Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Ey Dicle’nin ötesinde akan kaynak | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Dicle ve Fırat nehirleri ile Irak’ın güneyindeki Şattu’l-Arab nehrinin kurutulmasının, kayıtlı ve kayıtdışı tarihin doğuşundan bu yana Irak ve bölge tarihindeki en büyük jeopolitik dönüşüm olacağını söylersek abartmış olmayız.

Bu iki nehrin havzası, on bin yıldan daha öncesinden itibaren ilk dünya medeniyetlerine merkez oldu: Sümerler, Akadlar, Irak’ın merkezindeki Babilliler ve kuzeyindeki Asuriler ve Irak’ın tamamındaki Abbasi İslam Medeniyeti.

Iraklılar söz konusu iki nehrin kıyılarında yaşıyorlar. Irak’ın kuzeyindeki Fişhabur şehrinde Irak topraklarına giren Dicle nehrinin, güneydeki Basra Eyaleti’nin Kurne şehrinde Fırat nehrine kavuşana kadarki uzunluğu 1400 km’ye varır. Bu ikisi, 120 km’lik bir yolculuğun ardından Basra Körfezi’ne dökülen Şattu’l-Arab nehrinde birleşir. Dicle nehrinin Türkiye’den başlayıp Irak’a kadar beş kolu vardır. Bunlar; Habur, Büyük Zap, Küçük Zap, el-Azim ve Diyala’dır. Kaynakların çoğu Irak Kürdistanı ile İran dağlarından gelir ve bir kısmı İran içlerine doğru yönlendirilir. Dicle’nin kaynağı ise Türkiye’nin güneydoğusundaki Toros dağlarıdır. Irak bölgesi büyük oranda bu nehir ve kolları üzerinde yer alırken geri kalan kısım Fırat nehri ve kolları üzerinde bulunur. Şattülarap üzerinde yer alan tek bölge ise Basra’dır.

Dicle ve Fırat, Kurne’de birleşmeden önce İran ve Irak’ı birbirinden ayıran Mezopotamya Bataklıkları’nın büyük bir kısmını besler. Mezopotamya Bataklıkları’nın tamamı 2016 yılından beri UNESCO korumasındadır. Bu, UNESCO’nun bu nadir miras alanını herhangi bir tehlikeden uzak tutmaktan ve çevresinde tek oluşu, balıkları, kuşları, tarımı, ulaşım vasıtaları, yüzen evleri ve nehirdeki yüzme okulları ile eşsiz bir küresel değere sahip bu kültürel ve doğal mirasın yok olmamasından sorumlu olduğu anlamına gelir. UNESCO, bu bataklık bölgelerinin korunması, diriltilmesi ve küresel turizm açısından çekici hale getirecek hizmetlerle desteklenmesine katkı sağlayacağının sözünü verdi.

UNESCO, küresel miras listesine alırken Mezopotamya Bataklıkları’nı biyolojik çeşitliliğe sahip ve iki nehir arasındaki medeniyetlere ev sahipliği etmiş bir cennet olarak niteledi. Korunması ve sürdürülmesi insani ve kültürel öncelikler haline gelen dünya hazineleri arasına girmesini sağlayan müstesna bir değerde olduğunu ifade etti. Liste, iç içe geçmiş ve birbirine komşu 4 Mezopotamya bataklığını içeriyor: Merkez Bataklıklar, Batı el-Hammar, Doğu el-Hammar ve Havize bataklığı.

Bu bataklıkların sınır bölgeleri Irak-İran (1980-1988) savaşına sahne olan yerlerden biri idi. Daha sonra Irak, 2003 yılında Amerikan işgali sırasında askeri ve güvenlik gerekçeleriyle bir kısmını kurutmayı tercih etti. Eski rejimin ardından gelen hükümetler, Dicle ve Fırat’ı tekrardan bataklıklara kanalize etmeye uğraştılar ama bu çaba çok geçmeden durdu. Kurutma kararı, bölgede bir çevre felâketine sebep oldu ki burası, manda gibi kara hayvanları, yerli ve kıtalararası göçmen kuşlar ve balıklar için büyük bir yaşam alanı olarak kabul ediliyor.

Bu bataklıkları 70’li yıllarda bir gezgin olarak ziyaret ettim. O zamanlar Irak Turizm Kuruluşu’nun çıkardığı ‘Seyahat’ dergisinin yazı müdürü olarak görev yapıyordum. Bölge sakinleri, ziyaretçilere daha önce bilmediğimiz tanımadığımız bir hayata ışık tutan eşsiz bir sunum yapmıştı.

Irak-İran cephesinde savaş muhabirliği yaptığım sıralarda burayı defalarca ziyaret ettim. Oradaki insanların binlerce yıldır barış içerisinde nasıl bir arada yaşadılarsa savaşın vahşiliğinde de öyle yaşadıklarına şahit oldum.

