Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Dünya barışı için yeni bir İslami perspektife ihtiyaç var | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Müslümanlar dünyayla gittikçe kötüleşen ilişkilerden muzdariptir; artık mesele sadece diriliş ve radikal hareketlerin dünya sistemiyle çatışmasıyla alakalı değildir. Bilakis İslamofobya fenomeninin yükselişiyle beraber, kendilerinin ve bütün dünyanın güvenliğine tehdit oluşturduğumuz (!) bahanesiyle, bölgesel ve uluslararası güçlerin evlerimize ve egemenliğimize saldırma, yerinden etme ve yok etme yoluyla müdahale etmeye kadar uzanmasıdır.

Bu endişeler ve sorunların üstesinden gelebilmek için, Barışın Güçlendirilmesi Forumu Abu Dabi’de dördüncü kez düzenlenen bir konferans gerçekleştirdi.

Hedefi ise, dünyayla barış için İslami bir bakış açısı yaratmaktı. Birçok seminer ve çalıştay faaliyetlerinin aksine, amaç sadece bu ya da şu konuyu yenilemek ya da hatayı onarmak değil, aynı zamanda vizyon, söylem ve davranış biçimlerini temelden gözden geçiren kapsamlı bir anlatı ya da yorum oluşturmaktı.

Yaşadığımız bu coğrafyada her zaman “Din için statik fıkıh” ve “Yaşam için dinamik fıkıh” gerçeği olagelmiştir.

Modernitenin değişmesi ve ıslah hareketlerinin uluslararası sistemle mücadelesi sonucunda oluşan dengesizlik, “Yaşam için dinamik fıkıh” bununla baş etmek için konuyu yeniden ele almıştır.

Islah ve diriliş hareketleri iki fıkhi bakış açısı arasında bir uzlaşma ve uyum meydana getirebilmek, “Din için statik fıkıh” anlayışını yenilemek ve dinamik bir hal kazandırmak için büyük bir çaba sarfetmişlerdir. Ancak, bu düzen bir türlü oluşmadı. Mesele “din için fıkıh” cenahında olanların “Yaşam için dinamik fıkıh” cenahında olanlara baskı yapmasına kadar uzandı ve iki taraf arasında mücadele patlak verdi. Şu ana kadar da gerekli olan düzen ve uyum sağlanabilmiş değil. Bu da din ve radikal yapısında, yaşamda dengesizliklerin artmasına neden oldu.

Dini söylemin yenilenmesine yönelik 20. Yüzyıl boyunca beş büyük hareket büyük bir çaba göstermiştir.

Birincisi Muhammed Abduh ve bu ekolün temsilcileri olan ıslah hareketidir. Düşüncesini, yeniden uyanış için Sünnetullah’ın tesis edilmesi ve dini müesseselerin yenilenmesi üzerine bina etmiştir.

İkincisi Muhammed İkbal tarafından “İslam’da Dini Düşüncenin Yenilenmesi” başlığıyla ortaya konmuştur. İkbal bir taraftan fikir ve harekette yeniliği savunurken, diğer taraftan da geleneğin kısmen de olsa korunması gerektiği kanaatindedir.

Üçüncüsü ise Abdurrezzak Senhuri’dir. İslam hukukunun modernleşmesi ve medeni hukukla uyum içerisinde olması için çaba sarfetti.

Dördüncü olarak, Cezayirli entelektüel Malik bin Nebi, medeniyet tasavvuruna dair teoriler ileri sürdü. O, sömürgecilik ile ilgili büyük ittifaklarla, yeni ve gelişmiş şeylerin ortaya çıkabileceğini savunan ve jeostratejik bir bakış açısına sahip tek reformistti.

Beşinci akım ise, Dinin hedeflediği ilkeleri (Maksadları) ön plana çıkartıp yeniden canlandıran harekettir. İnsani meselelerin yeni bir bakış açısıyla ele alınabileceğini ve bu şekilde yaşam ve davranış biçimlerindeki müşterek noktalardan hareketle bütün dünyayla entegre olunabileceğini savunmuştur.

Bütün bu projelerde büyük bir başarı elde edilemedi ve halkın geneline yayılamadı. Çünkü, proje sahiplerini sağlam dayanak noktaları yoktu. Bu konuda bir tek İhyâ hareketleri düşünceleri değiştirmede başarılı oldular. Dengesizlikleri güç kullanarak değiştirmek istediler. Bu da hâlâ sıkıntısını çektiğimiz büyük patlamalara neden oldu.

Şu anda dini anlayış ve dünyanın görüşlerini değiştirme hususunda üç söylem öne çıkmıştır:

Birincisi, merhameti insanoğlu ile Yüce Allah arasındaki ilişkide en büyük değer olarak gören din anlayışı ki bu yeni bir şey değildir. Sadece kelamcıların kendi aralarında hangi değerin ve ölçünün esas alınacağı noktasında ihtilaf ettiği bir konudur. Mutezile bunun ancak adalet ilkesiyle, Ehl-i Sünnet ise, merhametle sağlanacağını düşünmüşlerdir. Elbette ki hakikati ve isabeti sadece kendi mezhebine hasretme ve sadece kendilerinin kurtulacağına inanma problemini de görmezden gelemeyiz.

