Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Türkiye, neden yeni bir İran olmaz? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Türkiye, yeni bir İran olur mu? Bu soru, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son seçimleri kazanması ile birlikte Batı siyaset çevrelerinin gündemini meşgul etmeye başladı. Erdoğan’ın Pazar günkü seçimleri kazanmasının ona yeni ve keskin bir iktidar sağlayacağı doğrudur. Ama buna rağmen benim bu soruya cevabım: Hayır!

Ne şekilde olursa olsun siyasi iktidarın doğasını incelerken sorulması gereken ilk soru, bu iktidarın kaynağının ne olduğudur. Zira iktidarın kaynağı, nereye varabileceğini belirleyen şeydir.

1979 İran’ında iktidar, rastgele biri alsın diye sokağa atılan bir mücevher sandığı gibiydi. Şah, ülkeden ayrılmış; atadığı monarşi rejiminin meclis üyelerinin çoğu da Fransız Rivierası’nda idi. Ordunun üst düzey liderleri ise ‘tarafsızlıkları’nı ilan etmişti ki bu, askeriyenin sokağa atılan mücevher kutusunu almak için eğilen herhangi bir kimseye engel olmayacağı anlamına geliyordu.

Talihin vurması ve koşulların garip harmanı sayesinde Ayetullah Humeyni, sandığı almak için gereken cesareti gösteren kişi oldu. Zaten Şah döneminin son Başbakanı Şahpur Bahtiyar da ortadan kaybolmuş; Tahran’dan Paris’e kaçmayı bekliyor idi.

Ama Humeyni’nin aksine Erdoğan, kendisine özel bir mücevher sandığına el koydu ki bu, Türkiye tarihinin en yüksek katılımlı seçimlerinden birindeki yüzde 52’lik oy oranını içeriyordu. Çekimser oyları ve seçim sürecindeki gerçek veya sözde çarpıtmaları da dikkate alsak Erdoğan’ın arkasında Türk seçmenin en az yüzde 32’sini temsil eden sağlam bir destek olduğunu kimse inkâr edemez.

Öte yandan 15 yılı iktidarın başı olmak üzere yaklaşık 30 yıldır Türk siyaset sahnesinde boy gösteren Erdoğan’ın tersine Humeyni, İranlıların çoğunun yabancısı olduğu bir isim olarak iktidarı ele geçirdi. O dönemde yürütülen en iyi kamuoyu yoklaması, sürgündeki Molla’nın özgür olarak yürütülen herhangi bir seçimde yüzde 5 ila 10 arasındaki bir oy oranından daha fazlasını elde edemeyeceğine işaret etmişti.

Humeyni, Tahran ve özellikle İsfahan olmak üzere birçok büyük şehirden kabul alırken Erdoğan ağırlıklı olarak küçük ve orta büyüklükteki şehirler ile kırsal bölgelerden kabul gördü. Humeyni’yi iktidara taşıyan ayaklanmalar, büyük oranda kentli orta sınıf hareketi iken Erdoğan, küçük burjuvazi olarak adlandırılan kırsal nüfus ve işçi kesiminin desteğine dayandı.

Humeyni tüm partiler, sosyal demokratlar ve hatta Maoistlerden Marksist İslamcılara kadar tüm ideolojik temsilciliklerden güçlü bir destek bulmuştu. Erdoğan ise Türk solunun siyah atı olarak görülüyor. Humeyni ve ekibinin sürekli ‘ezilmişler’ ve ‘kibir’ gibi klişeleşmiş sol tabirler kullandığı bir durumda Erdoğan’ın kullandığı siyasi söylemler, daha çok Marksizm’den ziyade halkçılıkla ile alakalı. Yine Humeyni’nin yandaş tayfası, büyük oranda din adamlarından ve Fedaiyân-i İslam’dan, Hizbullah (Kuruluş:1975), İslam Koalisyonu ve Huccetiye Topluluğu gibi radikal İslamcı grupların üyelerinden oluşuyordu.
Buna karşılık Erdoğan’ın çevresinde neredeyse bir tane bile din adamı göremiyoruz. Her ne kadar ara sıra İslami söylemler kullanmaya meyletse de Erdoğan, geniş bir yelpazeye sahip İslamcı gruplardan yana güçlü bir muhalefetle karşı karşıya kalıyor. Sürgündeki Fethullah Gülen’in yönettiği “Hizmet Hareketi” başta olmak üzere yaklaşık 100 tarikat ve Aleviler bu muhalifler arasında yer almaktadır.

Aslına bakılırsa Erdoğan dindar görüntüsü ile ortaya çıkıp zaman zaman Kemalist laiklik karşıtlığını kışkırttığında Türkiye’deki İslamcı gruplar, kendi kurumları ve şirketleri üzerinde bir devlet egemenliğinden çekiniyorlar.

Humeyni, İranlıların çoğunluğu tarafından tanınmıyordu. İktidarı ele geçirmesi de bilinçli bir seçimin sonucu olmayıp şans eseriydi.

Ama Erdoğan, partisinin lideri, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, Başbakan ve sonra da Devlet Başkanı olarak kendisini takip etmeleri için yeterli bir imkân tanıdığı Türkler tarafından çok iyi tanınıyor.