Irak bugün, Türkiye’nin Ilısu Barajı’nı doldurmak için Dicle nehrinin sularını kendi topraklarına yönlendirme kararı ile insani, çevresel ve tarihi bir felâketin eşiğinde. Bu, Dicle nehrini kurutmak ve gazetelerin dediği gibi onu bir ‘sulama kanalı’na çevirmek anlamına geliyor. Böyle bir adımın, cılız suların ötesindeki insanların göçü, binlerce bostanın ve tarlanın tükenmesi, balıkların, kuşların ve bataklık canlılarının göçmesi, Irak’ta iki nehir arasındaki benzersiz bir medeniyetin kaybolması, Bağdat ile Dicle nehri ve Şattülarap boyundaki şehirlerin ve bataklıkların ışığı sönmüş birer köy ve çarşıya dönüşmesi gibi artçı adımları olacaktır.

Bundaki ilk sorumlu, ihmali ve suları kötü idare etmesi dolayısıyla Irak yönetimidir. İkinci sorumlu ise, komşu hakkını gözetmeyen Türkiye hükümetidir. BM ve onun önemli kuruluşlarından biri olan UNESCO temsilciliğinin de uluslararası toplumun aldığı kararları uygulama aşamasına geçirmek için seri bir şekilde harekete geçmesi gerekir.

Mezopotamya Bataklıkları’nı korumak demek, onun devamlılığını sağlamak,  Dicle nehri ve İran’ın çevirdiği kollarının Irak topraklarına akmasını sağlamak demektir. UNESCO’nun daha önceden tarihi veya nadir nehirlerin bozulması ya da yok olmaktan korunması, arklarının çevrilmesi konusunda tecrübeleri var. Çin, Burma ve Tayland’ın kıyısında yer aldığı Orta Asya’daki Saluen nehri bunlara örnektir. UNESCO, bu nehri, tehlikelerden korunması gereken kültürel dünya miraslarından biri olarak kabul etti.

Bunun için Çin gibi uzak bir noktaya gitmeye de gerek yok aslında. Yanıbaşımızda yani Arap bölgemizde UNESCO’nun 2006 yılında Dünya Mirası Sit Alanları listesine aldığı Umman’daki Aflac sulama sistemi (kehriz) örneği var. Bu sistem, farklı kullanımlar amacıyla kanallarda su biriktirmeyi sağlayan yerel bir sistemdir. Aflac’ın sözlük manası, yüksek kaya boşluğundaki pınarlardan vadilere akan nehirler ya da akarsular şeklindedir.

BM, UNESCO’nun Umman Sultanlığı ve BAE tarafından su kıtlığı sebebiyle başvurulan eski bir yol olan Aflac’ı koruma kararına uyduysa; lafta değil gerçek anlamda kurutma tehdidi altında olan, yaşayan insanlık tarihinden çıkarılmaya ve binbir gece masallarına dönüştürülmeye kastedilen Dicle ve Fırat nehirleri için ne demeliyiz?!

Bu noktada UNESCO’nun değil BM’nin; Irak-Türkiye-İran arasında üçlü bir anlaşmanın imzalanması için olaya müdahil olması lazım gelir. Bu anlaşma, İran ve Türkiye’nin Irak ile birlikte üzerinde anlaşmaya varılan belirli bir orana erişme hakkını ve suların büyük oranının Irak’a bırakılması için uluslararası denetimlere (ve Fırat için eğer isterse Suriye’ye) tabi olmasını garanti etmelidir. Suların büyük bir oranı Irak’a bırakılmalı zira tarihi, insani ve çevresel gerçeklikler bunu gerektirir. Irak hükümetinin de kıyıdaki tarafların hakkını güvence altına almak için uluslararası şartnameler ile belirlenen süreçte barajlar yapmak için uluslararası denetime bağlı olması, Körfez sularını ziyan etmemesi ve kötüye kullanmaması gerekir. Bu anlaşmanın belgeleri, BM ve ilgili kuruluşlar tarafından korunmalı, Dicle ve Fırat UNESCO’nun koruduğu nehirler listesine kaydedilmelidir.

Irak’ın savaşlardan, kuşatmalardan, Amerika ve İran işgallerinden, mezhep çatışmalarından, milislerin bozgunculuklarından, DEAŞ teröründen çektiği yetmedi mi de ona bir de Türkiye’nin nehirlerini ve bataklıklarını kurutup halkını susuzluğa mahkûm etmesi ve büyük şair Muhammed Mehdi el-Cevahiri’nin de dediği gibi ‘hayırlı Dicle’nin üzerini örtmesi ekleniyor.