Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Erdoğan İdlib’te mi takıldı kaldı? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Soçi anlaşmasının üzerinden çok geçmeden Recep Tayyib Erdoğan’ın gemileri, İdilb’teki radikal örgütler takımadalarının kayalıklarına çarpmış görünüyor. Vladimir Putin ile 17 Eylül’de varmış olduğu Soçi anlaşması, gittikçe daha fazla zorluk ve engellere çarpıyor. Bu da başlangıç noktasına yani Rusya, rejim ve kendisine bağlı milis güçlerin İdlib’e saldırmaya hazırlandıkları noktaya dönülmesine neden olabilir.

Anlaşmadan önce Türkiye’de, saldırının büyük bir insani krize neden olmasından ve Türkiye içlerine bir Suriye mülteci akını başlatmasından duyulan korku artmıştı. Zira İdlib’te 3 milyondan fazla insan yaşıyor. Savaşçıların sayısının ise 60 ila 70 bin olduğu tahmin ediliyor. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’e göre bu savaşçıların %20’si terör örgütleri üyesi.

Putin ve Erdoğan zirvesinin üzerinden 20 günden kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen geçen her gün, Soçi tarlalarında varılan hesapların İdlib’teki harman yerinin hesaplarına uymayabileceğini ortaya çıkarıyor. Bilhassa İdlib’in %70’ni kontrol eden Nusra Cephesi, Türkistan islam Partisi, Hurras El-Din ve Uygurlar gibi aşırlıkçı örgütlerin anlaşmayı uygulamayı reddetmesi, askeri çözüm senaryosunun tekrar gündeme gelmesine neden olacaktır.

Erdoğan’ın Soçi’de elde ettiği teminatların, başarısız olması halinde Rusların kendisini radikal gruplara karşı tek başına bıraktığını söyleyeceği bir yolda ilerlediğini söylemek için vakit daha çok erken. Putin ile gerçekleştirdiği Soçi Zirvesi’nden sonra yaptığı açıklamada da Erdoğan, varılan anlaşmanın insanlık krizini önlemeye yardımcı olacağını ve Türkiye’nin İdlib’teki gerilimi azaltma bölgelerindeki kontrol noktalarını güçlendireceğini belirtmişti. Ama anlaşmanın üzerinden iki haftadan az bir süre geçmiş olmasına rağmen Rus ve Türk askeri yetkililer arasındaki görüşmelerin çözüm getiremedikleri zorluklar ve engeller gittikçe artıyor. Buna bir de çekilmeyi ve silahlarını teslim etmeyi reddeden radikal unsurlarla çatışma yaşanabileceği varsayımının varlığını da eklemeliyiz.

Muhalif güçler ve rejim güçleri arasındaki temas hatlarının ortasında yer alacağına yönelik haberlerin aksine zirveden, gerilimi azaltma bölgesinin muhaliflerin kontrol ettiği kuzey bölgesini kapsaması kararı çıktığını hatırlayalım. Aynı şekilde Türkiye’nin bu ayın 10’nunda yani tam olarak üç gün sonra Çarşamba günü ağır silahların çekilmesini sağlaması, ayın ortasında yani gelecek hafta Pazartesi günü ise radikal gruplardan kurtulması ve bu bölge boyunca Rusya ve Türkiye’nin ortak askeri devriyelerde bulunması kararları da alınmıştı.

Tüm bunlara paralel olarak ve bu takvim çerçevesinde Erdoğan iki yükümlülüğü yerine getirmek zorunda. Birincisi çok yakın bir zamanda gerçekleşmesi ve daha endişe verici gözükürken ikincisi şimdilik ertelenmiş ama yine de kaybetmeye mahkum ve çok daha acılı olacak gibi görünüyor. Doğrulanmış bilgilere göre; Moskova’nın bu ayın 10 ve 15’inde Soçi’de üzerinde mutabık kalınmış olan savaşçıların ve silahların çekilmesi adımlarının uygulanmaması halinde Türkiye, İran ve rejime zirve öncesinde olduğu gibi hava saldırılarının desteği ile hemen saldırıyı başlatacağını iletti. Bunun gerçekleşmesi halinde Erdoğan, Türkiye’yi yeni bir mülteci dalgasına maruz bırakacak tehlikeler ile yüzleşmek zorunda kalacak.

İkinci olarak Moskova, rejim ve İran diğer gerilimi azaltma bölgeleri Humus, Dera ve Guta’da olduğu gibi anlaşmanın belirli ve geçici bir takvime bağlı olmasını istiyor. Erdoğan ise anlaşmanın daimi ve sürekli olmasını umuyor. Zira bu, bir yandan Beşşar Esed yönetimde kaldıkça gerçekleşmesinin mümkün olmadığını söylediği siyasi çözümde kendisine etkin bir rol sağlarken diğer yandan İdlib’te nüfuz, Kürtlere karşı da güç kazandıracaktır. Amerikan Güvenlik Enstitüsü’nden araştırmacı Nicolas Heras, Erdoğan’ın Ankara’nın İdilib’in valisi olarak kalmasını istediğini söylüyor.

