Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

De Mistura gidici ama önemli olan Suriye’nin gitmemesi! | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

BM’nin Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura, verimsiz geçen yıllardan sonra görevinden ayrılmaya hazırlanıyor.

Bu yıllar boyunca son derece çirkin uluslararası komplo mekanizmalarını görmezden geldi.

Rus liderliği, “silahlı kuvvetlerinin Suriye’deki askeri müdahalesinden bu yana, yaklaşık 88 bin silahlı muhalifi öldürdüğünü” bütün dünyaya övünerek ilan etti.

Rusya yaklaşık üç yıldan beridir buraya müdahale ediyor.

Suriye krizi gibi “karmaşık” bir konudan bahsederken, uygun kelimeleri veya isimleri seçmenin zor olduğunda şüphe yoktur.

Örneğin, “egemenlik” sözcüğünü, Suriye rejiminin Başkanı, bakanları ve BM’nin Suriye özel Temsilcisi, defalarca tekrar etmişlerdir.

“Terörizm”, “meşruiyet”, “istikrar”, “mutabakatlar”, “müzakereler” ve benzerleri yine sıklıkla kullanılan kelimeler olmuştur.

Mart 2011’de Suriye halk intifadasının patlak vermesinden bu yana duyduğumuz birçok kelime ve deyimin, aynı anda zıt bir anlama dönüştürülebileceğini öğrenmiş olduk.

Bu konuda Kremlin ve onun dışişleri bakanını hiç kimse geçemez. Şam rejiminin lehine ilk “Rus Vetosu”ndan beri, sözleri bağlamından koparma ve değişik anlamlar yükleme konusunda uzmanlaşmış durumdalar.

Sözgelimi Moskova, Suriye’deki “halk intifadasını” acımasızca bastırılması gereken bir “terör durumuna” dönüştürmeyi başarabilmiştir!

Hepimiz çok iyi hatırlıyoruz ki, siviller katledildi ve her şey yıkıldı, uluslararası inisiyatifler ve arabulucular başarısız oldu ve uluslararası toplum güvenilirliğini yitirdi ve nihayetinde insani bir trajediye ulaştık…

İlginçtir bazıları, kendi halkını öldürme konusunda hiçbir zaman tereddüt göstermeyen bir rejimin kurtarılmasına odaklandı.

Bu rejim her türlü fanatikliği ve aşırılı ortaya koymasına rağmen, yaptıklarına gerekçeler uydurması için fırsatlar verildi, farklı isimler altında gerçek bir bölünme hali yaşayan bir ülkede işlemiş olduğu korkunç şiddet eylemlerini haklı göstermesi için sözleri ve açıklamaları dikkate alındı.

Görev süresi Kasım ayı sonunda sona erecek De Mistura, BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye konulu toplantısında, “Genel Sekreterin talimatlarına uygun olarak, bu kritik ayda, kapsamlı ve güvenilir bir anayasa komitesi kurmak için etkili ve sıkı bir şekilde çalışacağını ve Soçi Deklarasyonu’nun uygulanması için elinden geleni yapacağını” söyledi.

İlginç olan, Soçi Deklarasyonu’nun uygulanmasına dair bu sözleri BM Güvenlik Konseyi’nde söylemesidir.

Zira Soçi sürecini başlatan Rusya’dır ve BM tarafından başlatılan “Cenevre Sürecinin” sona ermesi -hatta sona erdirilmesi- amacıyla başlatılmıştır. Başka bir deyişle, BM kendi kararlarını yıkmak için çalışıyor ve kendini etkisiz kılmaya çabalıyor.

De Mistura göreve başlayalı dört yıldan fazla bir süre oldu ve arzu etmediğimiz bir noktaya gelmiş bulunuyoruz.

Çeşitli seviyelerdeki birçok tutum ve davranışında bir kararlılığın olmadığına tanıklık etmiş bulunuyoruz.

Belki de en büyük ve en tehlikeli kararsızlıkları büyük güçler gösterdi, çünkü eski ABD Başkanı Barack Obama Suriye halkını kendi kaderine terk etti ve İran’la olan anlaşması uğruna bu ülke feda edildi ve Amerika’nın geri çekilmesini iyi değerlendiren Rusya, kademeli olarak yükselişe geçti.

Kremlin, diplomatik destekten askeri desteğe geçiş yaptı. Hatta fiili olarak burayı işgal etti. Geçiş koridorlarının idaresini gerçekleştirdi, Arabuluculuk rolü üstlendi, yerel “teslim olma” hadiselerinin denetimini yaptı.

