Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Geçici hayallerde kararsız kuruntular | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Filistin, geçen yüzyılın başından bu yana anlaşmaların hem anası hem de babasıydı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki siyasal yaşam süreci, bir sonraki korkunç haritaları çizdi. İngiltere, Yahudi dünyasının siyasi, mali ve medya faaliyetlerinin bir sonucu olarak Yahudilere Filistin’de onlar için ulusal bir vatan kuracağına dair vaatlerde bulundu.

Sykes-Picot anlaşması etrafında birçok yorum ve analiz yapıldı. Arap dünyasını bölen en büyük entrika olarak tanımlandı. Aslında sadece Türk egemenliği altında tek bir varlık olan Şam bölünmüştü. Körfez veya Mağrip ülkeleri üzerinde herhangi bir etkisi olmamıştır. İngilizler Filistin’in kendi paylarına düşmesi hususunda hevesliydi ve Kral Faysal’ı Şam’dan alarak Irak’a kral olarak atayan Fransızlar lehine Suriye’den vazgeçti. Bu “tarihi bir anlaşma” oldu. Siyaset, özellikle de uluslararası olanı bir pazardır. Değişen güçler tarafından yönlendirilir. İkinci Dünya Savaşı, tarihte görülmemiş yeni bir dünya yarattı. Fransa ve İngiltere’nin dünyanın en geniş alanını kontrol ettiği geleneksel sömürgecilik okulu ortadan kalktı. İkinci Dünya Savaşı sonucunda insanlığın yaşadığı acı, yeni bir insani düzen ve farkındalık doğurdu. Savaş alanları, yeni silahların kalitesi, kurbanların büyüklüğü, akan kanın miktarı, yıkımın gücü ve etkisinin ruhun derinliklerine nüfuz etmesi… Savaştan sonra dünyada ilk defa medya ve kamuoyu gücü denen yeni bir kuvvet ortaya çıktı. Yahudi lobileri bu iki gücü, Nazizm’den çektikleri acıları da bahane ederek Balfour Deklarasyonu’nun Yahudilere Filistin’de ulusal bir devlet vaadini resmiyete dökmek için kullandı.

İkinci Dünya Savaşı’nın rahminde doğan Birleşmiş Milletler, Birinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı Milletler Cemiyeti’nin ardından ortaya çıktı. Yeni dünyayı yönetmek için galip devletler tarafından yaratılan bir enstrümandı. Geleceği idare eden Küresel Operasyon Odası haline geldi. Çoğu Arap ülkesi doğrudan ya da dolaylı sömürge idaresi altındaydı. Siyasi iktidar yokluğuna, geleceği şekillendiren unsurlara dair tecrübe eksikliğinden kaynaklanan uluslararası ilişkilerin yönetimindeki sınırlı kapasite eşlik etti. Ki modern varlıkları idare eden işte bu kapasitedir. İkinci Dünya Savaşı sırasında askeri eylemlere katkıda bulunan uluslararası Yahudi sistemi, Amerika ve Avrupa’daki varlığı nedeniyle deneyimler elde etti. Elde ettiği bu deneyimle Yahudi dosyasını Filistin’i bölme kararını veren BM masasının üzerine koydu. O dönem pazarlıklar dönemiydi ve Araplar bu kararı reddetti ve yenilgiyle sonuçlanacak askeri çatışma seçeneğine yöneldi. Önceki varlıklarını dahi kaybettiler. Filistin varlığının kalıntıları Mısır ve Ürdün arasında dağıtıldı. Filistin davası uluslararası mahfillerin koridorlarında kaybolup gitti ve Arap halkının duygularını seslendiren bir çana dönüştü. İsrail’in eski Başbakanı Golda Meir bir keresinde şöyle demişti:
“Filistin diye bir toprak yok, Filistin halkı diye de bir halk yok.”

1967 savaşında Arapların yenilgisinden sonra İsrail Doğu Kudüs de dahil olmak üzere tüm Filistin tarihini ele geçirdi. İsrail, Filistin meselesinin sonsuza dek kapatıldığına ve İsrail’in binlerce yıldır süren tarihi hayaline ulaştığına inanıyordu. Yenilginin acısından Filistin silahlı direnişi doğdu ve kendisini Filistin toprakları ve dünya üzerinde etkili bir güç olarak kabul ettirdi. İsrail, Arap devletleri üzerindeki zaferinden sonra hiç beklemediği bir fenomeni önünde bulmuş oldu. El Fetih Hareketi sadece Arap bölgesinde değil, aynı zamanda dünyada da siyasi denklemleri yeniden kurdu. ABD, Yaser Arafat’ın BM Genel Kurulu’na hitap etmek için gittiği New York’a girmesini reddettiği zaman örgüt onu dinlemek için Cenevre’deki genel merkezine intikal etti. Golda Meir’in sözlerini boşluğa atan uluslararası tarihi bir dönemeç oldu.

