Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Esed rejiminin ‘Yağmalama’ politikası | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Belki de varoluşunun meşruluğunu iddia eden bir iktidarın kendi “vatandaşının” mülküne el koyması garip görünüyordur.

Daha garip olan ise, aynı iktidarın, bu politikaya kimsenin ses çıkarmaması karşısında suçu işlemeye devam edip bu davranışını meşrulaştırmaya çalışması ve bunu irtikâp eden suçlulara ses çıkartmamasıdır.

Bu durum, faillerin sorumlu tutulup ve kısasla cezalandırılması gerekirken, bir oldu bittiye getirildiği, siyasette ve uygulamada bir metot olarak benimsendiği anlamına gelmektedir.

Şurası bir gerçek ki, Esed’in Suriyelerin mülklerine el koyma politikası, yerel olarak “yağmalama” olarak biliniyor ve bunun bir benzerine başka bir yerde rastlamak nerdeyse mümkün değil.

Esed rejimi de dâhil olmak üzere, bazı iktidarların savaş halinde oldukları fert veya grupların mallarına el koydukları bilinmektedir ancak buradaki durumun çok daha feci ve farklı olduğunu belirtmeliyiz. Esed rejiminin uygulamalarından biri olan bu “yağmalama” politikasının başlangıcının 1976’da Lübnan’ın Suriye tarafından işgali ile bağlantılı olduğu söylenebilir. Baba Esed, iç savaşı durdurma ve ülkeye güvenliği sağlama bahanesiyle silahlı güçlerini Lübnan’a gönderdiğinde, ulaştıkları alanları “yağmalama” sürecine girdiler. Bölgedeki komutan ve askerler her şeyin kontrolünü ele geçirdiler, para (altın, gümüş vs.) ve mobilya, ekipman ve teçhizata el koydular. Bununla da yetinmediler, harabeye döndürdükleri ve ele geçirdikleri evlerin, dükkânların ve çiftliklerin kapı, pencere ve diğer aletlerini, sıhhi ve elektrik tesisatlarını ve bulabildikleri giysileri yağmaladılar. Lübnan’dan dönen askeri konvoyların, yağmaladıkları yani çaldıkları bu malları taşırken görmek alışageldik bir hal almıştı.

Esed rejiminin Lübnan’daki bu yağmalama suçuna çeşitli düzeylerde danışıklı sessiz kalınması, bu politikanın Suriye’ye taşınmasının önünü açtı. Rejimin seksenli yıllardaki silahlı İslami gruplarla mücadele yılları, bu politikanın ortaya çıkması için en büyük fırsattı. Zira Ordu ve güvenlik güçleri Hama, Cisr eş-Şuğur ve Halep dâhil olmak üzere özellikle Suriye’nin kuzeyindeki kentleri ve köyleri işgal ettiler. Esed’in komutan ve askerleri, evleri, dükkânları ve çiftliklerde ellerine geçirdikleri her şeyi yağmaladılar. Lübnan’da olduğu gibi yağmalanmış malları yüklenen askeri konvoyların sahneleri tekrarlandı.

Esed rejiminin bu yağmalama siyaseti bizleri, Rıfat Esed’in 1984’te erkek kardeşinin iktidarına karşı yaptığı başarısız darbe girişimine götürdü. Rıfat, Lübnanlı destekçisi Ali Eid’i Trablus’a çağırdı ve ona birlikte darbe yapmak istediğini söyledi. Ulaşabildikleri her yeri işgal edip yağmalamak için Şam üç günlüğüne milis kuvvetlere açılacaktı. O dönemde Ali Eid, bu işi gerçekleştirmek için 200 kişilik bir grup hazırladı. Ancak haberler Suriye makamlarına sızdı ve Şam yolunda tutuklandılar.

