Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Dini aydınlanma fırsatları ve engeller | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Son üç yıldır, biz Araplar olarak önceliklerimizin şu üç olgu etrafında dönmesi gerektiğini sürekli dillendiriyorum;

Dinde huzuru yeniden inşa etme, Arap ulus devleti deneyimini yenileme ve dünya ile olan ilişkileri düzeltme.

Yumuşak güç kurumları, özellikle de dini kurumlar, son beş yıldaki yoğun çalışmalarına rağmen, radikal hareketlere karşı mücadelede çok fazla etkili olamadıkları bilinmektedir.

Bu konuda bir fizibilite çalışması yapılması, konulan hedefler ışığında bunların gözden geçirilmesi gerekmekte.

Tabii ki El Kaide, DEAŞ ve uzantıları ile ilgili şiddet olayları Arap ülkelerinde ve daha geniş bir dünyada üçte bir oranında azalmıştır. Bunun nedeni, Arap makamları, Avrupa ve diğer ülkelerin yetkililerinin şiddet yanlısı hareketleri ciddiyetle ele almalarıdır. Bu güvenlik tedbirleri elbette dini kurumlardan beklenemez.

Ezher’de “Radikal Hareketlerle Mücadele” konulu 2014 konferansında söylendiği gibi dini kurumlar beş hedefe kilitlenmelidir: Din adına radikal eylem çağrılarına çeşitli şekillerde cevap vermek, camilerde bu türden faaliyetlerin yapılmasını engelleyerek şiddet yanlısı yeni nesillerin oluşumuna mani olmak, din eğitimi müfredatı geliştirmek, medya aracılığıyla evde eğitime daha fazla erişim sağlamak, diğer din ve kültürlerden insanlarla iletişimi yeniden kurmak için ulusal ve yabancı alanlarda çalışmak, Arap ve İslam dini kurumları arasında programlar, planlar, müfredatlar, eğitim ve öğretim araçları bazında yardımlaşmak…

İlk hedef olarak belirlenen İslam adına şiddetin gerekçe ve dayanaklarına cevap vermede şimdiye kadar iki yol takip edildi:

Arap ve İslam dünyasında şiddet ve kan akıtmanın yasaklanması.

Bu yol onlarca yıldır deneniyor ve saygın ülkelerin tamamı bu yola girmiştir. Fakat etkisi zayıf kaldı ya da birçok gencin şiddet yanlısı radikal hareketlere katılmasını engelleyemedi.

Bunun en önemli nedeni, bu genç erkeklerin sadece kendi imam ve vaizlerini dinlemeleridir.

İktidarlara veya dünyaya başkaldırmak için kendilerince onları motive edebilecek birçok gerekçe var.

Diğer yol ise; din, şeriat, cihad, sadakat, masumiyet ve din-devlet ilişkisi gibi kavramların çarpıtılmasını eleştirmektir.

Bu türden bir cevap verme ve kavramların tashih edilmesi daha ikna edecidir.

Birinci yolda olduğu gibi ikinci yolda da pek başarılı olunamadı. Bunun nedeni, bizim ve onların, gerekçelerini dayandırdıkları kaynakların aynı olmasıdır, yani her iki tarafın da klasik İslam kaynaklarını esas almasıdır. Bu klasik kaynağın Kur’an ayetleri veya nebevi hadisler olması fark etmez. Onlar delillerini Kur’an’ın zahiri anlamından, bizler ise Kur’an’ın tevili/yorumundan getiriyoruz. Onların ellerinde zahiren –bağlamından kopuk ele alındığında- şiddet ve şiddet yanlılarını destekleyen hadisler var, bizlerin elinde ise şiddet ve şiddet yanlılarına nefreti ifade eden hadisler var. Bu gençlerin şiddet yanlısı bir yola girmelerinin şu veya bu rivayetle ya da ayetle alakalı olduğunu iddia etmiyorum. Fakat ulaşmak istediğim şey, şiddet yanlısı bu radikal insanların artık yirminci yüzyılın militanları gibi olmadıklarıdır. Artık bu yeni neslin geleneksel fıkıh ve kelam alanında derinleşme veya tecdit/yenilenme çağrısı gibi bir derdi yok. Klasik temel kaynaklarda kendi görüşlerini destekler mahiyette ya da öyle zannettikleri bir delil buldukları zaman sadece onu seçip alıyorlar. Bizlerle onlar arasındaki tek müşterek nokta da bu kaldı! Dillendirdikleri “Hilafet” konusu da yabana atılacak bir konu değildir. Tekrar canlandırma ve onun üzerinden adam öldürme peşindeler. Hz. Ebu Bekir’in Ridde halkına (Zekât vermeyi reddedenler) yönelik uygulamasının yolundan gittiklerini söylüyorlar!

Bu gittikleri yolların ve anlayışların sıkı bir şekilde tenkit edilmesi gerekir. “İslam din ve devlettir” şeklinde yaklaşım sergileyenler karşısında artık susma imkânı kalmamıştır. Bu, cihatçıların temel söylemidir ve ulusal devlet fikrine karşı çıkarlar. Bu tür söylemlerde bulunanlar şiddete karışmamış olabilirler, bu onların fikirleri karşısında susacağımız anlamına gelmemektedir. Zira burada önemli olan dinin sıhhat ve selametidir. Evet şiddete bulaşmadılar ama biz şerre bulaşmayalım diye bu radikal unsurlara teslim olacak değiliz.

