Ülkenizin hem ticaret hareketliliğini hem de güvenliği etkileyecek stratejik bir noktada bulunması, coğrafyanın bir lütfudur.
Ancak bu lütuf, sizin onu değerlendirme biçiminize göre iş görür.
Sonra stratejik konum bir nimetken, ülkeyi büyük veya bölgesel güçlerin öğünü haline gelmekten koruyacak akılcı politikaların olmaması halinde bir külfete dönüşebilir.
Eski kamplaşmalar dünyasında küçük ülkeler, yerlerini korumak için birine veya ötekine bedel ödemek zorundaydı.
Bazı durumlarda ise bir kamptan diğerine geçmek için yüksek bir bedel ödemekle yükümlü oluyordu.
80’lerin ortasında dünyada Sudan-Eritre sınırındaki açlık kampları hakkındaki konuşmalar arttı.
O dönemde Lübnan’da yayınlanan Nehar gazetesi beni oraya göndermişti. Çıkan haberleri içten içe abartılı buluyordum. Zira bir çocuğun bir damla süt veya bir parça ekmek bulamadığı için öldüğüne inanmak bana zor geliyordu.
Kampın dört bir yanını meraklı ve sorgulayan adımlarla gezdim.
Birden bir ses yükseldi!
Sesin geldiği yöne doğru koştum ve küçük bir ceset taşıyan Eritreli yaşlı bir adamı bir mezar arayışı içerisinde buldum!
Sorduğumda küçüğün açlıktan öldüğünü ve dedesinin onu gömmek için taşıdığını, bu sahnenin günde defalarca tekrar ettiğini söylediler.
Sonra birkaç genç kampın etrafında mezar kazmaya koyuldu.
Garip olan dedenin suskunluğunu korumasıydı.
Belki de tekrarlanan bu ölümler, onu ağlayıp feryat etmenin faydasızlığına ikna etmişti.
O gün bir rejimin halkı için yaptıklarını attığı sloganlar, milliyetçi söylemler ve zafer iddiaları ile değil de sağladığı iş, aş ve eğitim imkânları ile ölçmeyi öğrendim…
O dönemde başka bir sahneye daha tanıklık ettim;
Eritreli hareketler, özgürleştirmenin hayalini kurdukları Eritre topraklarında gerçekleştirecekleri konferansa birkaç gazeteci davet etmişlerdi.
Mengistu uçaklarının saldırılarından duyulan dehşet havasında Etiyopya topraklarına sızmak için Eritreli savaşçıların eşlik etmesi gerekiyordu.
Orada birkaç gün geçirdik, fakirlik ve zulüm vahşetinin ağırlığı altında yaşayan halkın çektiği eziyetin ölçüsünü hissedebildik.
O gün bize Eritrelilerin özgürlük için verdiği savaş, Filistinlilerin bağımsızlık hayallerine benzer şekilde bitimsiz olacakmış gibi gelmişti.
Öyle ya kimse Sovyetler Birliği’nin tarihin tozlu sayfalarına gömülmek üzere dünyamıza veda etmesini beklemiyordu!
Afrika Boynuzu’nun stratejik konumu onu, büyük devletlerin stratejilerinde ve bölge ülkelerinin ilgi alanlarında sabit bir öğe haline getirdi.
Boynuz ülkeleri, Hint Okyanusu’na bakıyor ve Babu’l-Mendeb boğazının yer aldığı Kızıldeniz’in güney girişine hükmediyor.
Bu demek oluyor ki bu bölge, güvenlik kaygıları ve filo seferlerinin yanı sıra ticari hareketlilik ve enerji takviyesi için de hayati bir öneme sahip.
Kızıldeniz limanları da aynı şekilde Arap Körfezi ülkelerinin ekonomisi ve ulusal güvenliği için hayati değerde. Hem sonra Afrika Boynuzu ülkeleri, Nil’in kaynaklarını da kontrolünde bulunduruyor. Bu da Mısır’ın istikrarı, ekonomisi ve güvenliği için büyük önem arz ediyor.
Bölge, bu stratejik konumda mevzilenmek için uzun yıllar büyük müdahalelere karşı göğüs gerdi.
Bu durumun en iyi örneği 1977’de yaşanan olaydır. Bu tarihte Somali ve Etiyopya arasında Ogadin savaşı patlak verdi. Bu savaş, Addis Ababa’yı Sovyetler Birliği’nin askeri danışmanlarını 18 bin Kübalı asker ve ‘Aden’deki Yoldaş Güçler’ arasından 2 bin adamla birlikte göndermesi ile gerçekleşen yenilgiden kurtarmak için verildi.
Sovyetler’in o günkü müdahalesi tam anlamıyla bir savaşa dönüştü. Tıpkı Putin Rusya’sının müdahalesinin son zamanlarda Suriye’de yaptığı gibi.
Bölge ülkeleri, savaşların, parçalanmaların ve sınırlar üzere yaşanan çekişmelerin hatırasından da muzdarip.
Nitekim her devlet, komşusunun istikrarını sarsma ve muhalifleri barındırma siyaseti güttü.
Bu intikamcı siyasetin doğurduğu ortam, 1998 yılında Etiyopya-Eritre savaşına yol açtı ve geride yüz binden fazla ölü bıraktı.
Bu çekişmeler sırasında fakirlik derinleşiyor, sığınmacıların sayısı yükseliyor, ekonomiler gerileyerek gençleri fakirlik, milisler, fanatizm veya göç hayali karşısında kararsız bırakıyordu.
Büyük devletler, Afrika Boynuzu’nda varlık gösterme yarışına girdiler.
Cibuti’ye askeri bir adım atma fırsatı bulan son ülke Çin oldu ki bu ülke, küresel düzeyde yürüttüğü kapsamlı atağının bir parçası olarak Afrika’ya yönelik dikkate değer bir atak başlatıyor.
Söz konusu atak, ‘Yol ve Kemer’ sloganı altında ekonomik bir atılımdır ve buna Çin devinin artan siyasi ağırlığı ve askeri harcamaları eşlik etmektedir.
İran da kendi çapında bu bölgede doğrudan veya Husilerin füzeleri üzerinden birtakım atılımlarda bulunmaya çalışıyor.
Cidde’nin tanıklık ettiği tarihî olay, bu büyük tablo çerçevesinde anlaşılabilir.
Dün, Etiyopya Başbakanı Abi Ahmed Ali ve Eritre Devlet Başkanı Isaias Afeverki, Hadim-i Harameyn-i Şerifeyn Kral Selman b. Abdülaziz’in doğrudan gözetimiyle barış için nihai bir anlaşma imzaladılar.
Bu tarihi olay için Cidde’nin mekân seçilmesi, Suudi Arabistan’ın gösterdiği ve BAE’nin eşlik ettiği çabaların meyvesini verdiğinin göstergesidir.
Doğrusu Etiyopya’da genç ve bilge bir yönetimin iş başına geçmesi, bu adımın harekete geçmesini sağlayan sebeplerden birisiydi.
Şu çok açık ki Abiy Ahmed, işbirliğinde nitelikli bir aşamaya geçmek için içeride ve dışarıda sıfır sorun politikası güdüyor.
Zira ekonomik kalkınma, gelişme ve istikrarın yolunun buradan geçtiğinin bilincinde.
Başkan Aferverki’yi yeni bir yola girmeye ikna etmek için taviz vermek kolay olmadı ancak zor kararlar olmadan hadiselerin akışını değiştirmek mümkün değil.
Cidde’de yapılan Etiyopya-Eritre zirvesi, diplomasi, ekonomi ve güvenlik açısından büyük bir başarı; fırtınalı bir dünyada istikrarı gerçekleştirmek için de önemli bir adım.
‘Hedasi Barajı’ konusundaki güvencelerden Eritre ile sınır açılımına kadar olan çizgide Etiyopya Başbakanı, geçmişin değil geleceğin savaşlarında yeni ve önde gelen bir oyuncu olarak kendini gösterdi. Abi Ahmed ve Afeverki, gelişme mantığını zafer mantığının üzerine çıkaran ikili olarak tarihe geçecek.
Afeverki, fakirlik, işsizlik ve teknolojik geriliğe karşı kazanılan zaferin Etiyopya’ya karşı kazanılandan daha önemli olduğunu idrak etti. Abiy Ahmed ise başından beri gelişmenin içeride ve dışarıda istikrarın bekçisi olduğunun farkındaydı.