Beyrut/Sina el-Cak
Lübnan İstihbaratı, geçtiğimiz Eylül ayında ülkenin güneyindeki Sayda kentinde bulunan Aynu’l Hilve Filistin mülteci kampına gerçekleştirdiği güvenlik operasyonunda büyük bir başarı elde etti. Söz konusu operasyonlar sırasında 5 yıl önce İran Büyükelçiliği’ne düzenlenen saldırıya karışan Abdullah Azzam Tugayları’nın Müftüsü Bahauddin Huceyr gözaltına alındı.
Bunun öncesinde Lübnan Emniyet Güçleri, Aynu’l Hilve, Burc el-Baracna ve Şatila kamplarındaki azmettiricileri ile iletişim içindeki bir terör şebekesini çökertti. Şebeke üyeleri, söz konusu bölgelerdeki kişilerden yapılması istenilenler hakkında talimatlar alıyorlardı. Bu talimatlar arasında intihar saldırıları, suikastlar da bulunuyordu.
Lübnan İstihbaratı, 2016 yılında yaklaşık Aynu’l Hilve kampına 40 suçtan aranan DEAŞ Emiri İmad Yasin’in yakalandığı ve hiç kimsenin burnu dahi kanamadığı başarılı bir operasyon gerçekleştirmişti.
Suriye savaşı ve bu kamplarla DEAŞ örgütü arasında irtibat sağlanmadan önce bu kamplar içerisinde İslami radikalizmden, Sayda kentinde yaklaşık 20 yıl önce 4 komutana suikastla suçlanan el-Ensar çetesinden ne de 2007 yılında Nahru’l Barid kampına bombalı saldırı gerçekleştiren Fethu’l İslam grubundan söz edilmezdi.
Dibsi’ten Şarku’l Avsat’a açıklama
Filistinli Araştırmacı Hişam Dibsi, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “1982’den sonra Filistinli İslamcı herhangi bir örgüt kurulmadı. Ancak 1985 yılında Emel Hareketi, Suriye rejiminin emriyle kamplara savaş açtı. Filistinlilere ait Burc el-Burcana kampı kuşatma altına alındı. Ben de o kamptaydım. Filistinliler, Emel Hareketi’ne sert bir şekilde yanıt verdi. Filistinlilerle savaşmanın haram olduğu hakkında fetva veren Seyyid Muhammed Hüseyin Fadullah’ın rolü burada büyük bir takdirle karşılandı. Filistinli gençlerden bir grup, Cuma hutbelerini dinlemek ve planlarını onaylatmak için Haret Hreik’teki Fadullah Camii’ni ziyaret etmeye başladı. O dönemde Hizbullah yeni yeni ortaya çıkıyordu. Burc el-Barcana kampında küçük bir grup ortaya çıktı. Mevcut gruptan farklı, Filistin sorununun çözümünün sadece İslami direnişten geçeceğine inanan başka gruplarda da ortaya çıktı. Bu grupların çoğunluğu mevcut örgütler çerçevesinde kaldı. 1987 yılının Aralık ayında meydana gelen Birinci İntifada’ya kadar çoğunluk Fetih Hareketi’nin içerisinde bulunuyordu” şeklinde konuştu.
Dibsi, kampların, daha önce görülmeyen çok sayıda mescidin açılmasına ve çeşitli İslami çizgilerden vaizlerin buralara yayılmasına sahne olduğunu söyledi.
Birinci İntifada’da Filistinli İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler), uluslararası İhvan-ı Müslimin kararı ile İslami direniş hareketi Hamas’ı kurdu. Bu aşamada Fetih saflarındaki İhvan-ı Müslimin üyeleri, çekilerek Hamas’a katılmaya başladı. Özel bir doğası bulunan yeni örgütsel bir evre başladı. Ardından İslami Cihad Hareketi ortaya çıktı. Bu hareket İhvan asıllı değildi. Onlar Fethi eş-Şikaki, Ziyad Nehhale ve ABD tarafından takip edilen Dr. Muhammed Neccar önderliğindeki üniversite öğrencilerinden oluşuyorlardı. Başlarda Fethi Şikaki aracığıyla İran’la temas kurdular. İran tarafında Şiileşmesi talep edilince iletişimi kestiler.
Dünya Direnişçi Alimler Birliği Başkanı Şeyh Mahir Hammud, “Kampların içinde terör merkezleri bulunduğuna dair sözlerin ve tüm suçlar konusunda Filistinli İslami grupları suçlamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Bu çok abartılıyor. Filistinli Müslüman gruplar, Lübnan’daki tüm suçlar, suikastlar ve güvenlik sorunlarının üzerine asıldığı bir kancaya dönüştü. Radikalizmin tüm türleri ve çeşitleriyle kamplarda ortaya çıktığı doğru ancak gerileme gösterdi. Genel olarak radikal gruplar çeşitli taraflar tarafından destekleniyor. Kontrol altına alınıp doğru yola döndürülmelerini umuyoruz. Her halükarda, Ahmed el-Esir ve DEAŞ’ın hezimete uğramasının ardından Filistinli çevrelerdeki radikalizm azaldı” şeklinde konuştu.
