Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Cehaletin bedeli! | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Cehaletin bir bedeli var mıdır? Kişisel ve ulusal düzeyde halimize bakan biri “cehaletin bize maliyetini” hesaplayabilir mi? Güney Irak’ta meydana gelen olayları ve normal Irak vatandaşlarının maruz kaldığı zulme karşı çıkmak için yapılan geniş çaplı ayaklanmaları izlerken aklıma şu geldi; Arap dünyasında yaşadığımız sıkıntıların, gelişme, kalkınma ve istikrar gibi kaçırdığımız fırsatlar nedeniyle ödediğimiz büyük bedellerin ve karşı karşıya kaldığımız politik sıkıntıların en temel nedeni cehalettir.

Cehaletin bir bedeli var. Bu bedel eğitimin getirdiği kâr ve kazançtan çok daha fazladır. Saddam Hüseyin, Irak’ı “cahil” bir yöntemle yönetti ve Irak’ı kendi kişiliği ve liderliği ile sınırladı. Aynı şekilde Irak’ta kalkınmacı bir projeyi hayata geçirmekte de büyük bir başarısızlığa uğradı. Sonrasında onun ve rejiminin sonunun ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Irak’taki baskıcı bürokrasiyi bir “rejim” olarak adlandırmak hatalı bir yaklaşım. Belki de buna sadece “zoraki” rejim adı verilebilir. Ardından yönetime gelen rejim de puslu bir görüş ve solgun sloganlar yönetilen bir devlet düşüncesinden besleniyordu. Ancak bu rejim Iraklılara ne refah ne konfor ne hizmet ne de güvenlik sunabildi. Bunun sonucunda da geçen hafta izlediğimiz Güney İntifadası yaşandı. Bu olaylar bir süreliğine yatışmış olsa da gelecekte artarak büyüyecek bir dizi olayın başlangıcı olarak görülüyor. Hatta belki de şimdiden tahmin edemeyeceğimiz farklı bir şekil bile alabilir. Çünkü halihazırda Irak’ı yönetmeye aday grupların (burada kavramları mecazi anlamı ile kullanıyorum) modern bir devlet kurmak için gerekli ne bir yol haritaları ne de projeleri var. Bazı güçlerin ise gizli projeleri var. O da İranlı yöneticilerin insanları ve düşüncelerini yok sayan politikalarını takip etmek. İran’da modern devlet projesinden bağımsız olan “Velayeti Fakih” kurumunun Irak’ta ki karşılığı modern bir hükümet sistemi ile hiçbir ilgisi olmayan Şii dini mercilerdir.

Irak, anayasasında yer alan ama uygulanmayan yarı modern “metinler” ile çok başlı “yarı baskıcı” uygulamalar arasında kaybolmuş durumda. Çünkü sivil ,çoğulcu, vatandaşlarına saygılı ve hukukun üstünlüğünün hakim olduğu modern bir devlete giden yolda daha çok ilerlemesi gerekiyor. İstikrar ve beraberinde kalkınmanın yokluğu, temiz su ve kesintisiz elektrik, eğitim ve iş fırsatları sağlamak gibi modern hizmetlerdeki kronik zaaflar hükümetin bu yolda ilerlerken sürekli ayaklanmalar ve hareketlenmeler ile karşı karşıya kalmasına neden olacaktır.

Her ne kadar Suriye’de durum şeklen faklı olsa da aslında aynıdır. Çünkü sorunlar derinde birbirine benziyor. Yapabildiği en iyi şey insanların aldıkları nefesleri bile sayan baskıcı kurumlar inşa etmek olan bir rejim Suriye’yi vahşi bir iç savaşa soktu. Nasıl başladığını biliyoruz ancak nasıl biteceğini tahmin etmemiz çok zor. Bunun sonucunda da sadece yıkılmış şehirler ve zorunlu göçler var. Rejime ait basın ve medya kuruluşlarının sürekli bir şekilde İsrail’e karşı olduğunu söylemesine rağmen İsrail sınırlarına tam bir güvenlik hakim. Bu yüzyılda biz Arapların hali gerçekten de çok garip. Halen toplum yönetiminde eğitim yerine cehaleti öne çıkarmakta ısrar ediyoruz. Muammer Kaddafi gibi bir adamın bir Arap toplumunu kırk yıl boyunca kesintisiz bir şekilde yönetebilmiş olmasına bugün halen şaşırıyorum. Ben burada kişiler hakkında yorum yapmıyorum çünkü ne olursa olsun ölülere saygı duyulmalıdır. Ancak ”politik aklımızda” bir şeylerin araştırılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü uygar, çok sayıda eğitimli ve yetkin kişiyi barındıran bir toplumun bu kadar uzun süre boyunca davranış, düşünce, iç ve dış eylemlerinde “şizofrenik”, aslında bu dünyadan kopmuş gibi görünen ”Afrika Krallarının Kralı!” gibi bir halüsinasyona kapılmış bir kişi tarafından yönetilmeyi nasıl kabullenebildiğini bilmek istiyorum. Bunu şimdi kendisi politik sahneden çekildiği için yazmıyorum. Bu görüşümü henüz Kaddafi yönetimde olduğu zamanlarda da ifade etmiştim. O yazılarımda Kral İdris Senusi zamanında düzenlenen protestolarda Libyalıların attığı politik bir slogandan, “İdris yerine İblise bile razıyız” sloganından alıntı yaparak tam olarak şunu söylemiştim:
“Görünüşe bakılırsa Allah dualarınızı kabul etti!”