Humeyni, ekonomik meselelere küçümseme nazarıyla baktı. Bir keresinde ‘ekonomi ile ilgilenmenin eşeklerin özelliklerinden olduğunu’ söylemiş ve devrimin hedefleri arasında refahı sağlamak olmadığını; bunun şehitlik mertebesine ulaşmak için bir fırsat olduğunu belirtmişti.

Buna karşılık, Erdoğan’ın başından beri ekonomik kalkınma kartını oynadığını görüyoruz. İstanbul’u iflasın eşiğinde fakir bir kent olarak alıp küresel hedefleri olan hareketli bir dev kente dönüştürdü. İran ise Humeyni rejiminin gölgesinde daha da fakirleşti ve bu fakirleşme, gerçek değer bakımından Şah rejimindeki duruma oranla en az yüzde 40’lık bir seviyeye vardı. Buna kıyasla Erdoğan yönetimindeki Türkiye, yıllık toplam yurt içi üretimini (GSYİH) ikiye katlamayı başardı ki bu, ‘Çin mucizesi’nin de ötesine geçen bir atılım oldu.

Humeyni’nin mesajı İranlı etnik azınlıklar tarafından daha ilk andan memnuniyetsizlikle karşılanmıştı. Egemenliği ele geçirdikten yıllar sonra Humeyni ve yandaşları, azınlıkları ezmek için şiddetin en uç biçimlerine başvurmak zorunda kaldı: kitlesel idamlar, geniş çaplı tutuklama operasyonları ve hatta Huzistan’daki Arap kökenli İranlılara, üç eyaletteki İran Kürtlerine, Gülistan eyaletindeki Türkmenlere ve Sistan ile Belucistan’daki Beluçlara karşı kapsamlı askeri operasyonlar.

Bununla birlikte Erdoğan, daha ilk girişiminde iktidara gelme başarısını Türkiye’deki Kürt azınlık çevrelerinden aldığı geniş desteğe borçludur. Çoğu PKK ile bağlantılı silahlı Kürt gruplara karşı sonradan başlattığı savaşlar, bu son seçimlerde Erdoğan’ın başkanlığındaki AKP’nin Anadolu’nun Kürt yoğunluğuna sahip bölgelerinde iyi sonuçlar elde ettiği gerçeğini değiştirmiyor.

Humeyni ve ardından gelenlerin yönetiminde dışarıdaki savaşlar ile yerel düşmanlara ve Arap azınlıklara karşı yürütülen savaşlar ve toplu idamlarda bir milyondan fazla İranlı ölümle yüzleşti. Erdoğan rejiminin dâhil olduğu buna benzer sapmaların kurbanları da binlerle sayılıyor. Her ne kadar bunların sayısı epey olsa da yine İran mollalarının sabıkasıyla kıyas götürmez. Humeyni ve ardından gelenlerin iktidarında en az 40 bin kelle götürülürken Erdoğan, Türkiye’ye idam yasağının gelmesini kabul etmiyor. Yargı Erki Başkanı Ayetullah Sadık Amuli Laricani’nin beyanlarına göre hâlihazırda hapishanelerde haklarında çıkan idam hükmünün uygulanmasını bekleyen 15 bin İranlı bulunmakta.

Humeyni, tüm siyasi partileri yasakladı. Erdoğan ise en azından şimdiye kadar çoğulcu sistem çerçevesinde birden fazla partinin yer aldığı seçim yarışına olan hazırlılığını ispatladı.

Yolsuzluk, hem Humeyni hem de Erdoğan rejiminin ortak özelliği. Buna rağmen bu planda da farklılıklar mevcut. Humeyni, 165’ten fazla özel şirketi üzerine geçirip onları yanındakilere, dostlarına ve yakınlarına pay etti. Aynı şekilde mülkiyeti düşük ücretlerle kendisine bağlı olanlara devredilen birçok kamu şirketinin özelleştirilmesini de bizzat denetledi. Türkiye’de ise yolsuzluk rüşvet, şaibeli ihaleler ve şüpheli ticari ilişkiler gibi daha çok geleneksel bir seyir takip etti. Humeyni rehberliğindeki İslam Cumhuriyeti’nde yolsuzluk, yapısal bir hale gelerek devletin iliklerine işledi. Erdoğan iktidarında ise yolsuzluk, yeşermiş bir ağacın özsuyunu emen sarmaşık bitkisine benziyor.

Humeyni eski kafalı bağnaz bir karakter olarak çağdaş siyasi tarihte türünün tek örneğiydi. Erdoğan ise birçok ülkede yaygın bir tarza mensup biri olarak sıradan halkçı bir siyasidir.

Bu iki tarz da zararlara sebep olur ve genelde yaptıkları şey de budur. Erdoğan’ın bağlı olduğu tarz, bazı mantıksal sınırlar içerisinde telafi edilmek veya yüzleşmek ve muhalefet etmeyi mümkün kılması açısından ehvendir. Humeyni’nin benimsediği tarz ise şiddete, yolsuzluğa ve açgözlülüğe hizmet eden gerçeküstü düzeye aittir.

Rakamlar, Türkiye’ye siyasi sığınma talebinde bulunan 1.5 milyon İranlı’ya işaret ediyor. Ancak hiçbir Türk yok ki İran İslam Cumhuriyeti’ne siyasi sığınma talebinde bulunmuş olsun.