Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Eski sayfada yeni haritalar | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

İran’la yaşanan kriz, uluslararası ilişkilerde yeni bir yol açtı. Sovyet rejiminin çökmesiyle soğuk savaş savunucularının da sesi kesildi. Avrupa atılım yaptı ve tarihte benzeri görülmemiş bir ekonomik, politik ve güvenlik gücü aracılığıyla varlığını yeniden kurdu. İmparatorluk denebilir ancak kıtada hiçbir devlet, artık hakim devlet değildir ve yeni Avrupa varlığının başkenti Brüksel’dir. Bu birliğin en güçlü ekonomik devi olan Almanya, kıta ve uluslararası mobil denklemlere göre hareket eden yumuşak Avrupa lokomotifidir.

Siyasetin trafik işaretleri, insanoğlunun sokaklarda tanıştığı bir şey değildir. Bunlar, kendi ışıklarını ortaya çıkarır ve aktörlerin çıkarlarına göre durumunu değiştirir. Birinci ve ikinci dünya savaşları, Avrupa’ya milyonlarca kurbana mal oldu, büyük bir yıkım süreci yaşandı, küçük topraklarda ve varlıklarda doğan çatışmaların fitili ateşlendi. Bunlardan ilki, Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand’ın Bosna’nın başkentinde eşi ile birlikte öldürülmesiydi. İkincisi ise, Nazi güçlerinin Polonya’yı istila etmesiydi.

Bugün artık, önceki iki savaş gibi sıcak (silahlı) ve küresel bir küresel savaştan ya da üçüncü savaş gibi bir soğuk savaştan bahsetmiyoruz. Ama eski coğrafi alanları aşan siyasi haritaların savaşından bahsediyoruz.

İran bu kez, Bosna ve Polonya’dan sonra üçüncü küçük istasyon mesabesindedir. Bu ülkenin “kutsal cehalet” tarafından ele geçirilmesiyle, dünyadaki politik ve askeri güçler arasında bir savaşın fitili ateşlendi.

Bugün, özellikle Batı liberal dünyası, ABD ve Avrupa arasında yıllardır süren ittifakın tarafları arasındaki politik gözden geçirmelerin eşiğinde duruyor. Eski kıta Avrupa’sı, günümüzde Amerikan devine boyun eğmiş bir politik, ekonomik ve askeri blok değildir. Esasında Amerika, onları faşizmin ve Nazizmin dişlerinin arasından kurtaran ve Marshall Planı aracılığıyla kendilerini yeniden inşa etmeleri için cömertçe yardımda bulunan bir ülkedir.
Berlin Duvarı’nın arkasındaki Batı Avrupa’nın kapılarına dayanmış bir Komünist güç korkusu vardı. Ve bu durumdan onları kurtarmak için Doğu Avrupa ülkelerine bir kereden fazla müdahale eden bir Varşova Paktı bulunuyordu.

ABD’nin oluşturduğu NATO, Batı Avrupa’nın sessizce uyumasını, ekonomik sıçramalar yapmasını ve demokratik yoluna odaklanmasını sağlayan bir kalkan oldu. Ama bugün artık o tartışılmayan ve hakkında soru sorulmayan kalkanın bir fonksiyonu kalmadı. Müttefikler arasında karar verme alışkanlığı ile korku ve güvenlik haritaları değişti.

İran nükleer dosyasının krizi ise, Atlantik’in iki yakası arasındaki karmaşık ilişkiler yüzünden bir türlü aşılamıyor. İran, uluslararası askeri, politik ve ekonomik anlamda herhangi bir güç oluşturmuyor. Sonuç olarak, bu dosya onlarca yıldır sorulmayan bir soruyu gündeme getirdi: “Berlin Duvarı’nın ve silahlı komşu, komünist blok korkusunun duvarlarının yıkılmasından sonra Avrupalılar, ABD’ye artık ne kadar bağımlı?”

Avrupa üçgeni (Almanya, Fransa ve İngiltere) liderleri, nükleer krizde arabuluculuk için Washington’a gitti. Amerika, kendine has hesapları nedeniyle yalnız kaldı. Avrupa’nın hesapları ise ilgi görmedi.

Başkan Trump, Avrupalılardan farklı bir zihniyet taşıyor ve farklı bir ekolü temsil ediyor. Avrupalılar eski ABD Başkanı Barak Obama’nın yaklaşımına yakınlar. Obama döneminde İran’la “eylem planına” karar verilmiş, donmuş fonlardan milyarlarca dolar iade edilmiş, yaptırımlar kalkmıştır. Obama ve Avrupalı müttefikleri bu anlaşmanın, İran’ı kendi içinde kalkınma yoluna sokacağına, dış politikasında ise barış ve sakinliğe iteceğine inanıyorlardı. Ancak tam tersi bir durum gerçekleşti. İran elde ettiği bu fonlarla, füze kabiliyetlerini geliştirdi, bölgesel müdahalelerini genişletti ve ABD’nin terörist gruplar olarak sınıflandırdığı güçlere destek verdi.

