Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Esed rejimi azınlıkları korkutarak ve kontrolü altına alarak koruduğunu iddia ediyor | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Esed rejimini DEAŞ örgütünün haftalar önce Dürzi azınlığın ağırlıklı olarak yaşadığı Suveyda kentinde yaptığı ve ardında yüzlerce ölü ve yaralı bırakan, kadın ve çocukların olduğu yüzlerce rehineye mal olan korkunç katliamdan sorumlu tutmamız boşuna değil.

Rejimi suçlamamızın nedeni kendisinin ve daimi müttefiki İran’ın DEAŞ örgütünün güç kazanması ve sahada yer edinmesi konularında uzun zamandır tecrübeli olmasından değil.

Ne de DEAŞ üzerinden Batı toplumlarını, dini ve milli azınlıkları korkutmasından. Ne de bu örgüt elemanlarıyla aylar önce varılan anlaşma mucibince yüzlerce elemanın Şam yakınlarındaki Yermuk Mülteci Kampından taşınarak Suveyda şehri yanındaki çorak bölgelere taşınma anlaşması ve rejim ile örgütün anlaşarak elemanlarını ve ağır silahlarını katliamdan bir gün önce çekilmesi haberleri.

Rejimi suçlamamızın ana nedeni bu katliamın Suveyda önde gelenleri ile Rus askeri komutanlığı arasındaki müzakerelerin tıkandığının ilanından bir gün sonrasına denk gelmesi. Zira; Şehrin önde gelenleri, rejimin otoritesine dayalı disiplinsiz terör ve kaos estirme tehdidine karşı çıktılar ve ordunun halkın meşru taleplerine karşı kullanıldığından Dürzi gençleri mecburi askerlik hizmetini yapmamaya ve askerden firar etmeye çağırdılar. Rejimin, katliam sonrası, DEAŞ bölgelerini göstermelik bombalaması veya ufak askeri harekatı bu gerçeğe gölge düşüremez.

Bu katliam ve ardından rehinelerin başına gelenler azınlıkları himaye ettiğini iddia eden totaliter bir rejimin çirkin yöntemlerinden sadece biridir. Rejim azınlıkları himaye ettiğini, ancak bunu bu azınlıkları korkutarak, kontrolü altına alarak ve geleceklerini kendi geleceği ile bağlayarak yapa geldi. Suriye halkının ayaklanması başladığında yüzlerce radikali hapishanelerden saldı, mezhepçi katliamlarla ilgili haber ve görüntüleri yaydı ve böylece politik bir çatışmayı çirkin ve halk tarafından kabul görmeyen mezhepsel bir çatışmaymış gibi gösterdi.

Devrimi kötü bir şekilde yansıtmak amacıyla, rejim İslamcı şiddeti güçlendirerek, üzerindeki uluslararası baskıyı azalttı ve halk içindeki mezhepçi bölünmeyi kendi lehinde kullandı. Bu şekilde, rejim, İslamcıların iktidara gelmesinden korkan halkın ve etnik ve dini azınlıkların kendisine boyun eğmesini sağladı.

İslamcı yönetimler hakkında yaygın kanı azınlıkları ortadan kaldırmak, kültürüne, kimliğine ve hayat biçimine karışmak olunca bu azınlıkların yüzü rejimden yana döndü. Yine rejim eli kolu bağlı kalmadı, Dürzilerin çoğunlukta olduğu Cermana ve Sahnaya semtlerinin bombalanması veya Hristiyanların çoğunlukta olduğu Şam’ın Kısa nahiyesinin bombalanmasını radikal terörist grupların yaptığını iddia etti. Fakat, bombalamanın, Dürzi ve Hristiyan azınlıklarının korkularının ortaya çıkıp derinleşmesi amacıyla, rejim güçlerinin kontrolündeki Kasyun Dağı’ndan yapıldığı sonradan anlaşıldı. Şam rejimi bununla yetinmedi, bu iki azınlığa mensup askeri ve güvenlik birimlerinin komutanlarını Sünni çoğunluktaki bölgelerde en ağır ve öldürücü darbeleri yapması için yönlendirdi. Devrimin yanında saf tutan onlarca azınlık başkanları rejim tarafından tutuklandı veya tasfiye edildi, bunun en bariz örneği de rejim karşıtı Dürzi şeyhlerin tutuklanması ve ardından Dürzi Şeyhi Vahid Balus’un göz göre göre suikastla öldürülmesi. Rejim, ayrıca, yıllar önce rejim karşıtı ve Suriye’de mezhepler arası barışı savunan iki Hristiyan din adamını da kaçırdı, hala ikisinden haber yok. Rejim, İslamcıların, iktidara gelmeleri halinde, Alevi/Nusayri azınlığa zilletten başka seçenek bırakmayacağını ve azınlığın en kötü biçimde ortadan kaldırılacağını, dolayısıyla bu azınlığın rejime daha fazla bağlanması gerektiğini yansıttı ve azınlığın kendisi etrafında dönmesini sağladı.