Filistin’e dair anlaşmalar zamanın bir parçasıydı. Filistin’de efsane hamuru yaratan tarih, toprak, din ve ıstırap var. Her çağda yeni bir kanla, siyasi ve askeri olarak yeni yaratıcı bir silahla tezahür ediyor. İsrail devletinin kuruluşundan bu yana tüm dünyaya kendisini dayatan bu krize çözüm bulma girişimleri hiçbir zaman kesintiye uğramamıştır. Ne zamanki birileri ‘Filistin tarafı hayal kırıklığına uğradı ve gücü zayıfladı’ diye düşünmeye başladı, siyasi, askeri ve insani kalıntılarından yepyeni bir ateş tutuştu. 70 yıl önce başlayan ancak tüm uluslararası forumları terk etmeyen bir mesele… Bugün ise sadece 70 saat önce başlamış gibi taze. Oslo Anlaşması, Filistin ve İsrail tarafları arasındaki meselenin en güçlü olgusuydu. İsrail eski Başbakanı İshak Rabin’in bir İsrail fanatiği tarafından öldürülmesinden sonra Kudüs, mülteciler ve Filistin devletinin tanınması gibi aciliyeti olan konular aşırı sağcı İsrail hükümetleri tarafından bir kenara itildi. O olay, Yahudi bilinçaltındaki mitolojik gücü ortaya çıkardı. Oslo Anlaşması’nın arka planında merhum Arafat ile Rabin arasında gizli bir centilmenlik düzenlemesi var mıydı? Bu dava üzerinde gerçekleşen pazarlıkların safahatı gerçekten çok uzundur. ABD başkanlarının çoğu parmaklarını bu ateş haritasına uzatmıştır. Özellikle de Jimmy Carter, Bill Clinton ve Obama… Fakat Amerika’daki Yahudi politik ordusu daha güçlüydü. Avrupa en katı politikacılarını bu mesele için gönderdi. BM ve Rusya da aynı şeyi yaptı. Araplar, sorunu çözmek için gerçekçi bir vizyon içeren inisiyatiflerini sundular. Fakat İsrail’in kuruntuları bunları görmeye mani oldu. Bundan önce İsrail tarafından alternatif vatan etrafında teklifler sunuldu.

Muammer Kaddafi, Beyaz Kitabında “Isratin” başlıklı bir öneri sundu. Devlet Başkanı Enver Sedat, Filistin meselesinin Camp David Anlaşması bağlamında siyasi bir çözüme kavuşması için çok çabaladı. Filistinli sade insan rüzgârları tüm pazarlıklardan daha güçlüydü. Zira zamanın pazarlığı hep taze ve aktif kalmakta, hiç yaşlanmamaktadır. Amerikan politikacılarının sorunu, dışişleri ile alakalı konularda araştırma merkezlerine ve meselelerin karmaşıklıklarına derinlemesine gitmeyen emekli siyasetçilere dayanmalarıdır. Birçoğu pragmatik bir eğilim sergiliyor ve meseleleri kendi değer sistemleri açısından değerlendiriyor. Bugün Amerika’da bazı kesimler sadece Gazze Şeridi’ni ticaretin geliştiği, insanların para ve tüketim için akın ettiği bir serbest bölgeye dönüştürmekten bahsediyor. Peş peşe gelen nesillerin efsanevi kimyasının hamurunu üreten din, tarih ve toprağın gücünün farkında değiller. Filistin meselesinin tüm Arapların ve Müslümanların meselesi olduğunu da idrak edemediler. Endonezya, Pakistan, Malezya, Hindistan ve Afrika’da Kudüs inancın bir parçasıdır.

Bazıları Sina’nın bir kısmının Gazze varlığının bir uzantısı olduğunu öne sürdüğünde yaşadıkları gerçek yakınlığı görmezden geliyor. Mısırlılar, Sina’nın kurtuluşu için askeri ve politik olarak savaştılar ve Taba adlı küçük bir toprak alanını yeniden kazanmak için de yasal olarak mücadele verdiler.

Efsanevi güç, Filistin halkının toprakları üzerinde kalmasıdır. Aciliyeti olan anlaşma, Gazze ile Ramallah arasındaki birliğin yeniden kurulmasıdır. Din, tarih ve toprak zamanın çemberlerini aşarak sonsuz anlaşmayı yapacaktır.