Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Füze ve büyük devrimin durdurulması | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Riyad’ı hedef alan füzenin kimliğinde bir belirsizlik yok. Suudi Arabistan füzenin kimliğini ilan ederken ABD ordusu da aidiyetini doğruladı. Zaten füze kalıntıları kimliği hakkında yorum veya belirsizliğe yer bırakmayacak bilgi veriyor. Bu bir Husi-İran füzesidir ve Husiler ateşlenmesi için yer sağlamışlardır.

Bu olay, Suudi Arabistan’ın Yemen’deki savaşa neden girmesi gerektiği hakkında ipucu verebilir, zira, Suudi Arabistan Husi darbesinin ilk ve son hedefinin Suudi Arabistan topraklarını ve güvenliğini hedef alan bir füze cephaneliğinin başına İran’ı temsil eden birinin başa gelmesi olduğunu sezmiştir.

Füzenin mesajı çok belirgin ve Farsça mürekkeple yazılmıştır. İran’ın kuşatma ve kaynağı belirsiz saldırı stratejisinden açık saldırganlığa geçtiğini belgeliyor.

Bu, Suudi Arabistan’ın kırmızı çizgilerinin açık bir ihlalidir. Suudi Arabistan, ulusal güvenliğini, istikrarını ve imajını zedeleyen bir saldırıyı kabul edemez.

İran rejiminin kırmızı çizgiyi aşması şaşırtıcı değil. Doğası gereği, İran rejimi uluslararası kurallara, yani devletlerin meşru kapılarından girişini öngören, uluslararası sınırları ve ulusal egemenliğe saygıyı önemseyen yasalara uymamaktadır. Tahran, kendini uluslararası sözleşmeler ve teamüller uyarınca çalışmaktan ve ülkelerin iç işlerine müdahale etmeyi önleyen kurallardan kendini muaf tutmuştur. İran’ın istikrarsızlığı yayma politikası, kırmızı çizgilerin ağırlığını ve uluslararası kanunları kaldırmaya dayanmaktadır.

Son kırk yıl boyunca İran politikalarına hızlı bir bakış atılırsa, Tahran rejiminin, kırmızı çizgi ihlallerine olan bağımlılığı açıkça görülür. Meşru otoritenin görüşüne bakılmaksızın bu veya o haritaya müdahale etme hakkını kendine tanımıştır. İsrail’e karşı direnişin başkanlığını sürdürme veya kendisine benzeyen bir azınlığı himaye etme bahaneleriyle, İran, başka ülkelere müdahale etmeyi ve bunu otoritelere empoze etmeyi kendine mubah saymıştır.

Bölgedeki hiçbir ülke, başkalarının haritalarına bu denli olağanüstü sayıda sızıntıyı gerçekleştirmemiştir, ne de diğer ülkelerin denklemlerini alt üst etmiştir, ve ülkelerin yönünü ve kimliğini değiştirmiştir. İran kadar hiç bir ülke azınlıkları, ait oldukları ulusal dokudan çıkarmak için müdahale etmemiş ve onları farklı gerekçelerle Tahran’ın bölgesel kararlarına eklemlendirmemiştir.

Yapılanlar geçici ve gelişi güzel bir müdahaleden çıkıp tamamen yeni bir sözlüğü dayatmaya ve uluslararası sınırlara verilen kutsallığın devrilmesi düzeyine çıkmıştır. İran’ın yaptıkları ulusal ordunun kendi topraklarındaki tek silahlı kuvveti olması hakkı ihlalidir.

Tahran, müttefiki olan gruplara ait oldukları devlette hükümetin kararlarını veto etmeye, sonradan da iç ve dış politikadaki seçeneklerini dikte etme hakkını elde etmeye çalışmaktadır.

Bölge halklarının İran’la olan problemi İran’ın doğal bir ülkeye dönüşmek istemeyen veya dönüşmekten korkan bir devrim olmasıdır. Doğal ülkeler, sınırları içinde bulunur ve silahlı kuvvetlerini kendi topraklarında bulundurur, uluslararası kararlara, antlaşmalara ve sözleşmelere saygı gösterir ve komşu ve uzak ülkelere konvansiyonel dilde hitap eder. Doğal devletlerde, vatandaşlar, kalkınmayı gerçekleştirmek, iş fırsatları sağlamak ve yaşam koşullarını iyileştirmek için ülkesinin hükümetlerine soru sorar. Bu ve benzeri sorulara Çin Devlet başkanı açık cevap verebilirken, İran cumhurbaşkanı yanıtlamaktan çekinir.

Bölge halklarının Tahran rejimiyle yaşadıkları sorun, İran’ı doğal bir devlet olarak görmek isterken İran’ın bu dönüşümü istememesidir.