Adam zengin kaynaklara sahip bir ülkenin kaos içinde boğulmasına neden oldu. Ben ve benim gibi birçokları hayretler içindeydi. Libyalı kardeşlerimizden aklı başında olanlar, deliliğe yakın bu adamın idaresinde en üst mevkilerde nasıl çalışabildi?! Toplum yönetiminde bu tür bir cehalet halen Arap dünyamızın birçok temel ve esasında sürdürülüyor. Buna örnek olarak farklı kültür, dil ve yaşam şekline sahip milyonlarca insanın tabi olduğu o büyük din İslam’ı temsil ettiklerini ya da onun adına konuştuklarını düşünen ve eski düşüncelerin koruyucuları olan şu çok sayıdaki davetçileri ele alalım. Asıl amacı yeryüzünü imar etmek olan İslam’ı ve öğretilerini “dünyadan el etek çekmek” olarak tanıtmaktan ve aptalca fikir ve hurafeleri yaymaktan kaçınmıyorlar.

Aklı selime karşı olan, karar alırken cehaleti öne çıkaran ve bilimsel düşünceyi küçümseyen hem kişisel hem genel birçok davranışımız hakkında herkesin bir durup düşünmesi gerekiyor. Toplumlarımız “Halkın tamamından daha çok anladığına” inanan, “Sadece benim gördüklerimi göreceksiniz” diyen ve sloganı “Ben istiyorum, kim bana hayır diyebilir…?” olan liderler ile sınanmaktadırlar. Bilimsel düşüncenin mekanizmalarını ve toplum yönetiminde modern örgütlenme yöntemlerini anlamaktan uzak bu idareciler halklarını yoksulluk, fakirlik ve savaşlara neden olan çatışmaların içine sokmuşlardır. Diktatörlüğün genel anlamda halkların geri kalmasının nedeni olarak kabul eden ve buna inan kişilerden değilim. Bunun yerine halkların geri kalmasına “cahil yönetimin” neden olduğunu düşünüyorum. Çünkü farklı renkler taşıyan diktatörlüklerden bazıları meşru temsil kavramını meşru başarı ile değiştirerek halklarını kalkındırmayı ve çağdaş toplumlar seviyesine ulaştırmayı başardı. Örneğin Çin demokratik olarak vasıflandıramayacağımız bir ülke olmasına rağmen hükümetin genel olarak “topluma hizmet etmek ve refahını artırmak” olarak ifade edebileceğimiz bir hedefi var. Bu da onun ekonomik olarak gelişmesini sağladı. Bir başka yerde yine modern anlamda demokratik olarak kabul edemeyeceğimiz bazı Afrika ülkeleri de ilk etapta vatandaşlarının gelirlerini arttıran, eğitim, sağlık ve alt yapı gibi hizmetleri iyileştiren kendi milli projelerini hayata geçirmekte başarılı oldu. Tüm bu deneyimleri anlatmamızın nedeni dışarıdan rejimlerin nasıl görüldüğünün önemli olmadığını söylemektir. Asıl önemli olan yolsuzluk ve benzeri sorunları aşarak var olan tüm güçle uygulanan bilimsel planlara dayanan ve ekonomik, sosyal kalkınmayı gerçekleştirmeyi amaçlayan belirli bir hedef ve gelişmeci bir projeyi hayata geçirmek için çalışmaktır. Bazı ülkelerin ise ne inandırıcı bir gelecek projesi ne de ulusal misyonlarını gerçekleştirmek için bilime dayalı bir planı bulunmuyor. Bu şekilde yönetilen ülkelerde rejim boş ve asılsız sözler ile sloganlara dayanır. Ki bu sloganlar cehalete dayalı, içi boşaltılmış, doğru yönetimin yokluğunu hissetmemeleri için toplumlara verilen bir ağrı kesici görevini gören politik, sosyal ve kültürel sloganlardan ibarettirler. Toplumların yönetiminde cehalet ile kastettiğim budur. Iraklıları sessizliklerini bozmaya iten ve Suriye halkının tüm bu fedakarlıklara katlanmasına neden olan şey de bu içi boş sloganlardan ve cahil yönetimlerden kurtulma isteğidir. Aynı durum akıldan yoksun ve cahil güçlerin devleti ele geçirdiği Yemen için de geçerlidir. Çünkü bu güçlerin Yemen halkına daha fazla cehaletten başka sunacakları bir şey yok! Sonuç olarak cehaletin hem toplumun hem de bireylerin aynı ölçüde ödediği yüksek bir bedeli vardır.

Son olarak; bilimsel olarak toplumu yönetmenin artık katı ve evrensel kuralları var. Cehalet aracılığıyla yönetilen toplumlara gelince; onlar az gelişmişlik ve geride kalmışlık adı verilen yüksek bir bedel ödemek zorunda kalıyor. Bilim bugün dünyamızdaki en aydınlık silahtır.