25 Eylül’de New York’da yaptığı açıklamada Erdoğan, radikal grupların İdlib’te silahsızlandırılması kararlaştırılan bölgeden çekilmeye başladığını belirtmişti. Ama Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Lazkiye kırsalından başlayıp Hama ve İdlib’ten geçerek Halep’in güney doğu kırsalına kadar uzanan ve yaklaşık %70’ni radikal grupların kontrol ettiği mutabakat bölgesinde hiçbir geri çekilme işaretleri görülmediği açıklamasını yaptı.

Türkiye’nin Özgür Suriye Ordusu gruplarından oluşturduğu, Ankara ile işbirliğine ve geri çekilmeye hazır olduğunu açıklayan Ulusal Kurtuluş Cephesi bile Rusların ve İranlıların anlaşmayı bozmalarına karşı uyanık ve dikkatli olacağını belirttiği bir bildiri yayınladı. Anlaşmanın geçici olduğunun açıklanmasının ardından yayınlanan bildiride: ”Tetikte olmaya devam edeceğiz. Silahlarımızdan, toprağımızdan ve devrimimizden vazgeçmeyeceğiz” denildi.

Buna ek olarak, tampon bölge konusundaki anlaşmazlıklar da artıyor. Moskova sınırlarının 15 ila 20 km derinliğinde olması gerektiğini belirtiyor. Muhaliflerin kontrolü altında bulunan bu bölgede yer alan Ulusal Cephe ise bunu reddediyor. Rejimin kontrolü altındaki bölgeleri de kapsayacak şekilde sınırların iki tarafın arasında eşit bir şekilde belirlenmesini talep ediyor. Bunu gerçekleşmemesi halinde anlaşmanın kurtarılmış bölgeleri daraltan ve Beşşar Esed’in buraları tekrar ele geçirmesine zemin hazırlayan bir sürece dönüşeceğini iddia ediyor. Yine rejim güçlerinin bu bölgeleri tekrar ele geçirmesine neden olmasından korktukları için muhalif örgütler, tampon bölgede herhangi bir Rus varlığına karşı olduklarını da açıkladılar. Daha önce diğer gerilimi azaltma bölgelerinde tam da bu yaşanmıştı. Rusların bu bölgelere yerleşmesi rejimin Suriye’nin üçte birinde tekrar kontrol sağlamasını kolaylaştırmıştı.

Tüm bunlar Rusya ve Türkiye arasındaki çelişkilere ve karşıtlıklara paralel olarak ilerliyor. Putin, anlaşma gereğince muhalif güçlerin elindeki ağır silahları, havan topları, tank ve roketleri 10 Ekim’e kadar çekmesi gerektiğini belirtti. Erdoğan ise ılımlı muhalefetin silahlarını teslim etmeyeceği ve kontrolü altındaki bölgelerden çekilmeyeceği konusunda Moskova ve Tahran ile görüş ve vizyon anlaşmazlığı yaşadıklarını kabul ediyor.

Soçi anlaşması gereğince Türkiye’nin üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmek gittikçe zorlaşıyor. Belirlenen tarihler yaklaşıyor ama ne savaşçıların ne de silahların çekileceğine yönelik sahada hiçbir işaret bulunmuyor. Bunun yerine Heyetu Tahriru’ş Şam yani Nusra cephesi ve diğer örgütlerin mevzilerini güçlendirmeye çalıştıkları görülüyor. Oysa Türkiye’nin, safları arasında bölünmeler yaratarak Nusra’yı ortadan kaldırmayı başarması gerekiyordu. Ama şimdiye kadar sahada bunun hiçbir işareti görülmüyor. Diğer yandan Ebu Muhammed El-Colani, örgütlerin silahlarının kırmızı çizgi olduğunu, hiçbir şekilde uzlaşma konusu olmadığını ve hiçbir zaman uzlaşma masasında bir seçenek olarak yer almayacağını açıkladı.

Peki pratik olarak radikal gruplar ile ılımlı gruplar birbirlerinden nasıl ayrılabilir? Radikal unsurların kaderi ne olacak? Nereye çekilebilirler? Bu savaşçıların aralarında ülkelerinin kabul etmediği 3 binden fazla yabancı savaşçı da bulunuyor. Erdoğan bu savaşçıları, Kürtlerin bulunduğu bölgelere naklederek onlardan yararlanmak istiyor. Moskova ise bu unsurları tamamen tasfiye etmek istediğini gizlemiyor. Bu da sahada şiddetli çatışmaların yaşanmasına yani yeni bir göç dalgasına yol açacaktır.

Tüm bunların arka planında, aralarında Suriye konusunda uzman Fabrice Balanche’ninde bulunduğu bazı gözlemcilerin, Türkiye’nin Soçi’de üstlendiği yükümlülükleri yerine getirmesinin neredeyse imkansız olduğu konusunda görüş birliğine varmaları çok da şaşırtıcı değil. Zira durum çok karmaşık ve zor görünüyor. Hatta belki de başlangıç noktasına dönülmesine yani ateşkesin bozulması ve Putin’in açıkça işaret ettiği saldırının başlamasına neden olabilir. Bu da Türkiye’yi yeni bir fırtına ile karşı karşıya bırakabilir.