Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Erdoğan ve dünyanın önde gelen liderleri: Suudilerin söyledikleri doğrudur | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, geçen Salı günü Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Meclis’teki grup toplantısında yaptığı konuşmada, Doha Operasyon Birimi’ni hayal kırıklığına uğratması, şaşırtıcı değildi.

Zira dillendirdikleri bilgiler kesin bilgiye dayanmayan “Zan”dan, Hatta Suudi Arabistan’ı hedef haline getirmek için tedavüle soktukları “Zanlar”dan ibaretti.

Erdoğan’ın Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın 2 Ekim’de öldürülmesine dair verdiği bilgiler ise –ne eksik ne de fazla- gerçekleri yansıtıyordu.

İçerik ve ayrıntılar bakımından Riyad tarafından ortaya konan bilgiler ile tamamen uyuşmaktaydı.

Başta Kral Selman bin Abdülaziz, Veliaht Prens Muhammed bin Selman olmak üzere Dışişleri Bakanı ve üst düzey Suudi yetkililer tarafından aynı gerçekler dillendirilmiş, yaşanan bu olay defalarca kınanmıştı.

Doha Operasyon Birimi, ekibi ile birlikte, Suudi Arabistan’ı töhmet altında bırakmak için tüm imkânlarını kullandılar.

İlk andan itibaren yalan olduğu ispatlanmış fabrikasyon söylentileri tedavüle soktular ve bunu yaparken de tüm uluslararası ilişkileri ve hepsinden önemlisi, sevgili Katar halkının paralarını kullandılar.

İstediler ki Recep Tayyip Erdoğan da, Cemal Kaşıkçı ile ilgili değişik karanlık mecralardan elde edilen bu bilgeleri üstlensin ve aynen tekrarlasın.

Olaya dair gerçekler, Erdoğan’ın geçen Salı günü Meclis’teki grup toplantısında söyledikleridir. Bunun dışındakilerin gerçekle ilgisi yoktur.

Doha Operasyon Birimi’nde üretilen dezenformasyonun, fabrikasyon yalanlar olduğu, kesin delillerle ispat edilmiştir.

Hiç şüphesiz bir gün gelecek, İstanbul’daki olayda neler olup bittiği açıklığa kavuşacaktır.

Aslında bu Doha ekibi, niyetlerini erkenden belli etmişlerdi, bunların niyeti, Suudi Arabistan’ı hedef tahtasına oturtmaktı, zira halkı ve yönetimiyle bu devlet, eskiden olduğu gibi şimdi de ümmetin kalesi mesabesindedir ve Allah kısmet ederse böyle kalmaya da devam edecektir.

Son günlerde sık sık tekrarlanan soru şudur: İran’ın ve onun ardından giden bazı takipçilerinin, kardeşlik hukukunu koruması beklenen bazı ülkelerin ve Siyonist hareketle ilişkilerini gizlemeyen bazı Batı çevrelerinin, bu Arap devletini hedef almalarının nedeni nedir?

Bu esasında açık bir konuydu ve hala da öyledir ve bu iftiraları dillendirenler de bunu inkâr etmiyorlar, bu yaptıkları ile yıllardır övünmeye devam ediyorlar.

Bu meseleyle ilgili olan herkesin, aslından bu çevrelerin kim olduklarını, neler yapmak istediklerini kesinkes bilmeleri beklenir.

Gerçeği bilmek istemeyenden ise ne beklenebilir ki!

Aslında yukarıdaki sorunun cevabı, “meyvesi olan ağaç taşlanır” şeklinde de verilebilir.

Suudi Arabistan duruşu olan bir ülkedir ve bundan dolayı da hedef alınmaktadır. Zira bu ülke, kardeşlerinin ihtiyaçlarını her zaman karşılamış ve bu konuda hiçbir zaman geri durmamıştır, her zaman ve sürekli olarak Arap siperlerinin en önünde olmayı tercih etmiştir. Bundan emin olmak isteyenler, Filistin davasının tarihini, Arap-İsrail çatışmasını, Mısır’a karşı yapılan üçlü saldırının tarihini, Cezayir devriminin kayıtlarını ve şimdi de Yemen, Suriye, Irak ve Libya’da olup biten her şeyi gözden geçirebilirler.

Şayet gerçekler böyle olmasaydı, Hamaney İranı’nın önderlik yaptığı böyle bir Şeytan ittifakı olmazdı.

Elbette burada kastımız sadece bu saçma rejimdir, yoksa kardeş İran halkı değildir.

Bu şeytani ittifaka ne yazık ki her tarafını kin bürümüş bazı Arap devletleri de iştirak etmektedir.

Aslında bu devletlerin bir kısmı, operasyon odasının propagandasının etkisi ile hareket ediyorlar, normalde duruşları bu şekilde olmaması beklenir.

Normalde bu devletlerin, siyasi “sapkın”ların siperlerinde değil, Filistin ve Filistin davasının savunmasındaki siperlerde olması beklenir.

Tutumlarının batıl olduklarını biliyorlar ama yine de bu tutumlarından vazgeçmiyorlar. Hak olanı hedef alıyorlar, üzücü olan ise hak olduğunu da biliyorlar. Hedef aldıkları bu ülke halkının akıllarının ve kalplerinin Filistin’le beraber olduğunu ve bütün imkânlarını Filistin halkı için kullandıklarını da biliyorlar.

Buraya kadar değindiğimiz konular son derece önemlidir.

