saldırıdan kaçınır. Esad, güçlerini belli başlı Hristiyan mevkilerde takviye ederken İsraille çatışmaktan da kaçınıyor. Siyasi olarak milisleri tecrit etmek istiyor. Esad, şimdiye kadar İsrail’i ne kadar provoke edeceğini belirlemek için sezgilerine dayanıyordu ancak değerlendirmelerde her zaman bir hata payı vardır.”
CIA belgesinde Hristiyan milislerin Suriye’nin bölgeden tümüyle çekilmesini ve ülkenin her yerinde kendi hakimiyetlerini kurmak istedikleri belirtiliyor. “Biz Hristiyan milislerin Suriye’yi geniş ölçekli bir savaşa çekmek için provokasyonlara devam edeceğini biliyoruz. Bu da İsrailliler’i Hristiyanların yanında doğrudan Lübnan savaşına çekecektir. Gerekirse, Hristiyan milis liderleri, Lübnan Devlet Başkanı Sarkis hükümetinin çöküşünü ve Lübnan’da İsrail tarafından destekleneceğine inandıkları bölünmüş bir Hıristiyan devletinin kurulmasını kabul etmeye tamamen hazırlar.”
Belgeler aynı zamanda, Ürdün’deki ABD Büyükelçiliğinden Washington’daki Dışişleri Bakanlığına gönderilen bir mektubu içeriyor. Büyükelçi Atherton (Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi ve Temmuz 1979’dan bu yana Kahire Büyükelçisi) şöyle diyor: “12 Haziran’da Kral Hüseyin ve birkaç gün öncesinde de Ürdün Dışişleri Bakanı Abdülhamid Şerif ile yaptığım görüşmelerde Amerika’nın Ortadoğu’daki barış görüşmeleriyle ilgili yıpranan konumunu değiştirmek için elimden gelen tüm çabayı harcadım.
Kral Hüseyin, ABD’nin, 1967’den beri son birkaç yıldır zihninde iyice yer etmiş olan BMGK’nın 242 sayılı kararın içeriğinden giderek uzaklaşmasından duyduğu korkuyu abartılı bir şekilde anlattı. Bu noktada bana dedi ki, ‘Geçtiğimiz aylar hayatımın en üzücü aylarıydı’. Onlara Amerikan tutumunun değişmeyeceğini bu tutumun daha önce Amerikan Başkanı ve Amerikan Dışişleri Bakanı’nın söyledikleriyle uyumlu olduğunu ifade ettim. Kral Hüseyin’in yaklaşımı ise ancak bunu gördüğü zaman inanacağı yönündeydi. Buna rağmen, 242 sayılı Güvenlik Kararlarıyla uyumlu bir Amerikan duruşu olduğu sürece ilerleme kaydedilmese bile Camp David anlaşmasını memnuniyetle karşıladı ve faydalı olacağını düşündü. Daha önce Şerif’e Ürdün’ün Camp David anlaşmasına yaklaşımını ABD’nin yakından izleyeceğini söylemiştim. Kral Hüseyin anlaşmanın başarılı olacağını umduğunu bir kez daha yineleyerek şöyle dedi: “Ne yapabileceğimizi göreceğiz.” Hüseyin, Ürdün halkının desteğini almaya çalışmadı. Bu mesele hakkında hükümeti ile istişare etmek istiyordu. “Bekleyeceğiz ve bu meselenin nasıl geliştiğini göreceğiz” dedi.