Güvenlik ve askeri kurumlarda, Rejim araçlarının yarattığı kendine has bir yağmalama sistemi var. Bu iki kurumda çalışan alt düzey memurların maaşlarına ve ayni yardımlara Komutan ve nüfuzlu Polisler tarafından el konmaktadır. 1970’te baba Esed’in iktidara gelmesiyle alışkanlık haline gelmiş bir uygulamadır. Bu kıdemli komutanlar, alt düzey askerlere, özellikle de askere alınan jandarmalara, para ya da ayni yardımlar karşılığında izin kullandırıyorlar ve bunlar askerlik hizmetini tam anlamıyla yerine getirmiyorlar veya askeri ve güvenlik birliklerdeki bu nüfuzlu komutanlara hizmet ediyorlar, hatta iş askerlikten tamamen muaf olma noktasına kadar gelebiliyordu.
Bu yağmalama deneyimi şimdiki iktidara miras kalmış olmalı ki, Esed’in oğlu Suriye’deki 2011 devrimi sonrası babasının bu politikasını yeniledi. Rejime bağlı ordu ve güvenlik birimleri Rejimin kontrolü dışındaki bölgelere yollandı. Burada bulunan şehirler ve köyler soyuldu ve Suriyelilerin mülkleri, evleri, dükkânları ve çiftlikleri yağmalandı.

Bu durum, Esed rejiminin Suriyelilere karşı yürüttüğü genel politikadan bağımsız düşünülemez. Aksine hakaret, tutuklama, yerinden etme ve mala zarar verme politikasını içerisinde barındıran baskı ve terör rejiminin bir parçasıdır. Bu yağmalama politikasının üç temel hedefi vardır, bunlardan birincisi; Komutan ve Rejim unsurlarına maddi teşvikler kazandırmak. Bu şekilde maddi kazanç sağlamak için muhaliflerin olduğu bölgelere ve halklarına saldırmalarını sağlamak.

İkincisi, Suriyeliler açısından gerilimi tırmandırmaktır, çünkü yağmalama, muhalif ve onların akrabalarıyla sınırlı kalmamıştır, bilakis hepsi istisnasız olarak dâhil edilmiştir. Üçüncüsü, suç işleme eğilimlerini tırmandırma ve rejimin kontrolünün dışındaki bölgelerdeki muhaliflerin mallarını yağmalamadır. Böylece yağmaya resmi bir kılıf hazırlanmış olmaktadır.

Esed rejimindeki ana aktörler, yağmalamanın pratik bir yolunu da buldular. Esed güçlerinin milisleri ve müttefikleri işgal ettikleri bölgelerin vatandaşlarını buradan attıktan sonra, bu alanları kapatıyorlar ve nüfusun buraya dönüşünü nihai olarak yasaklıyorlar. Sonra iki yağmalama yönteminden birini tercih ediyorlar; Birincisi, bölgedeki güvenlik görevlisi, peşin aldığı bir ücret karşılığında, şebbihanın ileri gelenlerine oranın yağmalanmasından elde edilecek geliri taahhüt etmektedir. Genellikle üst düzey bir askeri veya güvenlik görevlisi olan bu kişi, yağmalamadan en yüksek payı almış olmaktadır. Ya da yağmalama yapılacak bölgede bulunan komutan ve askerlere belirli bir pay verilerek o bölgeden çıkmaları sağlanır. Bu durumda yağmadan elde edilecek gelirden en yetkili olandan en alt kademeye kadar herkes bir pay almış olur.

Yağmalama politikası, yağma operasyonlarını yürüten güvenlik ve askeriyeden Rejimin elit adamlarından oluşan entegre bir yapı yaratmıştır. Yapılan anlaşma bağlamında bu elit tabakayla irtibatı sağlayan aracı bir sınıf vardır. Bir de yağmalama işini yapan ve yağmalanan bu malların çarşı pazarda pazarlanması işini yürüten alt bir tabaka var. Entegre yapı aynı zamanda bu malların alenen satıldığı belirli çarşı ve pazarları da içermektedir. Bunlardan ilki Şam’ın batısında Sümeriye bölgesindeki “Suk es-Sünne/Sünniler Çarşısı” olmuştur. Daha önceden bu pazarlama işi Rejimin kontrolü altındaki birçok şehirde açıktan yapılıyordu. Esed rejimi tarafından resmedilen, güvenlik ve askeri güçleri ile şebbiha milislerinin yürüttüğü yağmalama politikası, Suriyelileri cezalandırma ve onları boyun eğdirmeye yönelik amacın en önemli unsurlarından birini oluşturmaktadır. Buna ek olarak, savaş rejiminin yok edemediği malların çalınması ve ganimete dönüştürülmesidir. Elbette bu ganimetler, insani ve ahlaki bütün değerlerini kaybetmiş bir rejimi korumayı üstlenmiş Rejimin komutanları, askerleri ve şebbihalarına gitmektedir. Bu suçların hesabı muhakkak sorulmalı ve mallar bir şekilde onlardan geri alınmalıdır.