Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Esed’in ve rejiminin kalması bir dizi yeni devrimi tetikleyecek | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Rusya ve beraberinde İranlılar ve Beşşar Esed rejimi eğer Suriye krizinin askeri bir çözümü olmadığını söylüyorsa muhalefeti ve ona destek olanları kastediyordur. Aynı sözü Amerikalılar ve onların yanında duranlar söylüyorsa topu Rusya ve İran’a atıyordur. Lavrov, Zarif ve beraberlerindeki Çavuşoğlu son üçlü buluşmalarının ardından barış sürecinin devam etmesine yönelik görüş birliğine vardıklarını duyurduğunda da bu üç devletin bu toplantıda anlaşmasının kriz için arzulanan çözümün ‘başlangıcına’ işaret ettiğini söylediklerinde de bu haberlerde yeni bir şey yoktu.

Amerikalılar ve müttefikleri ile Ruslar ve müttefikleri arasında devam eden ayrılığı teyit eden şey, Avrupalı bir kaynağa dayandırılan Batılı devletlerin, rejimde esaslı bir değişiklik ve çoğulcu hükümetin kurulduğunu görmedikleri sürece Suriye’deki altyapının yeniden yapılandırılmasına ve kalkınmaya uzun vadeli katılmayacakları söylentisi olabilir. Yani demem o ki ABD’nin tutumunda keskin ve Batı’nın tutumunda genel anlamda bazı değişiklikler olabilir. Ancak değişim, açıkça görüldüğü gibi düşmanların tutumlarının örtüşecek kadar yakınlaştığı anlamına gelmez. Aksine bu tutumlar arasındaki uzaklık gittikçe arttı. Bunun göstergesi bu topraklar üzerinde askeri olarak yürütülen şeydir: Amerika’nın devam eden askeri hareketliliği ve ona eşlik eden Fransız seferberliği. Bunu açıktan açığa yapıyorlar. Hani derler ya

“Göz göre göre/kör kör parmağım gözüne.”

İsmini, yerini, temsil ettiği ve adına konuştuğu devleti belirtmeyen söz konusu diplomat, Rusların son zamanlarda birçok hile yaptığı konusunda uyarmış ve şöyle demişti: “Bundan dolayı bu hilelerin sonuna yaklaştığımıza pek inanmıyorum. Çatışmanın tozu mu kalkacak yoksa Cenevre’de yeniden ortaya sürülecek bir siyasi süreç mi olacak onu görmek için biraz beklememiz gerekir!”

Şarku’l Avsat’ın aktardığına göre AFP geçtiğimiz Cuma günü Fransa’nın başta olduğu Avrupalı devletlerin Suriye’deki savaş suçlularının yargılanmasını bu ülkeye barış ve uzlaşmanın gelmesi için bir ön şart haline getirmeyi planladığına işaret etti. Böyle bir işin gerçekleşmesini engelleyen birçok zorluk olsa da. Bu çabanın ciddi olup ABD’nin de bu çabanın ilk destekçisi olduğunu teyit eden şey, geçen Çarşamba Brüksel’de İngiltere, İsveç, Hollanda, Danimarka ve Belçika’nın katılımıyla gerçekleşen bir toplantıdır. Bu toplantı bu meseleyi tartışmak ve Beşşar Esed ve destekçilerinin işledikleri tüm suçların takipsiz bırakılmasına engel olmak için özel olarak düzenlendi.

Bu da demek oluyor ki günden güne daha çetrefilli bir hâl almaya başlayan bu ezici krize yönelik ciddi herhangi bir siyasi çözüm, uzun vadede mümkün değil. Özellikle de ABD, Başkan Donald Trump’ın söylediğinin aksine Suriye’den askeri olarak çekilmeyeceğini ilan etmişken. Ruslar da son zamanlarda Amerika’yı bu ülkeyi bölmeyi istemekle suçlamaya başladı. Bu konuyla ilgilenen herkes iyice gördü ki tüm bunlar Rusların aslında Beşşar Esed’in birçok kez ciddiyetle bahsettiği ‘faydalı Suriye’ ve ‘kitlesel uyum’ projesini uygulamak için demografik boşaltma ve etnik-mezhepsel göç süreçlerini başlattığında zaten erkenden bu bölme işlemini başlatmış olduğunu gösteriyor.

Her halükârda bu noktada oldukça tehlikeli ve önemli bir meseleye parmak basmak gerekir: Astana, Cenevre 1 ve temeli geçiş aşaması ve Beşşar Esed’i cumhurbaşkanlığı koltuğundan atmak olmayan diğer başkalarına uygun bir çözüm, şimdiye kadar olan bitenlerin hedefinde Sünni Araplar olduğu gerçeğini güçlendirecektir. Bu gerçeği destekleyen şey de geçtiğimiz yedi yıldan bu yana gerçekleşen göç sürecinin onlardan başkasını hedef almamasıdır. Bu, başından beri amacın Suriye’nin “İlel Ebed Esed” için etnik ve mezhepçi bir rejime mahkum kalması ve Suriye halkının çoğunluğunun ister kardeş azınlıklar ister düşman azınlıklar olsun her şekilde mezhepçi gruplara dönüşmesini sağlamak için Sünni mezhebine mensup olan nesillerden kurtulmak olduğunu da teyit eder.