Avrupa, İran sorununu başka bir açıdan değerlendiriyor. Coğrafi gerçeklerle yönetilen güvenlik sorununu dikkate alıyor. İran’la olan çatışmanın, patlamaya hazır Ortadoğu’daki durumu daha da karmaşıklaştıracağına inanıyorlar. Milyonlarca yerinden edilmiş kişi ve İranlı mültecilere yol açacak ve Almanya’nın Suriyeliler ile yaşadığı deneyimi yaşayacak. Aynı zamanda sadece Ortadoğu’da değil dünyada da terörizmi artıracağını düşünüyorlar. Avrupalı liderler, ABD eski Başkanı Bill Clinton ile yaptıkları gibi, makul çözümler bulmaya çalışıyorlar. Zira 1996 yılında ABD; İran, Libya ve Küba’ya yönelik Amerikan yaptırımlarına karşı, “Önleme ve Koruma Yasası”nın yürürlüğe girmesiyle birlikte, bu tür çözümler bulmuştu. Bugün eski sayfalar üzerinde yeni bir dünyayı yeniden haritalandırma sürecindeyiz.

Merkel, Çin ve Rusya’nın uluslararası kararlarda kilit rol oynayacağına inanıyor. Ekonomik ve askeri gerçekler, siyasi haritaların çizildiği mürekkeplerdir. Alman Başbakanı, meseleyi daha da ileri taşımak istiyor. Geçmişte bir tabu olan konuyu dile getiriyor. O da; ‘Avrupa politik kararını güçlendiren bir Avrupa askeri gücü’…

Ancak, İran’ın nükleer dosyasına ilişkin ABD kararına yönelik görünürde Avrupa ülkelerinin pozisyonu başka olsa da, perde arkasında farklı tutumlar ortaya çıkıyor. Doğu Avrupa ülkelerinin çoğunun tutumu, Alman-Fransız-İngiliz üçgeniyle uyuşmuyor. Birçok Doğu Avrupa ülkesi bu konuya esaslı bir ilgi göstermiyor. Bilakis, Amerikan pozisyonunu destekleyenler dahi var.

Avrupa tutum ve haritalarının yeniden şekillendirilmesi arayışı, bazı Avrupa ülkelerindeki bölünme emarelerinin arttığı bir zamanda ortaya çıkıyor. İngiltere’de, AB’den ayrıldıktan sonra popülist, ayrılıkçı ve Brüksel’in ulusal iradeyi yok sayan politikalarının egemenliğine karşı çıkan sesler yükselmeye başladı. AB’nin özellikle ekonomik alanda merkezileşmesini reddeden siyasi unsurlar, seslerini yükseltti. İspanya’nın Katalonya eyaletinde oluşan ayrılıkçı hareketten sonra, bazı bölgesel ve halkçı partiler, AB’nin tüzüklerini gözden geçirmesi için talepte bulundu.

Son zamanlarda İtalya’da yaşananlar, adeta Avrupa’nın geleceğine dair uyarı çanları niteliğindedir. Beş Yıldız Hareketi ve ardından Kuzey Lig partisi kazandı. Uzun ve zor görüşmelerden sonra, bir koalisyon hükümeti kurmaya karar verdiler ve başbakan adayının ismi üzerinde anlaştılar. Şimdiki hükümetin yapısı, her iki tarafın ısrarı üzerine iktisatçı ve eski bakan olan Carlo Cottarelli tarafından şekillendirilecek. Yazdığı yazıların çoğunu Avrupa Birliği’ne karşı savaşa ayırmış, “avro”ya karşı çıkmış birisi… İtalya Cumhurbaşkanı Mattarella bu kararı, Avrupa Birliği’ne karşı bir ekonomik savaş ilanı olarak değerlendirdi. Avro ve AB düşmanı bir eski ekonomi bakanının isim olarak belirlenmesini şiddetle reddetti. Cumhurbaşkanı, ülkeyi erken seçime taşıyacak ve hükümete başkanlık edecek başka bir kişiyi atadı. Bu karara, Kuzey Ligi ve Beş Yıldız Hareketi Partisi tepki göstererek Cumhurbaşkanı’nın görevden alınmasını talep etti.

İtalya’daki bu göstergeler, son derece tehlikelidir. Birleşik bir Avrupa ve Avrupa ekonomik üçgenin üçüncü ayağının ilk kurucusu olan bu ülke, bugün Avrupa haritasının farklı renklerde yeniden çizilmesi için talepte bulunuyor ve konuda oldukça agresif davranıyor.

Çin ve Rusya’ya yönelmek, uluslararası iktidar dengelerinde gerçek bir ağırlık oluşturabilecek mi? Bu, ABD’nin tek taraflı uluslararası karar alma gücünü kırar mı? Karmaşık ve zor bir süreç; Amerika’nın Avrupa çapında güçlü askeri üsleri var ve NATO, Avrupa’nın koruyucu kalkanı. Amerika, küresel ekonomiye, özellikle de Avrupa’ya nüfuz edebiliyor. Ancak siyasi haritalar da değişiyor, kendini yeniden dengeleyemeyen, güç dengesinde bir alt seviyeye düşüyor. Şimdi, masadaki eski sayfalar, aslında dünyanın her yerinde hareket halinde. Ressamlar onların kalemlerini taşıyorlar: “Silah ve Para”.