Dubai Hükümetinin 5 yıldır çok güzel bir şekilde düzenlediği ‘Uluslararası Hükümetler Zirvesi’ kapsamında Francis Fukuyama’nın konuşmasında üç önemli husus dikkatimi çekti.
Japon asıllı Amerikan siyaset bilimcisi ve Stanford Üniversitesi ‘Demokrasi Gelişimi ve Yasa Üstünlüğü’ Merkezi Başkanı, Suriye, Yemen ve Libya’da olduğu gibi, çoğu yerde iç savaşlara yol açan ve Arap Baharı olarak bilinen gelişmelerin tek pozitif çıktısının Tunus olacağının altını çizdi.
Her ne kadar ekonomik problemlerine çözüm bulmakta karamsar olsa da, Fukuyama, Tunus’un Arap Baharı dalgaları içinde sağlıklı bir devlet olmanın ve demokratik siyasi bir sürecin minimum koşullarıyla çıkabilecek tek devlet olduğu görüşünde.
‘Tarihin sonu ve son insan’ kitabının yazarının konuşmasındaki ikinci husus, Çin’in ABD’yi dünya liderliğinden düşürebileceği ve bunu birçok alanda zaten başarıyla gerçekleştirdiğidir. Fukuyama’ya göre, mali pazarların çöküşü ve liberal batı ekonomisinin zarara uğraması sonucunda Çin’in bu hedefe daha da yaklaştığı görülmüştür. Fukuyama, biraz da mübalağalı bir güvenle, dünyayı yönlendiren yasaların bundan sonra Washington veya Londra’dan değil de Bejing tarafından ortaya konulacağını tahmin etmektedir!
Fukuyama, Ortadoğu’nun tüm problemlerinin kaynağı olan İran’a değindiğinden, bence, konuşmasındaki en önemli husus İran’la ilgili görüşleriydi. Köken itibarıyla kırsal ve muhafazakarların çoğunlukta olduğu İran’ı yönlendiren tabakanın etkisi altında daha fazla kalmak istemeyen ve içinde kadınların da olduğu eğitimli sivil bir halk sınıfının ortaya çıkması ve başka nedenlerden dolayı İran’ın, içeriden bir patlamayla yüz yüze olacağıdır.
Fukuyama, 2017 yılının sonu ve 2018 yılının başında ortaya çıkan ve haftalarca süren protestoları iklim değişikliğine ve sera etkisine bağlayarak İran’la ilgili çok dikkat çekici bir noktaya parmak bastı; İran’ın kırsal kesimlerinde suların çekilmesi ve kuraklığın on dört yıl sürmesiyle kırsaldan şehirlere göç dalgalarının oluşması; şehirlerde işsizliğin artmasına, zayıf olan alt yapının daha da zorlanmasına ve hastalıkların artmasına yol açtı. Tüm bu etkenler halk ve bürokratik sınıf arasındaki açığın daha da büyümesine yol açtı. İran’ın yayılmacı dış politikası ve bölge savaşlarının etkisiyle yapılan boş ideolojik pompalama da bu fenomenin daha da bariz hale gelmesine yol açtı!
İran’daki iç patlama, iki dinamiğin bileşkesi olarak ortaya çıkıyor; ilki, iklim değişikliğinden kaynaklanan kuraklığa bağlı ekonomik ve sosyal etken, ikincisi de Tahran’ın güneyindeki yoksul bölgelerinde büyüyen “sefalet nesilleri”nin gittikçe artması.
Bu patlamanın ilk provaları 2009 yılında, yani Arap Baharı’ndan da önce, gösterilerin ortaya çıkmasıyla kendini ortaya çıkardı.
Bu iki değişimin etkisiyle, İran devlet kurumları veya daha doğru bir tabirle, devrim kurumlarının, iki faktörün birleşmesini veya öfkenin düşürülmesi için pratik önlemlerin alınması noktasında aciz kaldığı gözleniyor.
İran rejiminin beka tehlikesiyle ilgili uyarıların artık dışarıdan değil, rejimin içinden de gelmesi dikkat çekici.
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin rejim liderlerini uyarması ve ‘Halkı dinlememeleri halinde’ kaderlerinin Şah’ın kaderiyle olacağını söylemesi ve bu konuşmanın geçtiği etkinliğin İran Devriminin 39. yıl dönümü olması tesadüfi değil.
Devrimin solunda sayılan Ruhani’nin uyarıları, devrimin sağının en bariz temsilcisi sayılan eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın daha radikal uyarılarıyla da örtüşüyor.
“Devrim Rehberi” Ali Hamaney’e gönderdiği bir mektubunda Ahmedinejad, Rehber’den “Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi (DMTK), emniyet ve askeriyenin karışmadığı, bu kurumların sonuçları etkilemediği ve şekillendirmediği serbest parlamenter ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılmasını” istedi.
Mahmud Ahmedinejad’ın ‘halkın’ özgürce seçim yapabilme eleştirisi aynı zamanda İran rejiminin doğasına ve Tahran’ın vitrinde kalmış demokrasisine ağır bir kınama olmakla birlikte Rehber’in rejim içindeki pozisyonunu değiştirme ve yetkilerini azaltma çağrısıdır.
Bu iki isteğin 2009 şehir protestoları ve 2017 kırsal protestolarının da talebi olduğunu da unutmamak gerekir.
Ahmedinejad’ın halkı dinleme gerekliliği eleştirisi de, Ruhani’nin eleştirisi de Humeyni rejimi ve İran halkı arasındaki fayın ne denli geniş olduğunu gözler önüne sermekte. İşte bu fay, Fukuyama’nın rejimin içten içe yıkılacağına sebep olacağını söylediği faydır!
Birkaç gün önce, uluslararası ambargonun etkisiyle parçaları yenilenemeyen bir İran sivil uçağı düştü…
Bu facia İran ve dünya arasındaki boşanmanın etkilerini akıllara getirdi. Dubai’de Uluslararası Hükümetler Zirvesi’nde sivil havacılığın geleceğinden ve insanların yakın tarihte ışık hızından daha hızlı bir hızla taşınacağından bahsedilirken düşen İran uçağı aklıma geldi!
Demek ki düşen sadece uçağın kendisi değil, İran’ın kendisi düşmüş ve beraberinde Humeynizm ideolojisi de!