İran’ın “devrimi ihraç etme” politikası ülkenin tek daimi adresi olmuştur, bazı istirahat dönemlerinde bu retorik bırakılmış ve masa üstü ve altı müzakerelere başlanmış olunsa da, bu adres hiçbir saman bırakılmamıştır. Muhammed Hatemi veya Hasan Ruhani’nin gülümsemeleri altında ya da Ahmedi Nejad’ın çatık kaşları altında olsun, Devrimin ihracı yürürlükteki değişmeyen ve sürekli olan politikadır. Devrimi ihraç programının ihtiyaçlarına göre sistemin mutfağında özenle hazırlanan seçim sonuçlarına bakılmaksızın, İran cumhurbaşkanı, politikanın son yapımcısı ve üreticisi değildir, itiraz salahiyeti olmayan ve İran Dini liderinin bürosunda üst düzey bir görevlidir.

Bölge halklarının İran’la bir başka sorunu da, başkalarının takip edeceği ve gıptayla bakacağı ekonomik başarılara veya niteliklere sahip olamamasıdır. Sunulan modelin, (özellikle çok bileşenli) diğer ülkelere aktarıldığında yürümeyeceği tecrübeyle sabittir. En iyi kanıt, İran etkisinin yükseldiği ülkelerde haritaların parçalanması, ulusal birliğin çökmesi ve ülkeleri uzun vadede bölecek ve parçalayacak çatışmaların yaratılmasıdır. Örneğin, Tahran Bağdat’ta ilk ve son sözün sahibi olursa, Irak’ın birliğini garanti altına almak mümkün müdür? Suriye ile Lübnan ve Yemen hakkında aynı soru sorulabilir.

İran’ın “büyük darbe” politikasını sürdürdüğü ve ilerleme, yeni toprak elde etme, sindirme ve yeniden sıçrama fırsatlarından yararlandığı açıktır. Bölgedeki kapsamlı İran saldırısının Saddam Hüseyin rejiminin oluşturduğu duvarın, velev ki bir çok yerinden delinmiş ve sarsılmış bir duvar olsa dahi, yıkılmasından sonra arttığı ve hızlandığı da açıktır. «Büyük Devrim» adım adım gerçekleşti. ABD’nin Irak’ı işgalinin arifesinde Tahran’da yapılan üst düzey bir Suriye-İran toplantısında, ABD’nin varlığı altındaki Bağdat’ta istikrarlı bir hükümetin kurulmasının engellemesi kararlaştırıldı. Bununla birlikte, bu karar, Ahmedinejad’ın Bağdat’ı , ve ABD ordusunun kontrol noktalarını geçerek “Yeşil Bölge” yi, ziyaret eden ilk devlet başkanı olmasını engellemedi.

Lübnan Eski Başbakanı Refik Hariri’nin suikastından bir gün sonra da, iki taraf Suriye güçlerinin çekilmesinden sonra Lübnan’da istikrarlı bir hükümet kurulmasını önlemeye karar verdi. Birçoğu tarafından unutulan bir nokta var; İran, Oslo Anlaşmalarının tükenmesi, intihar bombacılığı eylemlerinin başlatılması ve ikinci intifada’nın militarizasyonunda da büyük rol oynamıştır. Sonuçların, anlaşmaya ve Yaser Arafat’a etkileri biliniyor.

“Büyük Devrim” projesi karşısında Suudi Arabistan, Arap, İslam ve uluslararası ağırlığı yüzünden büyük bir engel olarak göründü. Suudi Arabistan daima bu programın hedefi olmuştur. Suudi Arabistan’ı Bahreyn üzerinden kuşatmak mümkün olmadığında da, kuşatmanın Yemen üzerinden tamamlanması fikri doğdu ve füzeler Husi’lere teslim edildi.

Büyük bir ihtimalle, İran, Suudi Arabistan’ın hırslı, iç ve dış alanlarda aktif politikasından, Amerika ile olan güçlü bağlarından ve büyük güçlerle stratejik ve ekonomik ortaklıklarından, kaygı duyuyordur. Suudi Arabistan’ın, Cumhurbaşkanı Abdül Fettah el-Sisi’nin “dev adımlar” ile tanımladığı, ülke içinde ekonomik ve sosyal dönüşümler içeren büyük bir programı başlatması da bu ülkenin hedef alınmasını daha da elzem kıldı.

Füze, Suudi-İran ilişkilerinde ve Körfez-İran ilişkilerinde yeni bir bölüm açtı. İran bölgedeki en önemli pozisyonu almak amacıyla ve belki de “Büyük Şeytanın” en büyük ortağı olma amacıyla bölgeyi yeniden düzenleme politikasında ısrarcı. Yeni Suudi Arabistan’ın “büyük Devrimi” kuşatmak ve içeren ve caydırıcı şekilde durdurmak için bir yaklaşım seçtiği açıktır. Husi-İran füzesi, “büyük Devrimi” bastırmak için tüm yeteneklerini ve ilişkilerini kullanma seçeneğinden başka Suudi Arabistan’a başka bir seçenek bırakmadı.

Bu savaş, bölgenin geleceği ve dengesi için bir savaştır.