Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

“Devletin” çöküşü “ve örgüt gizemi | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

 

“Adım Muhammed El Fehim, 23 Nisan 1990 Almanya’nın Kuzey’inde Dortmund şehrinde doğdum. Babam, annem ve ablamdan oluşan dört kişilik, Tunus’tan göçmeni bir ailenin en küçük oğluydum. Dolayısıyla, ailenin en çok sevilen ve ilgi gören üyesiydim. Diğer göçmen ailelerinin reisleri gibi, babam da az-çok özgürlükçü fikri savunurdu, annem ise tam tersine, Tunus gelenek ve göreneklerine sıkı sıkıya bağlıydı.’’

Tunuslu yazar Hadi Yammid’in, “Rakka’daydım” başlıklı kitabının giriş bölümü bu paragrafla başlar ‘Rakka, Suriye’nin Kuzeyinde Fırat Nehri’nin kıyısında bir kent olup DEAŞ’ın güçlü kalelerinden biriydi, Çevirmen’ Yammid, kitabında, Irak ve Şam İslami Devleti veya kısa adıyla anılan DEAŞ militan örgütüne katılan ve saflarında savaşan genç bir Tunuslu Alman olan Muhammed El Fehim karakterinin geçmişinin, dini ve sosyal oluşumunun iç analizini sunuyor. Kitaba göre, El Fehim, Tunus’tan Libya üzerinden Türkiye’ye gelip, oradan da Suriye’ye geçerek DEAŞ örgütüne katıldı.

Yazar ve düşünür Colin Wilson “Şiddetin Psikolojisi … İnsan Irkının Cinayet Tarihi” isimli bir kitap yazdı. Kitabında Wilson, insanlık psikoloji tarihinin kimyasında gezinerek, şiddet virüsüne bulaşan insanın ruhundaki sarsılmalardan meydana gelen boşluklara ışık tuttu. Kitap, bir kişinin, zihninde ve aklında bulunan her şeyi toplumsal, ahlaki değer ve kontrollerden koparak, kafasını, duygularını kan ve cinayetle şarj ederek, cahil ve bilinemeyen bir varlığa nasıl dönüştüğünü göz önüne seriyor. Wilson, ünlü kitabında, sabıka kaydı bulunmayan kişiler tarafından işlenen cinayetlerle ilgili gerçek olaylarla dayanan ve belgelendirilmiş vakaları inceledi. Ele aldığı bazı vakaların kahramanları insanlık, şefkat ve sevgi örnekleriydi.

Hadi Yammid, Muhammed El Fehim’le uzun saatler boyunca oturarak, El Fehim’in Almanya’daki gençliği, Tunuslu göçmen kimliğinin oluşumu hakkındaki uzunca bir konuşmasını dinledi, kaydetti ve analiz etti. Yammid’in analizlerine göre, Varoluşçu filozof Søren Kierkegaard’ın söylediği gibi, kaygı El Fehim’i seçim yapmaya zorlamış.

Varoluşçu kaygı darbeleri ve baskıları altında Muhammed El Fehim’in tercihi neydi? Toplumsal ve dini gurbetinde yani Almanya’da, çok bağlı olduğu annesini tatmin etmek için Tunus’a, geri döndü. Batı hayatının zevklerinden ve cazibelerinden dolayı yabancılaşma dünyasından sıyrılarak, annesinin kendisine hazırladığı ve uygun gördüğü İslam’ın Pan Arabist dünyasına daldı.

Yazar Hadi Yammid kitabının sayfalarında temel bir soru sordu: Bu kişilik içinde bir “DEAŞ” nasıl yaratıldı? Soruyu tekrar dile getiriyorum: “DEAŞ” kapsülü bu kişinin beynine nasıl zerk edildi? Colin Wilson’un insan ruhundaki şiddet unsurlarının anatomisi üzerine yazdığı kitaptan faydalanarak, Yazar Yammid’in El Fehim’in karakter okumalarını kullanarak bu sorulara cevap bulmaya çalışacağım.
Şiddet kapsülü üç unsurdan oluşur: kutsal cehalet, kutsal şiddet ve kanlı kin. Beyin hücrelerine yerleştirilen bu üçlü, bireylerin kafalarında bir “DEAŞ” beyni oluşturarak ve duyuları ve organları öldürmekten zevk alan serseri mayına çevirir. Bu serseri mayın başkalarını öldürmekten zevk aldığı gibi, kendini de yok etmekten zevk alan canlı bir bombaya dönüştürür.

Genç ve tecrübesiz Muhammed El Fehim Almanya’nın Dortmund şehrinden Tunus’un Nabil kentine taşınarak beyninin hücrelerini oluşturacak ikinci etkene veya ‘beyinlerin ideolojik olarak şekillenmesine’ yarayan faktörle tanıştı; annesi, dini söylem ve Filistin olayları.

Gerçeklik, inanç ve rüya arasındaki mesafelerle birbirinden ayrılan bu çeşitli istasyonlar arasında varoluşsal kaygının eli tarafından dikilen bir başağın içinde doğan bir benlik tohumu ortya çıkar. Peki, Tunuslu Müslüman Arap gencin yolculuğunda “ben” in yeri nerededir?