II. Vatikan Konseyi (1962-1965) Katolik toplumlardaki “Günah Çıkartma” yani itiraf kültürü yaygınlığına rağmen Hıristiyanlıktaki bu problemi aşamamıştır. Merhamet dengesi iman-amel ilişkisini içerisinde barındıran eski bir sorundur. Ancak üzerinde çalışıldığında yeni bağlam ve anlamlar çıkarılabilir.

İkinci söyleme gelince; “birbiriyle tanışma” ilkesini insanlar arası ilişkilerde esas alan düşünce yapısıdır. Bu zaten Kur’ani bir nassa dayanmaktadır. Ancak, bu anlayışın açılımında çeşitli problemler ortaya çıkmıştır. Sebebi ise bu ayetlerin anlaşılmasında tevarüs edilen yorumlardır. Bu ayetten yola çıkarak savaş-barış, Daru’l-İman ve Daru’l-Küfr, din-devlet ilişkisi gibi hepimizin bildiği argümanlar ortaya çıkmış ve farklı yorumlara tabi tutulmuştur.

İhya hareketleri bunlara oldukça farklı anlamlar yüklediler ve bu anlayışlar zamanla kökleşerek iyice yerleşik hale geldi. Bilinç ve gerçekliğin büyük oranda aşınması sonucunda cesaretle savunulan büyük dini fikirler haline geldi. Böylece duygular harekete geçirilmiş, öfkeler ve kızgınlıklar patlatılmış oldu.

Görünen o ki üçüncü söylem veya yorum, son dönemlerde üzerinde çokça çalışılan bir konu olması hasebiyle kabullenilmesi de daha kolay olacaktır. Bu da: Dinin hedeflerini/maksatlarını ve zorunlu maslahatları öne çıkaran söylemdir.

Geleneksel fıkıh âlimlerine göre bunların sayısı beştir;

1.Hayat haklarının korunması
2.Aklın korunması
3.Dini özgürlüklerin/hakların korunması
4.Neslin haklarının korunması
5.Mülkiyet haklarının korunması

Bu korunması zorunlu haklar -yeni anlamıyla söyleyecek olursak-, hem kendi nefsini hem de başkalarını tanımasına olanak sağlamakta ve bazı sorumluluklar yüklemektedir.

Bu korunması zorunlu haklar ve maksatlar, bütün insanlığın ortak paydasını oluşturan ve başkalarıyla müşterek yaşamı düzenleyen değerlerdir.

Yeni anlayışla birlikte, birçoğu İslam’ın insan hakları bildirgelerinde bunların yer aldığını bildirdi. Önemli Katolik teolog Hans Küng şunları söyledi: “Dinler arasında sağlanacak barış dışında dünyada barış yok, dinler arasında da, evrensel ahlak bilincinin ortaya çıkması ya da ortak değerlerde buluşma dışında barış yok.”

Barışın Güçlendirilmesi Konferansında yüzlerce davetli ve katılımcı arasında zengin tartışmalar cereyan etti. Muhafazakârlık ve sorumluluk ile tutucu bağnaz anlayışın birbirleriyle karıştırılmaması gerektiğe dair bir anlayış hâkimdi. Her zaman karşımıza çıkan bu çıkmazdan kurtulmamız gerektiği vurgulandı. Aynı şekilde Şeriat’ı, devletin İslami olması yönündeki kanun olarak görmeyi reddeden bir anlayış vardı.

Tutucu, bağnaz dini anlayışa göre dünya ile olan ilişki Kur’an’ın bizlere bildirdiği “tanışma” ekseninde değil, sadece iman-küfür ekseninden oluşmaktadır.

Konferansta düşünce ve anlayış açısından yeni söylemler ve düşünceler ortaya çıktı. Barışın Güçlendirilmesi Konferansı oturum başkanı İbn Beyyihe, sosyal bilimci Ferhat Hasro Fahar’dan naklen İslamofobinin üç temel kavramla ilişkili olduğunu bunların da; Göç, şiddet ve kavrama şekli olarak sıralanabileceğini belirtti. Elbette bu kavramlar farklı şekil ve formatlarda ortaya çıkmakta.

Forumun konferanslarıyla ortaya konan, Arap ve İslam dünyasının öncelediği 3 gündem maddesine dönelim: Ulusal devletin kurtarılması, dinde huzur ve sükûnun sağlanması ve dünyayla olan ilişkinin düzeltilmesi.

Marakeş Beyannamesi’nde ve Abu Dabi’deki Ulusal Devlet Konferansı’nda ön plana çıktığı gibi: Vatandaşlık ilkesi, iyi ve akılcı yönetim; İslam ve Dünya Barışı Konferansı’ndaki en dikkat çekici unsur: Dinde huzurun tekrar sağlanması ve dünyayla olan ilişkinin düzeltilmesi oldu. Bu ikisi, din ve ümmetin hayatta kalması için gereklidir ve yeni bir felsefeye ihtiyaç duyarlar; artık eklemlenme ya da yenilemeyle bunun sağlanması mümkün değildir. Bilakis dinin ruhuna uygun olan, dinde huzur ve sükûnu getirmek için Yüce Allah ile olan ilişkide merhamet değerini göz önüne almak ve insanlarla olan ilişkide de tanışmayı temel almaktır. Bu şekilde barış ve güvenliği ve beş ortak değeri yeniden tesis etmiş oluruz.

Değerleri ve kurumlarıyla dünyanın bir parçası olmak istiyorsak, hak kavramını bir değer olarak korumalı ve insani, ileri ve yeni bir anlayış tesis etmeliyiz.