Fetih Hareketi’nden bir kaynak “Kamplarda İslamcı silahlı hareketler tamamlanınca, Suriye istihbaratından sağlanan finansmanla Fetih Hareketi ile bir savaşa girildi. El- Ahbaş ve el-Ensar Çetesi bozgunculuk yapmaya ve şahsi olarak suikastlar yapmaya başladı. Dönemin Fetih sorumlusu İsam el-Levh’un kararıyla eş-Şuraydi’ye düzenlenen suikast sonrasında el-Ensar çetesi Lübnan içerisinde radikal terörist bir yöntem izlemeye başladı. Bu 1999 yılında Ebu Muhcen lakaplı Ahmed Abdulkerim es- Saadi’nin önderliğinde 4 lidere suikast uygulanmasının ardından gerçekleşti. Abdullah eş-Şuraydi el- Ensar Hareketi’nden ayrılarak en-Nur isimli grubu kurdu ve gerektiğinde kullanmak ve pis işlerini yaptırmak için İslamcı radikal gruplar yavrulamaya başladı” dedi.
Ancak Şeyh Mahir Hammud, el-Ensar çetesini kınamayı reddediyor. Şeyh Hammud, “Tutuklulardan birinin itirafları ile dosyanın yeniden açılmasına rağmen resmi olarak bir bağı bulunduğu ispatlanmadı. Çete, Kamu Güvenlik Müdürü Abbas İbrihim’in tanıklığında yaptığı itiraflardan sonra başka bir kıyıya taşındı ve orada bir emniyet kilidi vazifesi gördü. Üyeleri de Lübnan ordusunun gözetiminde büyük oranda olumlu bir şekle büründü. Cundu’ş Şam, en-Nur grubu ve diğer radikal gruplar, el-Ensar çetesinin olumlu rolüne olumsuz bir yanıt niteliğinde. En güzel örneği el-Ensar çetesidir. Belki radikal akıma kapılıp meşru gerekçeleri bulunmayan suikastlar düzenlediler ancak doğru yola döndüler. Diğerlerine de hata yaptıklarını bildirdiler. Yüzde 90 oranında radikal bir hal içerisindelerdi ancak bazıları evine döndü bazıları göç etti, bazıları da emniyet güçlerine teslim oldu” ifadelerini kullandı.
Hammud’a göre İslamcı radikalizmin bir önceki dönemde yükselişe geçmesinin nedeni kampların içerisinde kanun koyup uygulayacak bir Lübnan veya Filistin otoritesinin olmayışı.
Şeyh Hammud, “Şakir el-Absi, Fethu’l İslam’ı başlangıçta Burc el-Barcana kampında kurmaya çalıştı. Ancak halk komiteleri ve Filistinli gruplar bunu reddederek projesini uygulamasına izin vermediler. Bunun üzerine Filistinli grupların aktif rolü bulunmayan, Nehru’l Barid kampına gitti. Lübnan otoritesi de onun bir tehlike kaynağı olduğunun farkına varmadı. Böylece projesini kimseyle mücadele etmeden hayata geçirebildi” şeklinde konuştu.
El- Fetih Hareketi’ne bağlı olan bir kaynak, kamplardaki radikallerin finanse edilmesi konusunda, “Bu gruplar, onları kullanmak isteyenler tarafından finanse ediliyor. Sonuçta, bölgesel ve küresel istihbarat birimlerinden, gerek bilgi elde etmek için gerekse de kirli işlerini yaptırmak amacıyla bu gruplara müdahale etmeyen kalmadı” dedi. Katar’ın rolünün azaldığına sonra da durduğuna işaret eden kaynak, “Radikal gruplar şimdilerde İran ve Suriye’den destek alıyor. Lübnan devlet istihbaratı da bu grupları bilgi elde etmek için farklı şekillerde kullanıyor. Kısaca, bu fraksiyonlar gerektiğinde gündemler dahilinde finanse edilir ve kullanılır” ifadelerini kullandı.
“Belki de Lübnan devleti hata etti”
Kamplardaki radikal İslamcı grupların finanse edilmesi konusunda ise Şeyh Hammud, “Maalesef, Müslüman olarak isimlendirilen gruplardan bazılarının İslam’ın çıkarlarından ve naslardan çok uzaklaştığı açık bir şekilde görünüyor. Arpalar ve ABD tarafından finanse edildikleri de gayet açık. Başka amaçlar için de kullanıldılar. Belki de Lübnan devleti, Taif Anlaşması’nın ardından kamplardaki silah toplanamayarak, bir hata etti” şeklinde konuştu.
Hammud, Filistinli bu radikal gruplara yatırım yapılması ve kullanılmasının amacının Filistin davasını çarpıtmak, dönüş hakkında doğrudan etkide bulunarak, bu meseleye verilen önemi ortadan kaldırmak olduğunu söyledi. Özellikle de Lübnan mülteci kamplarındaki Filistinlilerin dağıldığı imajını oluşturmanın hedeflendiğini ifade etti. Terörist gibi lanse edilmeye çalışıldığını belirtti. Bu durum İsrail’in işine yarıyor. Bu, Lübnan, Arap ülkeleri ve uluslararası toplumu da ilgilendiren bir durum. Hammud, “Hepimiz düşman İsrail’in Lübnan’da ya da başka yerlerdeki gruplara nüfuz etme yeteneğini biliyoruz” dedi.