Hayal kırıklığı ortaya çıkıp benlik sorgulamasıyla etkileşime girdiğinde, insanın içinde sorular pınarı akar. Varoluş nedir? Hayat? Hayatın amacı nedir? ve başka sorular belirir ve insan beynini kemirir, O zaman da cevap göklerden gelir: Sen normal bir insan değilsin, istisnasın, yüzyıllar boyunca hayal edilmiş olan mutlak adalet ve güzel hayatın dişlisi olacak insansın. Ama dikkat, gaipten gelen haberlerle şekillenen bu dünya, öldüren, öldüren ve yine öldüren ellere sahip insanların yarattığı bir dünyadır. Barut kokusunun kapladığı büyülü rahimden doğan bir dünyadan bahsediyoruz. Onlara göre, güya, yeni hatta yepyeni ve sihirli rahimden doğan bir dünya. Narsisizmin benliğin en derin noktasını etkileyerek üreteceği bir dünya. Bu aşamada narsisizm, sorgulayan insanı ya yaratıcı olmaya ve hünerlerini yaratmaya yönlendirir ya da çeşitli seviyelerde şiddete bulaşmasına neden olabilir. Bu aşamada, sorgulayan kişi ve diğer insanlar arasında, psikolojik argümanı geçebilen sıvı içsel bir berzahın oluşturduğu bir çukur ortaya çıkar, ve bu çukurda insan yeniden şekillenir. Yammid bu psikolojik çizgileri geçerek, Muhammed El-Fehim’in karakterinde “DEAŞ”ın psikolojik evrenini anlamaya çalışıyor.

“Göçmen ailelerin çocuklarının kaybolması ve göç ettikleri toplumlarda erimesinden sürekli korktuğu için, annem dini görevlere daha fazla uymaya ve Tunuslu muhafazakar eğitimimi yükseltmeye hevesliydi.”

Bu cümle Muhammed El Fehim’in, yani potansiyel DEAŞ’lının, Yazar Hadi Yammid’le olan söyleşisinden bir bölüm. ‘Muhafazakâr’, terimi çok önemlidir. Bu kelime derinliklerinde bir kavramdan daha fazlasını yaşatır. Muhafazakar sözcüğü, içinde kelimelerin ve patlayıcıların çatıştığı bambaşka bir evreni barındırır. Muhafazakarlık terimi farklı bir toplumda işlerlik kazandığında, şiddetli çatışma tohumları büyür.

Bireysel bir durum olan vakamız, toplumsal proje yolunda ilerleme aşamalarını ele almaya devam ediyoruz. Tunus’a yerleşen Muhammed, annesinin gözüne girmek için, teorik yolculuğunu terk ederek eyleme girdi ve ilk olarak Kuran ezberlemeye başladı. Ardından, din hocalarından ders almaya başladı. Sonunda değişik radikallikte gençlerin olduğu ortamlara girdi. Bu gençler vatan içi ve dışında cihadi eylemlerin gerekliliğinden bahsettiler, Muhammed’e. Bir fetva işitti Muhammed; kimsenin zulme uğramadığı İslam Devleti kuruldu. Bu fetvaya dayanarak ‘Devlet’e’ bir muhacir ve göçmen olarak katılma amacıyla Suriye’ye gitmeye karar verdi.

Muhammed El Fehim’in Suriye’ye yaptığı yolculuğun istasyonlarından insanların vatanlarını bırakarak DEAŞ saflarına nasıl devşirildiğini anlayabiliriz. El Fehim’in anlattıklarının ayrıntıları arasında DEAŞ elemanlarının birçok ülkede bulunduğunu, lojistik destek, ulaşım, ikamet olanakları ve paranın yanı sıra diğer hizmetleri de sağladığını anlıyoruz. Muhammed El Fehim sonunda Rakka kentine ulaştı ve Tunuslu hemşerileriyle birlikte birçok savaş ve çatışmaya girdi. Fakat, sonraları DEAŞ’ın içine daha fazla girmekle birlikte, DEAŞ kadısı tarafından kırbaçlanmaya mahkum edilmekle kalmadı, bir çok işkence seansına maruz kaldı. Muhammed El Fehim Yazar Hadi Yammid’e, Tunus’tan göç edenler olarak inanıyorduk ki, Tunus’ta yaşadığımız tüm güvenlik tacizinin ve baskısı, DEAŞ’ın güvenlik mekanizmasının acımasızlığı ve korkusu karşısında hiçbir değeri yoktu.

Sonra, DEAŞ kendi komutanlarından biri olan ve Ebi Ducane ismiyle anılan Tunuslu Muhammed El Zeyn’i ve diğer bir çok kişiyi öldürdü. Bu aşamada Muhammed El Fehim işkence ve ölüm devleti olarak nitelediği DEAŞ’tan kaçmaya karar verdi.

Sormamız gereken soru şu: Tunuslu DEAŞ’lı mekandan mı kaçtı, yoksa kanlı ideolojiden kaçarak kurtulma yolunu mu aradı? Mekan ve coğrafya ‘İslam Devleti’ yani DEAŞ öğretisinin bir parçası. El-Kaide örgütü, halifelik devletini kurmayı amaçlayan DEAŞ örgütlenmesinin aksine, yani bir devlet kurma konusuna önem atfetmedi.

El Kaide Örgütü, Amerika ve müttefiklerinin Afganistan’daki savaşında, Taliban’ın bir müttefiki olarak kalmasından dolayı büyük bir bedel ödedi. Bilindiği üzere, DEAŞ’ın ilk ve en önemli hedefi Hilafet devletinin kurulmasıdır, Irak ve Suriye’de beklenen çöküşünden sonra, hayatta kalan elemanları, rejimleri baskı altına almak, ülkelerin eklemlerine girebilecekleri delikler açmak için şiddetli kaos ve korku yaymak gibi bazı başka stratejilere başvuracaklar mı? Suriye ve Irak’taki örgüt unsurları tamamen ortadan kalktığında, bu hayati ve zor soruya yanıt bulmak, önümüzdeki dönemde çok büyük öneme sahip olacaktır.