Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin tarafsızlık ilkesine bağlı kalarak ortaklığı ve ülkeyi korumayı muhafaza etmesinden dolayı Bakanlar Kurulu’yla gurur duyduğunu açıkladığı bir zamanda Husiler, Riyad’a ikinci ya da üçüncü bir balistik füze daha fırlatıyorlardı. Tarafsızlık ilkesi önceki Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman zamanında, 2011 yılında, Lübnan’daki siyasi grupların oybirliğiyle kabul edilmişti. Bundan dolayı bu ilke, Baabda Deklarasyonu olarak isimlendirildi. Deklarasyonla Lübnan’daki herhangi bir grubun istikrara ve ulusal dayanışmaya büyük bir halel getirmemesi için Suriye’deki çatışmalara müdahalede bulunmaması kastediliyordu. Fakat üzerinden birkaç ay geçmeden Hizbullah tarafsızlık bildirisinin mürekkepten ibaret olduğunu dile getirerek Suriye’de askeri müdahalede bulundu.
Hizbullah, 2012 yılından bu yana Suriye içerisinde bulunan Lübnanlıları ve Âl-i Beyt’in mezarlarını tekfircilerin saldırılarından korumak ve direniş rejimini komplolara karşı himaye etmek gibi gerekçeler göstererek Suriye’ye müdahalede bulundu. Bu arada Esed’in kuzeni, Suriye rejiminin düşmesi halinde İsrail’in güvenliğinin ortadan kalkacağı konusunda New York Times aracılığıyla Tel Aviv’e sesleniyordu.
Şu an Süleymani’nin stratejisyenleri, İran’ın Suriye’deki müdahalesinin amacının Irak ve Suriye üzerinden İran ve Lübnan arasında bir karayolu açmak olduğunu söylüyor. Bu amaç, Irak-Suriye sınırında yer alan Ebu Kemal beldesini işgal ederek, Âl-i Beyt’in mezarlarını koruyarak ve koridor açarak gerçekleşti. 2013-2017 yılları arasında İranlılar ve İran’a bağlı milisler, özellikle de Hizbullah, on binlerce Suriyeliyi katletti ve milyonlarca insanı göç etmeye zorladı. Çeşitli bölgelerde Şiileri Sünnilerin yerlerine yerleştirdi. Ayrıca Humus ve Halep’in ilçelerinden göç eden birinin Şiileşmeden memleketine dönmesini imkansız kıldı.
Yemen’deki İran müdahalesi gerçek anlamda 2007’den sonra başladı. Bununla eğitim ve silah desteğini kastediyorum. 2007’den önce ve 1990’ların başından bu yana ideolojik bakımdan İran Devrimi tarzında bir araya geliniyordu. Zeydî gençler yeniden eğitiliyordu. Çünkü Zeydî gençler, yeteri ölçüde Şiileşmemişlerdi. 2013’ün başlarında bir kişiyle karşılaştım. Bana “Bu Iraklı, Maliki Bürosu’nda Husilerin finansal desteğinden sorumlu şahıstır” denildi. Bundan sonraki hikâye malum.
Bunlar, 2013 yılına kadar iki şeyi gerçekleştirmekle görevlendirilmişlerdi. Birincisi, Zeydî olduğu söylenen şehir ya da bölgelere hâkim olmak -çünkü bu bölgelerde oturanların çoğu Zeydî idi- ve Midi Limanı üzerinden deniz rotası açmaktı. İkincisi ise sınırda Suudi Arabistan’ı taciz etmek ki Suudi Arabistan, Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih yönetiminin onayıyla onları sınırdan uzaklaştırmak için kendileriyle savaşmak zorunda kaldı. 2013 yılında ise Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’le ittifak yaparak Amran ve Sana’yı işgal edecek kadar hırsları büyüdü. Zira meşru yönetimle Eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih arasında Yemen ulusal ordusu parçalanmamış olsaydı askeri açıdan buna güçleri yetmezdi. Bundan sonra birçok gizli şey oldu. Özellikle de orta kesimdeki şehirleri ve Yemen’in güney bölümünü işgal etme hırsı, ki buralar İmamet devleti içerisinde yer almıyordu. Ve 1994 olaylarından beri Ali Abdullah Salih’ten nefret ediyorlardı.
İran’ın Arap ülkelerine yönelik işgal ve yıkım şekli 1980’li yıllardan beri değişmedi. Örneğin Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’de olduğu gibi ülkeleri tamamen tahrip etse de Şii halkın olduğu herhangi bir ülkede mezhep merkezli bir grup oluşturarak suni bir devletçik ortaya çıkartıyordu. Bu durum, Bahreyn ve Kuveyt’te de meydana gelebilirdi.
İran ve milislerinin Filistin’de yeniden yapmaya çalıştıkları şey en büyük bozgunculuktur. Bunu aylar öncesinden planlamaya başlamışlardı. İranlılar, Irak, Suriye ve Lübnan’da zafer kazandıklarını, Yemen’de mücadele ettiklerini ve 2011 yılında meydana gelen olayları unutturmak için yeniden Filistin’e gereksinim duyduklarını ifade etmişlerdi. Nasrallah, geçmiş yıllarda iki kez şöyle demişti: Suriye’deki savaş ve tekfircilerle mücadele, İsrail’le savaşmaktan daha önemlidir. Sonra Yemen için de aynı şeyi söyledi. Yani Yemen’de Suudi Arabistan’la savaşmak, İsrail’le savaşmaktan daha önemliydi.
