Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Cemal Kaşıkçı’nın kaybolması olayından yararlanmaya çalışmak | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Suudi Arabistan vatandaşı Cemal Kaşıkçı nerede?

Kaybolmasından kim sorumlu?

Nerede ve nasıl kayboldu?

Bu önemli sorular herkes tarafından soruluyor ve tamamen meşru sorular.

Bazılarının cevabı açık bazılarının cevabını vermek ise hala zor ama bir yorum yapılabilir.

İlk olarak; Cemal Kaşıkçı bir Suudi Arabistan vatandaşıdır.

Suudi Arabistan’dan ayrıldı ve hükümeti ile uyuşmayan bir siyasi yolu seçti. Ama buna rağmen, başlangıcından itibaren krize açık ve net çizgilerle açıklık getiren Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçisi Halid bin Selman’ın açıkladığı gibi bazı Suudi Arabistanlı sorumlular ile ilişkisi sürüyordu.

Aynı şekilde büyükelçi, Cemal Kaşıkçı’nın Washington’da ikamet ettiği süre boyunca Suudi Arabistan Büyükelçiliği’ni ziyaret ettiğini, kendisinin siyasi bir muhalif olarak görülmediğini ve Suudi Arabistan’ın her vatandaşı gibi onu koruyacağını ve başına neler gelmiş olabileceğini araştırdığını vurguladı.

Kendisini tanımayanlar için söyleyeyim Cemal Kaşıkçı, iki kez genel yayın müdürlüğü makamını kaybetmiş bir gazetecidir.

Yayına başlamasının ardından birkaç saat içinde kapatılan bir haber kanalını yönetmiştir.

Kapanma nedeni; siyasi gerçekleri ve verilerini idrak edememek ve toplumun hassasiyetleri ilgili farkındalık kaybıdır.

“Arap Baharı” sırasında Cemal Kaşıkçı, Suudi Arabistan ve İhvancı Mısır arasında arabulucu olabileceğini düşünmüştü ama bunda başarılı olamadı.

Arap Baharı’nın tamamen başarısız olmasının ardından ise devrimlerin başarılı olduğunda ısrar eden azınlık arasında yer aldı.

Zaman, mekan ve kaybolan kişi biliniyor.

Bu soruların cevapları açık.

Geriye tam olarak ne oldu, nasıl oldu ve sorumlusu kim soruları kalıyor.

Bu üç soruya hala resmi bir cevap gelmedi.

Genel olarak olayı anlamak için kendisini çevreleyen koşulları araştırmalıyız.

İşin güvenlik sorumluluğu Türkiye devletine aittir. Çünkü olay topraklarında yaşanmıştır.

Türkiye toprakları son yıllarda tüm uluslararası istihbarat servislerinin, her çeşidiyle yerel ve uluslararası mafya gruplarının şüpheli hareketlerine şahit olmuştur.

Aynı şekilde yıllardır hala çözülemeyen suikast ve tasfiye olayları da yaşanmıştır.

Buna ek olarak, Türkiye’de DEAŞ’tan Nusra’ya terör örgütlerinin büyük ölçüde ve düzenli lojistik faaliyetlerine de şahit olunmuştur.

Bunlar mekansal ve zamansal olarak Türkiye’de hakim olan iklimi açıklamak için önemlidir.

Katar devleti 20 yıldır Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve Arap ülkelerine düşmanlık besliyor. Hem Sünni hem de Şii terörün en güvenilir destekçisi olarak hareket ediyor.

Suudi Arabistan ve müttefikleri tarafından Müslüman Kardeşler’in (İhvan) bir terör örgütü olarak tanımlanması, terörü doğrudan destekleyen Katarlı yetkililerin arananlar listesine dahil edilmesi ve son olarak yaklaşık 1,5 yıl önce tarihi bir karar alınarak Katar’ın boykot edilmesi Katar’ın tüm terör araçlarını sabote etmiştir.

Katar, boykotun ardından gücünü büyük ölçüde kaybetmiştir. Ama buna rağmen, elinden geleni yapıp imkansızı gerçekleştirmeye çalışarak Suudi Arabistan ve müttefiklerinin fikirlerini değiştirmeye çalışmıştır.

Ama ne Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri içerisinde ne de İran’ın uzantılarını kovmak için adil bir savaş yürütülen Yemen’de başarılı olamamıştır.

Daha önce terör örgütleri ile ittifak yaparak kargaşa çıkarmak istediği her yerde kaybetmeye mahkum olmuştur.

Mısır’da, Bahreyn’de, Suudi Arabistan’da ve BAE’de kaybetmiştir.

Suriye, Libya, Irak ve Lübnan’da kayıpları gittikçe artmaktadır.

Bölgede Arap düşmanı olan iki projeye yani İran ve radikal projelere sığınmak da kendisine bir fayda sağlamamıştır.