Nikolaos Van Dam ait “Suriye’de İktidar Mücadelesi: Mezhepçi, Bölgesel ve Kabileci Siyaset, 1961-1995” adlı kitapta geçtiği üzere; ülkedeki nüfusun % 82,5’i Arapça konuşuyor ve % 68,7’si de Sünni Müslüman Araplardan oluşuyor. Bununla birlikte en büyük dini azınlık % 11,5 nüfusla Aleviler olurken Dürziler % 3; İsmaililer % 1.5 ve Rum-Ortodoks Hıristiyanlar % 4.7 nüfusa sahip. En büyük etnik azınlık ise % 8.5 ile Kürtler olurken Ermeniler % 4; Türkmenler de % 1 nüfusa sahip. Kürtler, Türkmenler ve Çerkezlerin çoğunluğu Sünni Müslümanlar ve nüfusun çoğunluğuna mensuplar. Ermeniler ise etnik ve dini azınlığı temsil ediyor. Aleviler, İsmaililer ve Rum-Ortodoks Hıristiyanların neredeyse istisnasız tamamı Arapça konuşuyor.

Bunları zikretmekten maksat kesin bir şekilde reddedilmesi gereken mezhepçiliği körüklemek değil. Amacımız Sünni Arapların hedefe oturtulduğunu ve geçtiğimiz yedi yıl boyunca devam eden göç ve boşaltma süreçlerinden maksadın çoğunluğu diğer gruplar gibi azınlık haline getirmek olduğunu göstermektir. Şimdiye kadar bu hedefin büyük oranda gerçekleştiği ortada. İranlılar ve Rusların istediği ve Türkiye’nin sessiz kaldığı şekilde Beşşar Esed rejiminin kalıcı olması, bu mezhepçi ülkenin yapısının değişmesine ve Sünni çoğunluğun olduğu bir durumdan Nusayri mezhebinin yönetiminde bir mezhepler ittifakına dönüşmesine sebep olacaktır.

Burada işaret edilmesi gereken bir nokta var: Şam 1940 yılında Ortodoks Hıristiyan Mişel Eflak ve Sünni Müslüman (Arap) Selahaddin el-Bitar’ın Deyr-i Zor’dan Celal es-Seyyid, birtakım Ürdünlü, Lübnanlı ve (İskenderun Tugayı’na mensup) askerler eşliğinde Baas Partisi’ni meydana getirdiğine şahit oldu. Ancak bu parti çok geçmeden 1963 darbesi ya da ‘Devrimi’ ile mezhepçi çoğunluk (Nusayriler, İsmaililer ve Dürziler) partisine dönüştü. Sünni varlık sonraları özellikle de 23 Şubat 1966 darbesinden sonra yok olmaya yüz tuttu.

Baas kuruluşundan itibaren mezhepçi kimlikleri, kuşatıcı Arap milliyetçiliği kimliği ile değiştirmeye çalıştı. Başlarda bunu kısmen başarmış olsa da Mısır’da kurulan gizli bir örgütün aracılığıyla Suriyeli beş subayın yönettiği askeri darbeden sonra 23 Şubat 1966 hareketine kadar var olan Sünni rengini aşamalı olarak kaybetmeye başladı. Darbeyi yapan subaylardan üçü Nusayri idi: Muhammed Umran, Salah Cedid ve Hafız el-Esed. İkisi de İsmaili: Abdülkerim el-Cündi ve Ahmed el-Mir. Parti öyle bir noktaya geldi ki Arap-milliyetçi bir yapı ile kurulduğu Şam’da etkin bir şube açamadı.

Sünni Suriyeliler yalnızca Şam’da değil Suriye’nin Der’a ve Deyr ez-Zor dışında büyük küçük tüm şehirlerinde Baas’tan uzaklaştı. Bu ayaklanmalar 1964 yılında Hama’nın şahit olduğu üzere İslami bir nitelikteydi. Bundan sonra başka şehirler, değişik şekillerde bu ayaklanmalara tanıklık etti. Böylece Hafız el-Esed’in 1970 yılındaki darbesine kadar gelindi. Bu aşamada söz konusu parti, mezhep partisinden mezhepçi bir partiye dönüşürken rejim de Esed ailesinin rejimine dönüştü. Tüm bunlar önce 1980 yılındaki ayaklanmaya daha sonra da 2007 yılında başlayıp hala devam eden ve genel anlamda Sünni karakterli olan ayaklanmaya sebep oldu.

Bu tabloyu uzunca anlatmamın hedefi tamamen Esed rejimini koruyan bir çözümün ve bu devrimin ve bu muhalefetin öyle ya da böyle çökmesinin geçici bir durum olabileceğini göstermekti. Korlar, köz altına ‘çökecek’ ve bu ülkede bitirilemeyecek Sünni Araplar peş peşe isyanlara başvuracak. Bir isyan; sonra bir isyan daha. Bu mezhepçi rejim çöküp mezhepleri ve etnik kimlikleri ile birlikte tüm Suriyelileri içine alan bir rejim ile yer değiştirene kadar. Bu gerçekten şüphe eden kimsenin gerek bu Arap ülkesinin (Suriye) gerekse Arap ve Arap olmayan birçok ülkenin tarihine müracaat etmesi tavsiye olunur.