Birkaç hafta önce İngiliz ‘The Guardian’ gazetesi İyi yöneticiliği okumak ve araştırmak isteyenleri Finlandiya’nın başkenti Helsinki’den başlaması gerektiği üzerine bir makale yayınladı.
Saygıdeğer okuyucularımı Helsinki’ye alıp götürmeyi çok isterdim, ama birkaç bilgiyi kendisine verebilirim. Genel olarak gelişmenin örneği olarak İngiltere, ABD, Japonya ve ara sıra Güney Kore’yi ilerlemenin örneği olarak vermeye alışığız. Ama bu konuda yanlışlık yaptığımızı belirtmek isterim. Zira, saygıdeğer gazeteye göre, iyi hükümet ve iyi toplum oluşturmak isteyenlerin araştırmalarına Finlandiya’dan başlaması gerekir.
Finlandiya, On dokuzuncu yüzyılın sonlarında nüfusunun %10’unun kıtlıkta öldüğü Rusya’nın fakir bir kolonisi idi. (neredeyse çoğu Arap ülkeleri gibi) 1917 yılında bağımsızlığını kazandı. Günümüzde küresel örgütler Fin Cumhuriyetini güvenlik, istikrar, iyi yönetim, yolsuzluk ve suç oranları yününden dünyanın bütün ülkelerinde ön plana koyuyor. Bu örgütlere göre Finlandiya, yolsuzluktan arınmada dünya üçüncüsü, seçimlerin nezihliğinde dünya ikincisi, sosyal eşitlikte dünya beşincisi ahlaki davranışta kurum ve şirketleri dünya ikincisi, Parlamentonun %42’sini oluşturan ve 1906 yılında seçme özgürlüğünü elde eden Fin kadınlar erkeklerle eşitlikte dünya üçüncüsü konumunda. Ayrıca, bütçesinin üçte birini sosyal amaçlara ayıran Finlandiya Devleti eşitlikte dünya beşincisi konumunda.
Finlandiya’nın gelişimi, aralarında ekonomide Nobel ödüllü Fin Holmström dahil olmak üzere bir çok araştırmacının dikkatini çekti. Holmström’e göre, fakirlikten, doğal kaynak eksikliğinden ve zor hava koşullarından mustarip olan ülkesinin sağladığı gelişmeye ‘mucize’ olarak nitelendirilebilir. Holmström, Finli vatandaşlarının kendini vererek çalıştığını, herkesle birlikte çalıştığını ve makamlarla korkusuzca tartıştığına dikkat çekti. Yine, araştırmacıya göre, Finliler kendi dillerinde olup ta başka dillerde olmayan bir kelime kullanırlar, sisi, yani korkusuzca ve işin akıbetini düşünmeksizin bir işe odaklanarak çalışmak. İşte bu sisi ruhu ki, bu küçük halkı Sovyetlere karşı ayaklandıran ve 2. Dünya Savaşı öncesinde Sovyetler’i ülkeleri dışına çıkaran…
Bana öyle geliyor ki, bu halkın (5.5 milyon) ilerleyişinin sırrı, bağımsızlığının başlangıcından beri bilim ve eğitime verdiği önemden kaynaklanıyor. Finlandiya’nın bağımsızlık mücadelesinin önderliğini bir üniversite profesörü yapmıştı. Bağımsızlıktan bu yana, hükümetin başına gelenlerin üçte biri doktora sahibi ve profesör olanlardı. Devlet başkanı profesörlerden biri Fin topluluğu hakkında “Ülkemiz profesörler tarafından kurulan sosyal bir varlıktır” dedi.
Bu profesörler ülkelerindeki eğitimi teşvik etmeye dikkat ettiler. Finlandiyalı öğrenciler artık okuma becerilerinde dünyada ikinci sırada yer almaktadır. Okur-yazar olmamak yalnızca duydukları ama bilmedikleri bir özellik. Kilise okuma ve yazma yeterliliğini kanıtlayana kadar bir erkek veya kadını evlendirmez. Tabii ki, hiçbir Fin kurum okur-yazar olmayan vatandaşa istihdam imkanı vermez. Eğitim konusundaki bu vurgu ve ardından gelen bilgi ve kültür Finlandiya’nın başarısının sırrı olduğunu düşünüyorum.