Son aylarda İranlılar, DEAŞ’la mücadele başlığı altında Sünni Araplarla hesaplaştıklarını belirttiler. (Fakat DEAŞ devletini yok eden, İran değil; ABD ve Rusya’dır.) İranlılar, ABD ile olan gerilim ortamında Araplar olmaksızın tek başlarına İsrail’le mücadele iddiasını canlandırmaya yöneldiler. İranlıların Lübnan’daki medya borazanları, Avn ve Hariri’nin kendilerini tarafsız tutmaları sonucu Arapları Siyonist olarak addetti. Tuhaf ve garip olan şey şu ki kendilerini cesur Arap milliyetçisi olarak addedenler, bu minvalde yürüyenler ve bunun Amerika ve İsrail’in aldatması sebebiyle olduğunu iddia edebler, Trump’ın kararına karşı büyük gösteriler yapmadı. Gösteri yapmasını istedikleri insanlar nerede? Suriye, Irak ve Lübnan’da insanları yok ettiler ve ülkeleri darmadağın ettiler. Şu an milisleriniz başka bir Arap ülkesini yıkmak ya da tahrip etmek için Suriye’den Ürdün’e doğru ilerliyor. Filistin meselesinin sorumluluğunu taşıyan ve Filistin’i kurtarmak için orduları bütün Arap savaşlarına katılan Iraklılar nerede? Arap kimliğine sahip Suriye nerede? Rejim milislerinin yanı sıra İranlılar, 20 milyon Suriyeliyiöldürmeye ve tehcir etmeye girişti. İranlıların Filistin’de, özellikle de İslami Cihat Örgütü ve Hamas aracılığıyla Gazze’de yerleştirdikleri siyasi Şiileştirme faaliyeti Tahran’ın Filistin’de yaptığı bir diğer bozgunculuk hareketidir. Bu da Gazze Şeridi’nin Batı Şeria’dan ayrılmasına ve bitmeyen savaşların çıkmasına neden oldu. Bu savaşların Filistin mücadelesine hiçbir faydası yok. Aksine bu savaşlar özelde Gazze halkını sıkıntıya sokmak, genelde ise Filistin’in gücünü zayıflatmaktadır.
Direniş filmi İran’a ait. Nasrallah, Süleymani, Velayeti ve Caferi’nin ellerinde Filistin sancaklarını kaldırıyorlar. Bu sancakları Trump’ın kararına karşı koymak için değil, aksine Arapların hiçbir şey yapmadıklarını iddia etmek için kaldırıyorlar. Bir şeyler yapan sadece İranlılardır. Hatta Lübnan’ın büyük Dışişleri Bakanı Cibran Basil, Filistin sancağını kaldırmak konusunda rekabeti artırmak için Arap Birliği’ne gidiyor. Mesele Suriyeli ve Filistinli mültecilerle ilgili olduğu zaman onlara karşı Lübnan kimliğiyle gurur duyduğunu söyleyen de kendisiydi.
Araplar, şu ana kadar Arap Birliği toplantısından İslam İşbirliği Örgütü toplantısına, Güvenlik Konseyi toplantılarından Birleşmiş Milletler’e (BM) gitmeye, hatta Filistin’in uluslararası kuruluşlara katılımına kadar Trump’ın kararına karşı büyük ve önemli işler yaptılar. Bu gelişmelerle biz, Kudüs ve Filistin konusunda hak ve adaletin gerçekleşmesi için katıldığımızı dünyaya göstermek istiyoruz. Bir yandan söz konusu çabalar sürerken diğer yandan Trump’ın kararına ve İsrail işgaline karşı Filistin intifadasına destek veriliyor. Filistinliler, İran’la değil de Mısır ve Suudi Arabistan’la temasa geçiyor.
Karşı cephenin stratejik sonuçları da olacak. Bu cephe, istikrarı ve ulusal birliği yeniden sağlamak için İran’ın yıkıcı faaliyetlerine karşı mücadele cephesidir. Bugün bu konuda iki yerde çalışmalar yürütülüyor. Halkı Husilerden kurtarmak için Yemen’de mücadele veriliyor. Batı Şeria ve Gazze’de Filistin halkının birliği yeniden sağlanmaya çalışılıyor. Yaklaşık iki hafta önce İslam dünyasında istikrarı sarsan unsurlar ve terörle mücadele etmek için İslam Askeri Koalisyonu’nun genel sekreterliği kuruldu.
Arap ve Müslümanların istikrar ve birlik konusundaki gücü, düşmanların Lübnan ve Yemen’de yaptıkları gibi karar merkezlerine hâkim olmak yerine harici düşmanları ve içerideki kolları uzaklaştırmaya yönelik bağışıklık sistemini yeniden kazanmanın temel faktörüdür.