Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Esed kalıcı peki ya Suriye? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Rejim lideri Beşşar Esed’in Suriye’nin hükümdarı olarak kalması artık bir hayal değil. Esed’in devrilmesi için mühlet veren Barack Obama ve François Hollande gibi birçok uluslararası liderlerin açıklamaları boşa gitti. Suriye’nin ve zulme karşı adaletin başarısını savunanların bu hazin sona ulaşmasında birçok etken var. “Ya sizi yönetirim ya da sizi öldürürüm” sloganı altında rejimin, halkını öldürmeye ve şehirleri imha etmeye koyulmasından muhalefetin parçalanmasına, muhalif grupların dağılmasına ve bazı grupların da terör örgütlerinin saflarına meyletmesine kadar son 7 yılda bu sebepler birikti. Bu da rejimin hem taraftarları hem de bazı düşmanları arasında daha fazla güven kazanarak operasyonlarını savunmak için terörle mücadele kozunu kullanmasına olanak tanıdı.

Fakat Suriye rejimi, liderini kurtarmakla sonuçlanan bu savaşta yalnız değildi. Şayet sadece rejim güçleriyle muhalif gruplar karşı karşıya gelseydi bugün gördüğümüz bu sonuç, tamamen farklı olurdu. Rusya ve İran gibi Suriye rejimini destekleyenler, Suriye’deki oyunun kurallarını kendilerinin değiştirdiğini ve devrimin ilk yıllarındaki imkânsızı bugün neredeyse kesin bir duruma dönüştürdüklerini açıklamakta tereddüt etmediler. İran dini lideri Ali Hamaney’in ya da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in açıklamaları, iki tarafın müdahalesinin Beşşar Esed’in Muhacirin Sarayı’nda kalmasını kolaylaştırdığını vurguluyor.

Bu durum, bizi şu anki noktaya ulaştırdı. Suriye parçalanmakta ve rejim güçlenmektedir. Ülke, 7 yılda yarım milyon vatandaşını kaybetti. Ayrıca ister sığınma ülkelerine isterse Suriye içerisinde olsun yaklaşık 12 milyon insan göç etmek zorunda kaldı. Uluslararası örgütler, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri bunun en büyük mülteci krizi olduğunu ifade etti. Aynı şekilde Dünya Bankası’nın istatistiklerine göre Suriye ekonomisi, 2011-2016 yılları arasında yaklaşık 250 milyar dolar gayrisafi milli hâsılasını kaybetti. Gençler arasındaki işsizlik oranı yüzde 78’e çıktı. Beşşar Esed’in kendisinin de açıkladığı gibi savaş kayıplarıyla ilgili tahminler ise, 200 milyar dolara ulaştı. Buna rağmen Suriye Cumhurbaşkanı, “zafer” ilan etmede ve kabirler ile sığınma yerleri arasına dağılmış bir halkın ve parçalanmış bir ülkenin hükümranlığına hazırlanmada herhangi bir sakınca görmüyor.

Bölgesel ve uluslararası güçler, Suriye topraklarında çatışan güçlerin varlık bölgelerini belirlemek ve yeni nüfuz haritalarını çizmek için Suriyeli bir yetkilinin dahi bulunmadığı bir ortamda müzakere masalarına otururken Suriye Cumhurbaşkanı, halkına karşı “zafer” kazanıyor. Üzücü bir durum. Bu sözcüğün herhangi bir etkisi kalmış olsaydı Suriye, bu noktaya gelmezdi. Suriye’nin kuzey ve güney sınır bölgeleri, buraların kaderi ve buraları kimin kontrol edeceği konusunda müzakere yapan etkin güçlerin himayesinde bulunuyor. Rusya, ABD ve birçok bölgesel güçlerin nezdinde Esed’in yönetimde kalma seçeneğinin tartışma konusu olmaktan çıkmasına rağmen bu güçlerden hiçbirisi, Esed rejimini Suriye’nin komşularıyla ilişkilerinin geleceğini araştırmaya dâhil etme sorumluluğunu üstlenmiyor. Rejim ise, müzakerelere katılan güçlerin kendisine bir alternatif ortaya atmadıkları ve yönetimde kalmasının kendi çıkarlarını garantilediğini kabul ettikleri sürece bunun bir problem olacağını düşünmüyor. Durum, ister Münbiç ve Fırat’ın doğusundaki bölgeler hakkında cereyan eden Türk-Amerikan müzakereleriyle isterse Dera ve İsrail’e sınır bölgeler hakkında meydana gelen Rusya-İsrail müzakereleriyle ilgili olsun kuzeyde Kürt varlığının geleceği ve Golan Tepeleri’ne bitişik bölgelerdeki İran ve Hizbullah güçlerinin akıbetiyle ilgili güvenlik düzenlemelerinin detayları, bu düzenlemelerde söz hakkı olmadan Suriye rejiminin kendisine haber veriliyor.