Büyükelçi Atherton şöyle açıkladı: Ürdün’ün Amerika’nın tutumunun erozyona uğradığı algısı Ürdün Dışişleri Bakan vekili Şerif ile ayrıntılarıyla tartışıldı. Şerif, Begin’in Gazze ve Batı Şeria’da seçilen Filistin Meclisi’nin kurulmasıyla ilgili çarpıtmadan dolayı endişesini dile getirmişti. Şerif’e Temmuz ayında yaptığım bir önceki ziyaretimde Ürdün’de yanlış anlaşılma olduğunu söyledim. Amacım Gazze ve Batı Şeria hakkındaki Mısır ve İsrail’in önerileriyle ilgili İngiltere’de Leeds görüşmelerini ona sunmaktı. Niyetim, tüm önemli konuları kapsayan geniş bir ilkeler çerçevesi üzerinde önceden mutabakat olmaksızın Batı Şeria ve Gazze’deki düzenlemelerin yapılmasını sağlamak değildi. Bu temel konular içinde İsrail’in çekilmesi, barış ve güvenlik ile Filistin meselesi de var. Ürdün’ün Başkan Carter’a olan açık desteğini içeren tabirlerin sadece Sedat ve Carter açısından önemli olmadığını vurguladım. Amerika- Ürdün ilişkileri açısından Kral Hüseyin’le son karşılaşmamızda ziyaretim için bana teşekkür etti ve Amerika’yla ilişkilerinin bir dost ilişkisi olduğunu söyledi. Son dönemin kendisi için çok kafa karıştırıcı olduğunu, Leeds konferansından önce ve sonra duyduklarının Amerika’nın konumu hakkında kendisinde şüphe yarattığını söyledi. 1967’de Amerika, İsrail’in küçük bazı sınır düzenlemeleriyle geri çekilmesinden söz ediyordu. Şimdi ise, İsrail kuvvetlerinin beş yıl boyunca Batı Şeria’da kalacağını duyuyoruz. Bu onların faaliyetlerine bir örtü sağlar. Barış çabalarına Filistinlilerin tam olarak katılmalarının önemine dikkat çekti. Kral Hüseyin, Ürdün’ün 1967 sonrasında iki meselede ABD ile ihtilaf yaşadığını söyledi. Bunlarda Kudüs ve sınırda bazı küçük değişiklikler yapılması konusunda oldu. Hüseyin “ öyle görünüyor ki son senelerde ihtilaflarımız katlanarak arttı” dedi.
16 Ağustos 1978’de Başkan Carter’dan Hafız Esad’a yazılan mektupta şöyle diyor: “Cenevre’deki görüşmelerimizden adil ve kalıcı barış hakkında derin bir arzu duyduğunuzu gördüm. Anladığım kadarıyla Suriye, barış görüşmelerinin esasını teşkil eden BMGK’nın ilgili kararlarına uymaya devam edecektir. Suriye’nin kabul edebileceği şartların olması halinde barış müzakerelerine katılmak için açık kapı bıraktın. Önümüzdeki ay Ortadoğu’da barış süreci için yapacağım toplantı çağrımıza Enver Sedat ve Begin’in olumlu cevap vermesinden dolayı minnettarım. Görüşmeler 6 Eylül’de başlayacaktır. Bu çağrıyı yaptım çünkü Orta Doğu’daki barış arayışında çok önemli bir noktaya ulaştığımızı düşünüyorum. Sedat ve Begin’in, Kudüs ve İsmailiyye’de yaptıkları tarihi toplantılarda müzakereler için yeni kanallar açılmasından bu yana dokuz ay geçti. O zamandan beri anlaşmazlık konularında biraz ilerleme kaydettiler. Ancak bildiğiniz gibi son zamanlarda bazı engeller barış sürecini tehdit etmekte. Müzakerelerde yeni bir açmazı kaldırabileceğimizi düşünmüyorum. Zira tarafların pozisyonları daha da sertleşecek. Bu genel iklimin bozulmasına yol açacak ve mevcut barış fırsatı, trajik ihtilafın tarihine kayıp bir fırsat olarak eklenecek. İki tarafın tanımladığı Camp David toplantısının amacı; istikrarlı, adil ve kapsamlı bir barış için Güvenlik Konseyi Kararı 242’ye dayanan bir çerçeve üzerinde anlaşmaya doğru ilerlemeyi sürdürmektir. Bu anlaşma Suriye’de dahil olmak üzere çatışan tarafların müzakerelere katılmasıyla sürdürülebilir. Geçen yıl müzakereleri kolaylaştırmak üzere gerçekleştirdiğimiz deneyimlerde şunu gördük ki; devlet başkanları müzakerelerde bulunmadığı sürece önemli konularda belli bir noktayı aşmak mümkün olmuyor. Bu, iki liderin Camp David’de benimle buluşmaya davet etmemin sebeplerinden biriydi. Hedefimiz, politik konularda, kilit meselelerde müzakereciler için yol gösterici bir çerçeve görevi görecek anlaşmalara ulaşmak olacaktır.”