Yaşadıklarımız bize göstermektedir ki bu türden fikirler ve hadiseler patlak verdiğinde kendi dini kurumlarımız hazırlıklı değildi. Bunlar patlak verdikten sonraki süreçte dahi “bu durum bizim değil, ulus devletlerin sorunudur” şeklinde düşünmeye devam ettiler. Aslında ise bu, dinde bir yarılma ve tek bir İslam’dan birçok İslam’ın ortaya çıkması anlamına gelmekteydi. İslam âlimleri olarak bizler bu devasa sorunla siyasilerden daha ilgili olmalıyız. Çünkü şiddet kullanılmadığı sürece devlet dini bir gruba karşı olmayacaktır, oysaki şiddet içermese de radikalizm, bizleri başka bir dini anlayışa ve başka bir mecraya sürükleyebilir. Başkalarını sürekli tekfir edenler ellerinde kılıç olmasa da insanları sürekli ötekileştirmekteler. Bu Radikal unsurların ortaya koydukları diğer bir argüman da İslam’ın siyasi bir rejime sahip olduğudur. Onlara göre her bir Müslüman bu düşünceye sahip olmalı ve bunun için savaşmalıdır, zira farz hükmündedir. Aksi takdirde dinin temel bir rüknünü ihmal etmiş! sayılır. Bu durum, bizim dini ve siyasi tarihimizde görmediğimiz bir felakettir.
Din ve onun getirdiği huzur ikliminin ve yine bu dinin toplumsal, politik ve ahlaki uyum ve uygunluğuna dair kavramların çarpıtılmasının getirdiği korkunç sonuçlara ve bunun neticesinde patlak veren şiddet olaylarına hazırlıklı değildik. Dünyayı ve yeni nesillerimizi daha iyi tanımak için yetkin olmalıydık. Başkalarını düzeltmek isteyenler öncelikle kendilerini düzeltmeliler. Sonra, toplumlarımızda ya da dünyadaki diğer dini ve kültürel kurumlarla gerçek ilişkiler kuramadan on yıllar geçti gitti.

Merhum Kral Abdullah bin Abdülaziz, 2007 yılında “Dinler ve Kültürlerarası Diyalog Kurumu”nu kurduğunda, kıdemli Profesör Josef Van Ess bana şöyle dedi: “Bu mükemmel, ama Vatikan ve Dünya Kiliseler Birliğinin nasıl bir düşünce yapısına sahip olduğunu bilmek ve onlarla olan tarihsel sorunlarınızı unutmak zorundasınız…” devamında şunları da söyledi; “Ama her halükarda, radikal unsurlar toplumlarınızı çok fazla temsil etmiyorlar, bu unsurlar Batılı dini kurumlarla değil, ülkeler ve toplumlarla çatışıyorlar.” Müslümanları seven ve onlarla iyi ilişkiler kuran Van Nispen bana şöyle dedi: “Dini kurumların idari ve ilmi yapısı bu şekilde olduğu sürece, genç insanlar arasında birliktelik kurulamaz ve diğer dini kurumlarla da diyaloga geçilemez”

Son beş yılda, yetkinlik ve liyakat konusunda çok çalışma yapıldı ve küresel Hıristiyan cemaatlerle iyi ilişkiler geliştirildi. Ancak, daha önce de belirtildiği gibi, ulusal devletler konusundaki kafa karışıklığından dolayı kat etmemiz gereken bayağı bir mesafe var.

‘Şeriat kanunları ve onların tatbiki, Hâkimiyetin Allah’a ait olması ve İslami Rejim’ gibi söylemlerin ne ifade ettiğini, bizlerin iyi anladığı söylenemez. Bütün bu söylemler sadece devletlere değil aynı zamanda dine de zarar vermektedir. Katolik anlayış devletin göbeğinden çıkmasaydı devlet bitmiş olurdu. Bu nedenle, bu tür çözümlerin yararlı olduğu bir zamanda, hala uzlaşma arayışındayız.

Yeniden yapılanma, kavram ve yaklaşımların eleştirisini gerçekleştirdikten sonra ulusal devlet konusundaki kafa karışıklıklarını gidermeliyiz. Biz devlet kurumlarının bir parçasıyız ve bununla ilgili bir sıkıntı yok. Ama yapmamız gereken dört görevimiz var: Kullukta birlik, dini eğitim, fetva ve inananları bilinçlendirme… Bu görevler ancak devlet desteğiyle yapılabilir. Devlet bu dört görevin ifa edilmesinde gerekli hareket alanlarını açmalıdır. Devletin imkânlarından müstağni kalamayız. Aksi takdirde DEAŞ ve El Kaide’nin konumuna düşmüş oluruz. Devletler de, azalan yeteneklerimiz, aciliyetimiz, sabırsızlığımız veya eski komünist devletlere olan benzerliğimiz yüzünden bizlerden yüz çevirmemelidir.

Bütün bu olgular değişim zamanlarında dinin stratejileridir. Dini, siyasi ve stratejik kargaşalar var. Dini ve siyasi kargaşadan kurtulmak için birlikte aydınlanmamız gerekiyor.