Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Donald Trump ve Carl Schmitt’in siyasi tayfı | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Donald Trump, gizlice Carl Schmitt mi okuyor? Bu fikir, ABD Başkanı Donald Trump’ın golf oynamak için İskoçya’ya uçmadan önce bir dizi doğaçlama açıklamalarda bulunduğu iki günlük İngiltere ziyaretinden bu yana günlerdir zihnimi meşgul ediyor. Trump’ın Rusya, Çin ve hatta Avrupa Birliği’ni (AB) tanımlarken ‘düşman’ kelimesini kullanması, bana Nazi filozofu Carl Schmitt’in kişiliğini hatırlattı.

Trump, “çok sayıda düşmanımız var” diyerek kendisini örtülü bir şekilde, sıradan vatandaştan, elit kesime halkın tamamını temsil eden tam bir devletin somut hali olarak tasvir etti.

Carl Schmitt, Katolik bir ailenin ferdi olarak, 1888 yılında Almanya’da dünyaya geldi. Hukuk eğitimi aldı. Son yüzyılın en büyük siyasi düşünürlerinden biri haline geldi. Schmitt’in hedefi, Thomas Hobbes’un, devletin tek ve mutlak güç olduğu anlayışını geliştirmekti. Hobbes’un teorisine göre devlet mutlak güç olmadıkça, medeni toplumu geliştirmek ve korumak mümkün değil. Schmitt, Hobbes’un teorisi ile ilgili çalışmalarına ilk başladığında, ‘Thomas Hobbes’un Devlet Kuramı Leviathan : Anlam ve Siyasi Sembol Başarısızlığı’ adlı özet bir kitap yazdı. Kitap, Alman Weimar Cumhuriyeti’nin sağ ve sol siyasi radikal gruplar tarafından parçalandığı ve sona geldiği kargaşa döneminde kaleme alınmıştı.

Schmitt, siyasetin dost ve düşman arasında sıkı bir ayrım yaptığı görüşünü savunur ve düşmanı keşfetmede üstün bir yeteneğe sahip olduğuna inanır. Devletin herkesi koruması ve hukuk ilkelerine dayalı, sosyal yükümlülükler bağlamında farklı fikirler ve grupların iktidar için rekabet etmesini sağlamada güçlü olması gerektiği görüşündedir.

Schmitt, 1933’te Almanya’daki genel seçimleri kazanan Nazi Partisi’nin (Ulusal Sosyalist Alman İşçi Partisi), Alman devletinin parçalanmasını engelleyebileceğine, hem dost hem de düşmanın kesin olarak belirlenmesini sağlayacak çerçeveyi çizeceğine inanıyordu. Bu hipotez, zamanla kendi inançlarından uzaklaştığını kanıtlayan Nazi Partisi’nin saflarına katılmasına neden oldu. Nazi Partisi saflarına katılalı henüz üç yıl geçmeden, partiden ihraç edilen Carl Schmitt, 2. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar ‘istenmeyen adam’ ilan edildi.

Carl Schmitt, 1960’larda akademik ve politik sahneye dönmek için mütevazı ve çekingen bir girişim başlattı. Bu girişim ilginç bir şekilde, hem sağ hem de sol akımların dikkatini çekti. Batı Avrupa’daki liberal sağcıları peşinden sürükleyen Fransız filozof Raymond Aron, Batı’daki siyasi gücün en derin gizemlerine nüfuz etmenin ilk adımlarında Carl Schmitt’in düşüncelerinden yararlandı. Sol kesimde ise, Marksist filozofu Slavoj Zizek, bazı temel teorilerini, Schmitt’in ilk çalışmalarından yaptığı okumalar üzerine inşa etti.

Carl Schmitt’in fikirleri, siyasetin doğruluğunu, zayıf koalisyon hükümetlerini karalamayı, her ülkenin karakterini etkileyen küreselleşmeyi, herkesi kendi karanlığında gerçeği veya hayali bulmaya cesaretlendiren kahramanlar yerine, sürekli olarak bir kurban arayışı içerisinde olmayı eleştirmek gibi farklı bağlamlarda kullanılabilir. Bu durum Başkan Trump’ın ‘yalan haberler’ olarak nitelendirdiği bilgiler için de geçerli.