Katar’ın benimsediği stratejik inat politikası göz önüne alındığında mantıken akla şu geliyor; Görünüşe bakılırsa Katar, içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulmak için Arap Baharı olarak adlandırılan süreçte kısmen başarılı olan yıkım ve kaos yayma politikasının temel gücüne yani medya gücüne dönmeye karar verdi.

Medya gücü ile Al-Jazeera TV gibi Arap halklarını hedef alan medya araçlarını kastetmiyorum bilakis büyük Batılı medya araçlarına yaptığı dev yatırımlarını kastediyorum.

Aynı şekilde başta Suudi Arabistan ve müttefikleri olmak üzere Arap ülkelerine düşman olan Batlı “sol” ve “liberal sol” kurumları, yazarları, yetkilileri ve politikacıları desteklemesini kastediyorum.

Dolayısıyla, bu olaydan yola çıkarak şunu sormalıyız; Katar, Suudi Arabistan’a düşman bir uluslararası kamuoyu oluşturmayı başardı mı?

Bu sorunun cevabı da içerisinde birçok soru barındırıyor.

Bunlardan birincisi; Katar belirli bir tarihte ve mekanda neler yaşandığını nasıl öğrendi?

Daha olayın ilk saatlerinde, ünlü sunucuları sanki tanık olmuşlar gibi bir kaçırılma, suikast, işkence ve cesedin parçalara ayrılmasıyla ilgili ayrıntılı anlatımlar ve hikayeler anlatmaya başladı?

Şüphesiz bu çok kuşku uyandırıcı bir durum!

Yine Katar hiçbir güvenilir kaynağa dayanmadan, kendi kurgusunu, detaylı senaryosunu desteklemesi için Reuters ve New York Times gibi küresel haber ajanslarını ve gazeteleri nasıl ikna edebildi?

Bu durum medya araçları açısından habercilik ilkelerinin ihlal edilmesi demektir.

Ki New York Times belki de hakkında açılabilecek davalardan korktuğu için daha sonra özür dileyerek bazı tweetlerini sildi.

Üçüncü ve acı olan soru ise, Suudi Arabistan gibi büyük bir ülke ve BAE gibi önemli müttefikleri, bölgede ve dünyada başarılı modellerini sundukları dev kalkınma ve reform projelerini korumak için Batılı medya araçlarını nasıl etkileyebilir?

Çünkü açıkça görülüyor ki, bu alanı sadece Katar’ın yatırımlarına açık bırakmak çok zararlıdır. Bu açığın en kısa sürede telafi edilmesi ve düzeltilmesi gerekir.

Kaos yaratmak ve düşmanlara karşı kamuoyu oluşturmanın en etkili yolu bir boşluk yaratmaktır.

Türkiye’nin harekete geçmekte gecikmesinin, bu olayda boşluk yaratılmasına katkıda bulunduğunu da itiraf etmeliyiz.

Ama tam olarak bu olayı sorgularken şunu da sormalıyız; Katar, olayın tüm kötülüğünü Suudi Arabistan’a yükleme amacında başarılı oldu mu?

Cevap; kesinlikle hayır!

Bunun yerine tüm Arap toplumları nezdinde yıkıcı rollerine karşı daha fazla düşmanlık ve kin yaratmayı başardı.

Herkes Katar’ın nefret, hilekarlığının ve ihanetinin boyutunu, bunu sürdürmeye nasıl da hazır olduğunu görmüş oldu.

Yeni Suudi Arabistan bölgedeki ve dünyadaki politik oyunların kurallarını büyük ölçüde değiştirdi.

Bu da bölgesel ve küresel taraflardan birçoğunu endişeye sevk etti.

Bölge ülkelerinin istikrarına verdiği sürekli destek, bir askeri operasyona girişecek kadar İran ve köktenci eksenin desteklediği kaosa şiddetli bir şekilde karşı çıktı.

Bunun yanında birçok krizde, gücünü daha önce görülmemiş bir şekilde herkese göstermeye başladı.

İsveç ile yaşadığı kriz, İsveç’in özür dilemesi ile sona erdi.

Aynı şekilde Almanya ile yaşanan krizde de Almanya sonunda özrünü belirtti.

Kanada da özür dileyecektir.

Katar da gün gelip boyun eğecek ve özür dileyecektir.

Bu büyük ve hızlı gelişmeler başta bölgedeki düşmanları olmak üzere birçoklarını endişelendirmektedir.

Son olarak; Öncelikle bir insan olarak Kaşıkçı krizinin olumlu bir şekilde son bulmasını umuyoruz.

Kuşkusuz Türkiye-Suudi Arabistan Ortak Çalışma Grubu olayın doğru yönde ilerlemesini sağlayacaktır.