Washington’un Suriye’yi Moskova’ya teslim ettiği -ya da meseleye dâhil ettiği- Suriye topraklarındaki İsrail-İran “birlikteliği formülü” için ABD ve Rus taraflarının düzenlenmeler yaptığı bir ortamda, bazı Arap tutumlarının dönüşmesi, Şam rejimiyle normalleşmeyi hızlandırmaya yönelik bazı seslerin yükselmeye başlaması ve Suriye rejiminin Arap Birliği ailesinin bir üyesi olması yönünde hazırlıkların yapılması gayet tabiidir!

Suriye konusuna Rus yaklaşımı meselesine dönecek olursak, son zamanlarda Singapur ‘un ev sahipliğinde düzenlenen bir askeri forumda Rus Savunma Bakanı Sergey Şoygu “88 bin silahlı muhalifin öldürüldüğünü” dillendirdi, ancak bu kez – “terörist” veya “radikal” kelimesini kullanmadı.

Fransız Haber Ajansı AFP’ye göre şunları da söyledi: “Operasyon boyunca 87500’den fazla militan yok edildi, 1411 kasaba kurtarıldı ve Suriye topraklarının yüzde 95’inden fazlası geri alındı. Silahlı unsurların büyük bir çoğunluğu tasfiye edildi.”

Şayet doğruysa bu rakamlar önemlidir. Ama daha önemlisi, Moskova, üç yıl önce, fiili müdahalesinden önce bile, Esed rejimine karşı silah kullanan herkesi “terörist” olarak niteliyor, dolayısıyla da hiçbir meşru talebin olmadığına, bilakis kanlı bir şekilde bastırılması gereken terörist bir saldırının varlığına inanıyordu.

Üzerinde durulması gereken başka bir taraf da, Bakan Şoygu’nun “silahlı muhalifleri” ortadan kaldırma konusunda Moskova’nın “Başarıları”ndan bahsederken verdiği inanılmaz rakamlardır. Şayet bu rakamlar doğruysa, hiç şüphesiz dikkat çekicidir. İkinci nokta ise, terörün ortadan kaldırılması için sivillerin hedef alınması en etkili çözüm olarak görülmektedir. Fakat aslında sorun, -Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de bunu son demeçlerinde dillendirmişti- DEAŞ örgütünün hala yıkıcı yeteneklere sahip olmasıdır. Bölge ve dünyanın çeşitli ülkelerinde saldırı gerçekleştirebilme gücünü hala korumaktadır.

“Kremlin Efendisi” ve başkan Şoygu, Yedinci Moskova Uluslararası Güvenlik Konferansı katılımcılarına tam olarak şunu ifade etti:” “Bu terör örgütü çökmüş askeri statüsüne rağmen, hala o büyük yıkıcılık kartını korumakta ve hızla taktik değiştirebilmektedir. Bölge ve dünyanın çeşitli ülkelerinde saldırı gerçekleştirebilme gücünü hala korumaktadır. Bu koşullarda, terörle mücadele başarısının pekiştirilmesini ve terörün önlenmesini sağlayacak yeni ve çok taraflı işbirliği biçimlerini birlikte ele almalıyız!”

Şüphesiz, Moskova, eski bir süper güç olarak, eski küresel statüsünü yeniden kazanma hakkına sahiptir. Bunu yapması için de Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD’nin dayattığı “tek kutuplu” dünyayı kırmak çok çalışması gerekmektedir.

Ayrıca Doğu Arap bölgesindeki “Ortodoks Hıristiyanlarının koruyucusu” olma rolünü ve Çarlık ihtişamını yeniden elde etme hayalleri kurma hakkı da vardır. Zira Moskova’nın kurduğu enstitüler, Katoliklerin kurduğu Cizvit (İsa’nın Askerleri) enstitüleri ile rekabet ediyordu.

Ve ayrıca, 1970 yılından beri yaşadığı, önce Mısır, ardından Yemen, Irak ve Libya’daki stratejik yenilgilerini telafi etmek için Suriye’de askeri üsler kurma ve Akdeniz’in sıcak sularında kendi askeri filosunu kurup buraya konuşlanma hakkına da sahip olabilir.

Bütün bunlar onun hakkı olabilir, ancak bunu gerçekleştirmek istediğine dair bir iddiası da yoktur. Kendisi sadece şu iki gerekçeyi öne sürüyor; Birincisi, tüm bu yapılanlar Suriyelilerin yararınadır.

İkincisi, terörizmin ortadan kaldırılmasını sağlamak için çalışıyoruz.

Aslen ikinci gerekçesinin, İngiltere’deki zehirli gaz saldırıları iddiası nedeniyle Batı Avrupa’da artık güvenirliği kalmamıştır.

ABD’de de güvenirliği kalmamıştır, zira Cumhuriyetçi senatör ve eski başkan adayı John McCain, Mayıs 2017’de Avustralya’daki bir televizyon röportajı sırasında şunu söylemişti: “Başkan Putin DEAŞ’ tan daha tehlikeli!”