Münbiç ve Halep’in kuzey kırsalından Dera ve Suriye’nin güney sınırına kadar çeşitli taraflar, kontrol edebildikleri kadar toprağı kontrol etmeye ve büyük miktarda çıkar sağlamaya çalışıyorlar. Türkiye, Suriye’deki en büyük sorununun Kürt nüfuzu olduğunu düşünüyor. Bunun için o, Amerikan yönetimiyle yaptığı son anlaşma aracılığıyla kendi sınırında Kürt nüfuzunu zapt etmeye çalışıyor. İsrail ise, Suriye’deki en büyük sorununun İran nüfuzu olduğunu düşünüyor. Her iki durumda da İsrail ve Türkiye, kendi çıkarları garanti altına alındığı zaman Beşşar Esed’in yönetimde kalmasında herhangi bir sakınca görmüyor. Rejim; İsrail ve Rusya’nın güney sınırıyla ilgili görüştükleri güvenlik düzenlemelerini, Münbiç hakkındaki yol haritasını ve Rus askeri polisinin Ürdün-İsrail sınırında güvenlik işlemlerini devralmalarını üstü kapalı bir şekilde onaylayarak bu duruma teslim oluyor.

Buna karşılık Türkiye, Kürt konusunu garanti altına alabilecek taraf olmasından dolayı Amerikalılara başvuruyor. Zira Ankara, Kürtleri en büyük tehlike olarak görüyor ve Suriye Demokratik Güçleri’ni(SDG) Türkiye’nin düşmanca davrandığı Kürdistan İşçi Partisi’nin(PKK) bir kolu olmakla suçluyor. Bu noktada Suriye’nin kuzeyi ve Münbiç şehrinin geleceği konusunda Türkiye ve ABD arasında müzakereler devam ediyor. Washington ve Ankara, Suriye rejim güçlerinin Halep’in kuzey kırsalında bulunan Tel Rıfat’tan çekilmesi ve Fırat’ın doğusuna özellikle de Münbiç, Deyri Zor ve Rakka şehirlerine hâkim olan SDG’nin geleceği konusunda önceden anlaşmaya vardı. SDG, Rakka’yı Musul’un yanı sıra ikinci başkenti olarak kabul eden DEAŞ örgütünden kurtarmasına rağmen Ankara ve Washington arasında SDG konusunda anlaşma yapıldı.

Amerikan-Türk çıkarlarının sürpriz buluşması, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt özerk yönetim projesinde olduğu gibi Kürt çoğunluğa sahip YPG’yi feda etmekle tehdit ediyor. YPG, Halep ve Humus’ta savaşların zirvesinde Kürt bölgelerindeki birliklerini çeken Suriye rejimine bağlı kalarak himaye sağlayabileceğini zannetti. Şu an ise Kürtler, birdenbire Washington ve Ankara arasındaki çıkar buluşmasının kurbanı oldu. Bunun için Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile son görüşmesinde iki ülke arasındaki stratejik ilişkiyi övdü ve ortak öneme sahip bütün meseleleri “müttefikler arasındaki ortaklık ruhuyla” çözülmesinin gerekli olduğunu ifade etti. Diğer yandan Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, Şam’dan SDG’yle yüzleşme vaktinin geldiğini ve ya müzakere yapılacağını ya da askeri operasyona başvurulacağını açıkladı. Sonra Muallim, Rakka’nın bir Suriye şehri olduğunu hatırlayarak “Rakka, hala bizim kalbimizde. Rakka’nın yabancı unsurlardan kurtarılması ve yeniden imar edilmesi gerekiyor.” dedi. Suriyeli bakan, yabancı unsurların kimliklerini açıklamadı. Özellikle de o, Rakka halkının ülkeyi kendilerinin gözettikleri gibi ülkelerini gözeten Suriyeli vatandaşlar olduğunu söyledi.

Sonuç olarak dış çıkarların buluşması, Beşşar Esed’in yönetimde kalmasını garantileyecek bir örtü sağlayabilir. Hiç şüphesiz Esed, Vladimir Putin tarafından Moskova’da ya da Pyongyang’ı ziyaret etmek ve lideri Kim Jong-un’la görüşmek için (ki görünüşe göre Esed, Donald Trump’la yarışıyor gibi) kendisini davet eden Pyongyang’ta hoş bir şekilde karşılanacaktır. Ancak bütün bunlar, Esed’in enkaz altındaki bir ülkenin lideri olarak kalmaya devam edeceği gerçeğini değiştirmiyor. Zira bu sona ulaşmak için en değerli maliyet, ülkeyi imha etmekti.