Suriye’deki egemen güçlerin DEAŞ’a karşı zaferini ilan etmesinin üzerinden haftalar geçti. İlan listesinde Esed rejimin yanı sıra Rusya, İran ve ABD yer aldı.
Rusya Devlet Başkanı, DEAŞ’a karşı birliklerinin zafer kazandığını açıklayarak Rus güçlerinin çekileceğini ifade etti. Ayrıca Rusya Devlet Başkanı, Hmeymim’deki hava ve Tartus’taki deniz üssünde Rusya’nın varlığını sürdüreceğini ve Rus birliklerinin ise daimi konuşlanma yerlerine döneceğini belirtti. Esed rejimi, bu iki üssü Rus birliklerinin Suriye toprakları üzerinde bulunmaları için kendilerine ruhsat olarak verdi.
Aynı zamanda Washington, DEAŞ’a karşı ortak başarılarından sonra desteğinin müttefikleri Suriye Demokratik Güçleri’yle (SDG) sınırlı kalacağını duyurdu.
Fakat bu açıklamalardan sonra geçtiğimiz haftalarda DEAŞ’ın Suriye’nin çeşitli bölgelerinde toparlandığı ve hareket ettiğiyle ilgili peş peşe haberler ve raporlar ortaya çıktı. Bu bölgeler arasında Şam’ın güney bölgeleri, Dera ve Kuneytra’nın kırsal kesimleri, Hama kırsalı, İdlib’in güneyi ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki çeşitli yerler bulunuyor. Suriye’nin kuzeydoğusu, Deyr-i Zor’da bulunan Rusya, İran ve Esed rejimi açısından ve diğer yandan Rakka ve çevresinde yer alan PYD’nin komuta ettiği SDG ve ABD tarafından DEAŞ’a karşı yürütülen en önemli savaşlardan birisine sahne oldu. Hatta haber ve raporlar, bazı savaşlarda DEAŞ’ın ilerlediğini kaydetti. Bu da Rakka ve Deyr-i Zor’daki egemenliğini kaybetmesi sonucunda örgütün aldığı ağır kayıplara rağmen DEAŞ’a karşı yürütülen savaşın kesin bir başarı sağlamadığını gösteriyor.
Operasyonel verilere göre DEAŞ’a karşı elde edilen başarıyla ilgili şüpheler gerçek gibi duruyor. Belki de bu şüpheleri destekleyen en önemli şey, DEAŞ’ın hareketliliğinde ve son haftalarda girdiği savaşlarda gizli değildir. Aksine savaşı kazanan taraflardan hiç kimse, DEAŞ’a karşı kazandıkları başarının detaylarını açıklamadı. Örgüt tarafından öldürülenlerin, esir alınanların ve ele geçirdiği silah, mühimmat ve araç-gereçlerin sayısı belirtilmedi. Zira yıllardır biriktirdiği ve Suriye’nin kuzeyinde ve doğusunda geniş alanda egemenliğini korumak için kullandığı bu silahlar, örgütün tersanesini temsil ediyordu. Son zamanlarda Belçika’da yayınlanan bir rapora göre bu silahların çoğu, Çin, Rusya ve Doğu Avrupa’dan geldi. Ayrıca birliklerin savaş hazırlıkları yaparken Rakka ve Deyr-i Zor’dan kaçan DEAŞ unsurlarından ve liderlerinden geriye kalanların akıbetiyle ilgili bir açıklama yapılmadı. Öyle ki savaşan taraflardan hiç kimse, örgütün liderlerinin, savaşçılarının ve ailelerinin nereye gittiklerini söylemedi. Ki örgütün bu unsurları, radikal ve terör fikrinin sosyal ve ideolojik zeminini temsil ediyor.
Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Suriye ve Irak’ta DEAŞ örgütüne karşı yürütülen savaşlarda 4 bin DEAŞ savaşçısının öldürüldüğünü açıklaması, savaşla ilgili sızan en önemli bilgidir. Ancak bu, sadece Suriye’de mevcut olan DEAŞ unsurlarının toplam sayısına göre az bir rakamdır. Çavuşoğlu’nun Türkiye’ye gönderildiğini söylediği 5 bin örgüt unsuru da eklenirse kuzeydoğu bölgelerinde örgütün tahmin edilen sayısı, en düşük ihtimalle 12 bindir. Binlerce örgüt unsuru, hala Suriye’de savaşçı birlikler halinde bulunuyor. Örgütün diğer binlerce unsuru da saflarını yeniden düzenlemek ve çatışmalara tekrar başlamak için uyuyan hücrelere dönüştü.
DEAŞ’a karşı yürütülen savaşın gidişatı ve sonuçları, örgütün varlığının devam ettiğini ve geçmiş yıllardakinden farklı bir şekilde olsa da daha sonra genişlemesi mümkün operasyonların sürdüğünü gösteriyor. Bu, Suriye’deki siyasi ve askeri gelişmelerle ve çatışan güçlerle kuvvetli bir bağının olduğunu gösteren bir dönüşümdür. Sızan bilgiler ve birçok gerçek, çatışan güçlerin DEAŞ’la ilişkilerinin olduğunu ortaya koydu. Söz konusu gerçekler, çatışan güçlerin farklı çabalarla Suriye’de meydana gelenlerin Suriye ve Suriyeliler için rejimle muhalifler arasında cereyan eden bir çatışma değil de teröre ve radikalizme karşı yürütülen bir savaş olduğunu vurgulamak için DEAŞ’ı kullandığını gösterdi.
Gerçekler, DEAŞ’a karşı yapılan savaşta ne olduğunu ortaya koyuyor. Meydana gelen olayların amacı, DEAŞ’la çatışmayı bitirmek değil, tam tersine örgütün rolünü kısıtlayarak siyasi ve askeri açıdan Suriye savaşına devam etmek için örgütten geriye kalanları rollerini yapmaya sevk etmekti.
Bu şekilde siyasi varlıkları sayesinde terör ve radikalizmle mücadele teorisini sürdürmeye ve çatışan tarafların Suriye meselesinin siyasi yollardan çözülmesini istemediğini belirtmeye devam edecekti.
DEAŞ, askeri bakımdan Suriye’deki çatışmaların değişen haritaların çizmek için kullanılıyor. DEAŞ, özellikle İdlib, Dera, kuşatma altındaki Gota ve Şam’ın güneyi dâhil Şam çevresinde Esed rejiminin kontrolünden çıkan bölgelerin akıbetini neticelendirmek için rol oynuyor. DEAŞ örgütü bitirilip örgüte karşı gerçek anlamda başarı sağlansaydı bütün bu meseleler değişecekti.
DEAŞ’la savaşmanın önemine ve gerekliliğine rağmen geçen 4 yıl boyunca DEAŞ’a karşı mücadeleyi yürüten taraflar ciddiyetten yoksundu. Bu mücadeledeki son bölüm, nitelikli bir dönüşümü değil de sembolik bir dönüşümü temsil ediyor. Zafer olarak ifade edilen şey budur. Hâlbuki gerçek zafer, askeri savaşları kazanıp radikalizmi engellemek ve terörü kuşatmak için politikalar ve icraatlar yapmaktır. Belki de bu icraatlardan en önemlisi, sivil yerleşim bölgelerini bombalamayı durdurmak, kuşatılan bölgelerden ambargoyu kaldırmak, insani ve tıbbi yardımlar karşısında kapıları açmak, tutukluları serbest bırakmak, mülteci ve göçmenlerin memleketlerine dönüşüne izin vermektir. Bunlar, siyasi geçiş süreciyle ilgili olarak uluslararası kararlara dayanan siyasi çözümün ön şartlarıdır. Bu uğurda adım atılmadığı sürece aşırılık ve radikalizmi doğuran çevre, var olmaya devam edecektir. Söz konusu çevre, DEAŞ ve diğer radikal örgütlerin devam etmesini sağlayacaktır.
Suriye’de çatışan büyük güçlerin hepsi ya da çoğu, DEAŞ’la doğrudan bağlantıya sahipse Suriye meselesinin devam etmesinde siyasi, askeri ve operasyonel rolünün olduğunu görecektir.