2012 yılında yaptığım Çin ziyareti sırasında, Carl Schmitt kitaplarının Çin Halk Cumhuriyeti’nde en çok satanlar arasında olduğunu öğrendiğimde şaşırmıştım. Bununla birlikte Çin Devlet Başkanı ve Komünist Parti Lideri Şi Cinping de çok sayıdaki Schmitt okuru ve hayranı arasındaydı.

Donald Trump’ın Carl Schmitt’in eserlerinden herhangi birini okuyup okumadığından emin değilim. Schmitt’in bazı kitapları eski dostum Profesör George D. Schwab’ın çevirileri ve tanıtımları sayesinde İngilizceye kazandırıldı.

Belki de Trump, Schmitt’in yakın çevresindeki bir takım kişilerden ilham aldığı fikirlerden bazılarını kullanıyordur. Mesele ne olursa olsun, bu kavramın ve benzer kavramların Carl Schmitt’in fikirlerine ve kullanımına ne ölçüde dayandığını bilmek önemlidir. ‘Carl Schmitt’in konseptindeki ‘düşman’, sadece sizi zor bir rekabette, hatta doğrudan bir savaşta yenmek isteyen değil, sizi yok etmeye çalışandır’. Katolik dini terminolojinin epistemolojik kökenleri göz önüne alındığında, ‘düşman’ kelimesi, siyasi çatışmalardan çok dini çatışma kavramını ifade eder. Böylece Rusya, Çin ve AB’nin ‘düşman’ olarak tanımlanması, Carl Schmitt’in düşüncesinden tamamen ayrılıyor.

Başka bir açıdan, özellikle demokratik toplumlarda, ‘dost’ ve ‘düşman’ arasında seçim yapılabilir. Burada ‘düşman’, düşmanının yeryüzünden silinmesini istemiyor. Hatta bununla kalmayıp onu tüm isteklerine uymaya zorluyor. Ancak bunu yaparken, korumak istediği güçten, düşmanının pay almasını da engellemeye çalışıyor.

Bu açıdan bakıldığında, ABD’nin bugün devlet düzeyinde açık bir ‘dost’ ya da ‘düşmanı’ yok. Ancak ikinci durumda İran, solcu Birleşik Sosyalist Partisi iktidarındaki Venezuela ve en azından yakın zamana kadar Kuzey Kore gibi ülkelerden, ABD’nin ‘düşmanı’ olarak bahsediliyordu. Belki de Carl Schmitt’in düşüncesindeki gibi ABD ile aynı sahada oynama yeteneği gösterecek bir ‘düşman’ değillerdi.

Eğer Carl Schmitt’in yöntemini kullanmak istersek, ABD’nin biri açıktan diğeri de doğrudan rekabetçi seviyesinde olmak üzere bir takım düşmanları olduğunu söyleyebiliriz. Helsinki zirvesi öncesine kadar, Rusya’yı en azından Doğu Avrupa ülkeleri ve Orta Doğu’daki müdahaleleri nedeniyle bu kategoriye koyardım. Şimdi ise her şeye rağmen Rusya’nın açık bir uluslararası aktör ya da Donald Trump’ın dediği gibi rakip haline gelmesi ihtimali var. Bu durumda, İran, Venezuela ve Kuzey Kore rekabetçi seviyesinin altına iniyor. Ancak Çin bir takım ekonomik alanlarda kesinlikle bir rakip. Çin’in güçlü devleti, bir anlamda Carl Schmitt’in ideal devlet modeline Amerikan anarşist demokrasisinden daha yakın.

AB içerisinde ise bu durumu ölçmek oldukça zor. Birlik’teki 28 ülkenin tamamı, ABD’nin müttefiki. Hatta bazıları, Carl Schmitt’in teorisine göre “dost” olarak tanımlanabilir. Bazı AB ülkeleri ABD’nin rakibi oldukları halde, bunlardan bir veya bir kaçı ‘düşman’ olarak davranmaya istekli veya en azından buna yetenekli görünüyor.

Diplomasinin ve siyasi liderliğin görevi, Carl Schmitt’in siyasi tayfını aşarak, düşmanı rakibe, rakibi müttefike, müttefiki dosta dönüştürmektir. Belki de sıra dışı bir yol izleyen Başkan Trump’ın yapmaya çalıştığı da budur. Bu yüzden ona fırsat verelim. Siz ne dersiniz?