Suudi Arabistan’ın, Kaşıkçı’nın öldürülmesi “olayı”na dair İstanbul’da yaşananları kabul etmesi, bütün bu hadiseler bütün açıklığıyla ortaya çıktıktan sonra Kral Selman bin Abdülaziz’in meseleye ciddiyetle yaklaşması, bu devletin kendine ne kadar güvendiğini, haktan yana taraf olma konusunda tereddüt etmeyeceğini göstermektedir.

Üst düzey görevlilerin sorumlulukları da üst düzey olmaktadır. Suudi konsolosluğundaki gibi hatalar işlediklerinde, en üst perdeden kınanmayı hak ederler. Bu hadiseden sorumlu oldukları ispatlanan görevliler, mevcut cari kanunlara göre adam öldürme suçundan yargılanacaklardır. Ama her şeyden önce İslam Ceza hukukuna göre cezalandırılacaklardır.

Bu nedenle, büyük ülkelerin liderlerinin, Arap ve İslam ülkelerinin çoğunun liderlerinin ve üçüncü dünya ülkelerinin yanılmış olması, İran ve İran gibi davranan bu kindar topluluğun doğruyu söylüyor olması mümkün değildir.

Bu nedenle, bu topluluk ve satın alınmış bu kesimlerle kardeşlik dili kullanarak işbirliği yapmak mümkün değildir, bilakis imkânsızdır. Suudi Arabistan’ın, kabul edilmesi ve savunulması mümkün olmayan bu olayla ilgili tüm bu aktif ve samimi desteği olduğu sürece, olayın failleri önümüzdeki günlerde en ağır cezalara maruz kalacaklardır.

İşte o zaman bu kindar topluluk ve onların satın aldıkları kesimler her şeyi anlamış olacaklar ve başkaları devirmek için çalışanların kendileri devrileceklerdir.

Suudi liderliği, gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın ölümü hakkındaki gerçekler ortaya çıkar çıkmaz, bu suçu kınama ve sorumlu oldukları tespit edilen şüphelileri tutuklama konusunda tereddüt etmedi.

Bu şüpheliler maalesef liderlerinden habersiz iş çevirmişlerdir. Bunların yargılanması belki de, -şayet ülkenin kendi kanunları buna imkân veriyorsa- uluslararası kurumların denetiminde gerçekleşecek ve hak ettikleri cezayı alacaklardır. Suudi tutumunu destekleyen ülkeler, meseleye bu zaviyeden yaklaşıyorlar.

2 Ekim’den bu yana, Doha’daki medya operasyon odası tarafından uygulamaya konulan tüm bu taktikler, dikkate alınmamaktadır. Ancak muhtemelen bu türden taktikler, bundan sonra da yıllar boyunca sürekli olarak tedavüle sokulacaktır.

Suudi Arabistan bu aşamada yapabileceği her şeyi yaptı. Suç seviyesine yükselen bu hatanın sorumluları tutuklandı ve şu anda sert soruşturmalara tabi tutuluyorlar ve her biri cezaevinde bulunuyor.

Bundan dolayı da tüm ağırlığıyla bütün dünya Suudi Arabistan Krallığı’nın yanında yer almayı tercih etti ve şu anda eylemlerini destekliyor ve bu “olaya” dair verilen bilgilere de güveniyor. Bu durum, bu ülkeyi hedef alan, borç batağına saplanmış olan diğer tarafın tek başına kaldığı ve dışlandığı anlamına geliyor.

Ancak şurası kesin ki, başladıkları bu kampanyayı devam ettirecekler ve parlak bir tarihe, temiz bir duruşa sahip ve gelecek vaat eden bu ülkeyi kötülemeye devam edeceklerdir. Zira bu ülkenin gelecekte elde edeceği konum, sadece şimdi değil, çok önceden belirmeye başlamıştı.

Tüm bu yaşananlardan sonra, Suudi resmi makamlarının verdiği bilgiye göre suç seviyesine kadar yükselen bu ciddi hataya ilişkin, Suudi Arabistan’ın duruşu üzerinden herhangi bir yapay gündem oluşturulması artık mümkün değildir. Mesele artık netleşmiştir, bilmek istemeyenler ve gözlerini gerçeğe kapatmaya devam edenlerin dışında herkes artık bu meseleyi iyice anlamıştır. Görmek istemeyenler ise, her şeye çarpık bakan söz konusu topluluklar ve onların medya uzantılarıdır.

Her ne kadar bunlar, kutsal Filistin davasından vazgeçmiş olsalar da Suudi Arabistan’a yönelik yürüttükleri bu çirkin kampanyadan hiçbir zaman vazgeçmeyeceklerdir. Zira onlar açısından bundan daha önemli bir mesele yoktur.

Sonuç olarak, Riyad’daki ‘Geleceğe Yatırım Girişimi’ Konferansı’na tüm bu niteliksel katılım ve finansal hareketlilik, Cemal Kaşıkçı’nın ölümüne ve aynı zamanda faillerin cezalandırılmasına yönelik olarak yapılan işlemlerde Suudi Arabistan Krallığı’nın haklılığını göstermektedir.

Bu suçu işleyenlere yönelik öfkesine rağmen süreci soğukkanlılıkla götürmeyi başardı.

Doha operasyon odasının bu Arap ülkesine yönelik kopardığı gürültüye aldırış etmedi ve görmezden gelmeyi tercih etti.

Aslında o ülkeye düşen görev, komşu ve kardeş ülke olmanın gereğini yapmaktı, zira kardeşlerinden herhangi birinin çektiği acıyı onun da hissetmesi gerekirdi!