Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Göç Avrupa gemisini batırıyor mu? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Eşi ve benzeri görülmemiş fırtınalar ve kasırgalar, Avrupa Birliği’nin varlığını sarsıyor ve ülkelerine akın eden yüz binlerce göçmen konusundaki görüş ayrılıkları denizinde batma tehlikesi yaşıyor. Bu kriz, kuruluşundan bu yana bu kurumun en büyük sınavı. Bu dev varlığın doğduğu koşullar değişti ve kurucu liderlerin kalitesi, bugün ülkeyi yönetenlerden farklıydı.

AB, II. Dünya Savaşı’ndan sonra yeryüzünde doğmuş, 20’nci yüzyılın en büyük ekonomik yapısıdır. Fakat Avrupalı anne, bu dev bebeği yıllarca rahminde taşıdı. Avrupa, Dünya Savaşı’ndan, vicdanında büyük bir yara ve omuzlarında ağır bir yükle çıktı. Milyonlarca insanın kanı ve cansız bedeni, hayatta kalanların varlığını tehdit ediyor ve bu durum katliam, sefalet ve işkence sahnelerini beraberinde getiriyordu. Bu savaştan doğan ve Sovyetler Birliği’nin doğu kıtasının kontrolünü ele geçiren komünist blokla mücadele için siyasi ve askeri bir ittifak kuruldu. Bunun getirdiği politik koşullar altında ABD, Marshall Planı aracılığıyla, cömertçe finansal ve gıda yardımı sağlamaya çabaladı.

Savaştan sonra Batı Avrupa’daki Batılı entelektüeller, yazarlar ve medya mensupları arasında yeni kalemler ve sesler ortaya çıktı: Onların sözlerini “Avrupa’nın birliği veya savaş” başlığı altında toplayabiliriz. Bunun yanında, kendini ifade edemeyen ve batı kıtasının halklarının çoğunluğunu temsil eden, ellerini uzatacakları yiyeceklere sahip olmayan bir kitle vardı ve bunlar yakın geçmişin yarasıyla ve umutlu bir bekleyişle hayatta kalmaya çalışıyordu.

Solcu ve sağcı yelpazede Nazizm ve Faşizme karşı direnişte rol oynamış liderlerin oluşturduğu partilerin amaçları şu soruya cevap bulmaktı: Yeni dünyaya kan, gözyaşı ve açlık olmadan gitmenin yolu nedir? Cevap sadece politik değil, entelektüel ve kültüreldi. Solcu İtalyan filozof Gramsci gibi entelektüeller bu sorunun cevabına katkı yapmışlardı. Ulusal devletin yeniden inşasının ortasında, savaşın kurbanlarının haykırışları, vicdanları ve zihinleri harekete geçiriyordu. Geleceğin pusulasını oluşturan politik ve ekonomik düşünce makinesi ekonomik Avrupa’ya dönüştü. Hitler’in rekor sürede geçtiği küçük devletler, Fransa’ya kadar yönelmiş savaşçı atlıların acımasız saldırılarına maruz kaldılar. Bu durum işbirliği adına ilk adımın atılmasına neden olmuş ve “Benelüks ülkeleri” olarak adlandırılan ilk modele ulaşmışlar ve bu ülkeleri oluşturan Hollanda, Belçika ve Lüksemburg, aralarındaki Gümrük Birliği’ni kurmuşlardı.
İlginçtir, İngiltere’nin en önde gelen siyasi lider ve politikacılarından biri olan Winston Churchill, II. Dünya Savaşı’nın hemen başında “Avrupa Uluslar Birliği” ifadesini ilk ortaya atan kişi oldu.

Ekonomik endişe, politikacıları harekete geçiren bir etken oldu ve 1951 yılında Paris’te Avrupa Demir ve Çelik Grubu’nun kurulmasıyla yakınlaşmaya giden ilk adım atılmış oldu. Ekonomik faktörler, