Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Çin ve ABD… İşaret dili ile savaş | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Güçlünün birinci düşmanı, onunla aynı çizgiye ulaşmaya çalışan ya da sahip olduğu gücün odağını aşanlardır. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından ABD rahat bir nefes almıştı. Çünkü en büyük rakibi olan bu ülke, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından uzun yıllar süren Soğuk Savaş arenasını terketmişti. Büyülü ekonomi mucizesini gerçekleştiren Japonya’da zaten ABD ve aynı şekilde Avrupa’nın söz dinleyen müttefikleri arasındaydı. Yumuşak ve fısıltı dilini çok iyi bilen Çin ise Mao Zedong’un kitabını geçmişin müzesine terkederek, yeni lideri Deng Şiaoping’in arkasında uzun yıllar sürecek yolunu şekillendiriyordu. Ancak bu sefer takip ettiği yol askeri değil ekonomikti. Mao Zedong’un kırmızı kitaptaki fikirlerinin yerini realist bilge Deg Şiaoping’in düşünceleri aldı. On yıldan fazla bir süre boyunca; sanayi, tarım ve eğitim aracılığıyla ekonomik kalkınma ve gelişme, altyapının rehabilitasyonu, doğum kontrolü alanında katı bir siyaset takip ederek nüfus patlamasının kontrol altına alınması gibi politikalar Çin’in ulusal takıntısı haline geldi.

ABD, George Bush ve Barack Obama dönemlerinde, benzersiz bir kalkınma deneyimi yaşayan Çin’in bu kapsamlı atılımını yakından takip etti. Çin; sahip olduğu o büyük insan gücünü, kendisini dibe çeken bir ağırlık yerine yükselmesini sağlayan bir enerjiye dönüştürmeyi başardı. Çin ve ABD arasındaki ilişki; ticaret, ithalat ve ihracat rakamlarından çok daha fazlasıdır. Mesele bunlardan çok daha büyük ve tehlikelidir.

ABD küresel strateji haritasında sürekli bir şekilde mevzi kaybederken Çin bu haritadaki konumunu gittikçe güçlendiriyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama buna karşı koymak için askeri bir strateji belirlemişti. Bu stratejinin dayandığı noktalardan biri de Çin’in karasularını savunabilmesini engellemekti. Başkan Obama, kullanılmaya başlanmaması gereken bir seçenek sunmuştu. Ancak bu seçenek, Cumhuriyetçilerin ve kıdemli ABD askeri komutanların güçlü muhalefeti ile karşı karşıya kaldı.

Güney Çin Denizi sorunu, ABD’nin güneydoğu Asya’daki askeri varlığını ilgilendirmektedir. Güney Çin Denizi’ndeki ABD-Çin çatışması, ABD’nin en önemli müttefiği Japonya ve birçok devleti kapsamaktadır. Bunlar; Malezya, Singapur, Endonezya, Vietnam, Filipin ve Tayvan’dır. Uluslararası deniz taşımacılığının üçte biri Çin denizinden geçmektedir. Bu da yaklaşık 7 trilyon ABD dolarına denk gelmektedir. Yani Panama kanalından geçenlerden 15 kat ve Süveyş kanalından 3 kat daha fazladır. Dolayısıyla bu deniz, küresel ticaret ağının çok değerli bir halkasını oluşturmaktadır. Bu denizi kontrol etmek, küresel deniz ticareti ağlarını da kontrol etmek anlamına gelmektedir.

Askeri açıdan Çin’in kendi özel hesapları var. Aynı şekilde Çin ile hiç bitmeyen tarihsel bir düşmanlığı olan Japonya’nın da kendine has hesapları bulunuyor. Yine ABD’nin de Japonya ile güçlü ittifak gibi askeri hesapları var. Çin denizindeki adaların kontrolü için yürütülen mücadelenin asıl tarafları Çin ve Japonya’dır. ABD’de ise bu mücadelede Japonya’yı güçlü bir şekilde desteklemektedir. Bu da iki taraf arasındaki askeri güç hesaplarını dengesiz kılmaktadır. ABD’ye ait uzun menzilli nükleer bombardıman uçakları, Avustralya ve Guam’da bekliyor. Buna karşılık Pekin de Çin denizindeki dağınık adalar üzerinde askeri üsler inşa etmeyi sürdürüyor. Çin, ABD’nin kendisini bir müttefik halkası ile çevrelemeye çalıştığını düşünüyor. Ki bu da ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı kullandığı stratejiye benziyor. Ancak Çin askeri açıdan ABD’ye karşı koyamayacağını da çok iyi biliyor. Çünkü ABD’nin onlarca uçak gemisi bulunurken Çin’in sadece bir tane küçük uçak gemisi bulunuyor. Aynı şekilde Çin’in nükleer silahlar cephanesi ABD’ninki ile karşılaştırılamaz bile. Buna ek olarak, ABD’nin müttefiği olan Japonya da askeri gücünün Çin askeri gücünü aştığını düşünüyor. Güç hesaplarında tüm bunları göz önüne aldığımızda, Çin’in ABD ile doğrudan ya da Japonya’ya saldırarak dolaylı yoldan bir askeri çatışmaya girme olasılığı çok düşük görünüyor.

Çin’in sakin ve doğası gereği dikkatli diline rağmen, medyada ve resmi çevrelerde ABD ile Çin arasında yaşanacak bir askeri çatışma uyarısında bulunan bazı sesler de var. Çin Savunma Bakanı, Güney Çin Denizi’nde uzun sürecek bir ulusal savaşa hazırlıklı olunması çağrısında bulundu.

Burada aklımıza gelen soru şu: Başkan Trump’ın Çin ile giriştiği geniş ticaret savaşlarının ABD’nin Çin denizindeki askeri stratejileri ile ilişkisi nedir? Bu soruyu cevap verebilmek için Trump’ın ulusal ve uluslararası siyasi ve ekonomik projelerini ayrıntılı bir şekilde açıkladığı seçim kampanyasını hatırlamamız gerekir. Trump ne aklından geçenleri saklıyor ne de nezaket veya diplomasi dilinin arkasına saklanıyor. En büyük takıntısı sermaye, sermaye ve yine sermayedir. Aklı sağır bir hesap makinesi gibi. Kısacası en çok önem verdiği şey: ABD’nin ne kadar kazanacağı ve ne kadar ödeyeceğidir. G7 ülkeleri, NATO’daki müttefikleri ve komşusu Meksika ile kendisini neredeyse çatışma noktasına getirecek kadar açık bir politika izledi . Çin’e gelince, Başkan Trump Çin’in ABD’yi ihraç ettiği ürünler aracılığıyla boğmaya ve parasını ele geçirmeye çalıştığını düşünüyor. Öyle ki, Çin’i “ABD’ye tecavüz etmekle” suçlamaktan bile kaçınmadı. Başkan Trump, önce ABD sloganı ile seçimleri kazandı. Ama bu önceliğin hangi alanda olacağını belirlememişti. Görünen o ki ABD’nin önce olması için birinci olması gerektiğini düşünüyor.

Ekonomik alanda Çin, ABD’nin birinci rakibidir. Hatta 2014 yılında ABD’yi bile geçmiştir. Çin başarı merdivenlerini güçlü bir şekilde tırmanmaktadır. Kısacası Trump’ın Çin’e açtığı savaş, savaş içinde savaşı barındırmaktadır. Avrupa ve diğer ülkelerden ithal edilen ürünlere uyguladığı vergiler, Çin’e karşı uyguladığı vergilerin sonuçları kadar küresel ticareti sarsmamaktadır. Çin ile ekonomik bir savaşı yönetmek, Güney Çin Denizi’ndeki askeri sürtüşmeler ve stratejilerden daha karmaşıktır. Çünkü iki ülke arasındaki ticari ilişkiler birbirine eklemlidir. Çin, ABD’nin en güçlü ticaret partneridir. ABD diğer hiçbir ülkeden ithal etmediği kadar ürünü Çin’den ithal etmektedir. Bu ithal ürünlerin ticari hacmi yarım trilyondan fazladır. ABD ise Çin’e yaklaşık 135 milyar dolar değerinde ihracat yapmaktadır. Trump, Çin’den ithal edilen ürünlere uygulanan vergileri arttırma kararına Pekin tarafından benzer bir karşılık gelmiştir. Bu adımın ABD vatandaşlarına ve bilhassa çiftçisine olumsuz bir yansıması olmuştur. Öyle ki ABD Başkanı çiftçilere 12 milyar dolar değerinde özel destek paketi sunmak zorunda kalmıştır.

Ancak ABD, Çin ile ticari ilişkilerinde derin bir yaradan müzdariptir. O da Çin’in sahip olduğu ve yaklaşık 1.2 trilyona ulaşan ABD tahvilleridir. Çin ABD’nin en büyük yabancı alacaklısıdır. Çin, ihracattaki rekabetli konumunu korumak amacıyla ve parası Yuan’ın sahip olduğu düşük değeri korumak için büyük oranlarda ABD tahvilleri satın alma yoluna gidiyor. Bu da Başkan Trump’ı en çok endişelendiren konulardan biri. Çin’in elindeki ABD tahvilleri iki tarafı da keskin bir silah gibidir. Çin’in bu tahvilleri satması halinde Çin Yuan’ı yükselecek ve bu da ihracat hacmine zarar verecektir. Ancak aynı zamanda bu hem ABD hem de küresel ekonomiye büyük bir darbe de vuracaktır.

ABD-Çin arasındaki ticari çatışmanın, ABD’nin diğer ülkeler ile yaşadığı çatışmalardan farklı bir doğası vardır. İki ülke arasındaki karşılıklı ticari ilişkilerin ve tahvilerin hacmi çok büyüktür. Karmaşık bir stratejik sorun olan Güney Çin Denizi sorunun, iki dev ülke arasındaki krizde önemli bir yeri bulunmaktadır. Ancak iki taraf arasındaki savaş, iki cephede de işaret dili ile sürdürülüyor. Acaba bu dil, tarafların bir uzlaşmaya varmasını kolaylaştırabilecek mi?