Rejim, çoğunluğunu İsmailiye mezhebi mensuplarının oluşturduğu ve yüzlerce muhalife ev sahipliği yapan Sellemiye şehrine şebbihalarını günlük olarak saldırmalarına ve tehdit etmesine izin veriyor.

Suriye’deki etnik ve dini azınlıklar yaklaşık nüfusun %40’ını oluşturuyor ve bu azınlıklar Müslümanlığın ile Hristiyanlığın değişik mezheplerine bağlılar. Azınlıkların bazısının kültürleri çoğunluktaki Araplardan farklı, örneğin, Kürtlerin, Çerkezlerin, Türkmenlerin, Ermenilerin, Süryanilerin kültürleri kendilerine özeldir. Tüm azınlıklar rejime bağlı kalması ve kontrolü altına girip istenileni yapması amacıyla, iktidardaki rejimin farklı tür ve oranlarla zulmüne maruz kalmıştır.

Azınlıkların çoğu, bir çok nedenden ötürü, on yıllar boyunca rejimin diktasına sessiz kalsa da, partiler ve aralarından çıkan kişilerle diktatörlüğe karşı ayaklandığı da oluyordu. Kürt, İsmaili, Dürzi, Alevi ve Hristiyan bir çok muhalifin, çoğulcu, demokratik ve sivil bir Suriye istedikleri için hapishanelerde veya sürgün yerlerinde acı içinde kıvrandıklarına çokça şahit olduk.

Suriye’de rejimin otoriteye dayalı ayrımcılığı olmasaydı ve Suriye halkı arasında şiddete dayalı bir ulusal ve mezhepçi ayrımcılığı silah şeklinde kullanmasaydı ve bu ayrımcılık son yıllarda daha da güçlü bir şekilde rejim tarafından halkı karşı silah şeklinde kullanılmasaydı Suriye halkı içinde mezheplerden, etnik ayrımcılıktan ve halk içinde bölünmeden bahsedilmezdi.

Azınlıklar ve azınlıkların korkuları meselesini ortaya atanlar çıkarlarını koruyan ve bozuşmalarının üzerini örtmek isteyen ortamlar tarafından ortaya konduğunu ve söz konusu edildiğini itiraf etmeliyiz. Keza, Siyasi İslam gruplarının, kontrol ettikleri bölgelere nefret edilesi kendi monolitik projelerini empoze ettikleri zaman çoğulcu ve çeşitli bir toplumun güvenini kazanamadıklarını kabul etmeliyiz. Bu gruplar iktidara geldikleri anda koltuğu bırakmayacaklarına dair ve kimseye hayat hakkı tanımayacaklarına dair haklarındaki düşüncenin doğru olduğunu ispat etmiş durumda olduklarını da itiraf etmeliyiz. Azınlıkların ve ulusal barışın her kişi ve mezhebi eşit gören ve aradaki şiddeti ebediyen kaldıran bir toplumsal sözleşmeye olan ihtiyacımızı itiraf etmeliyiz.

Çoğunluk, dini ve milli azınlık teorilerini kaldıran ve herkesin önünü eşit mesafede açan politik ve anayasal kurumlara dayalı özgürlükçü bir devlete olan ihtiyacımızı dile getirmeliyiz.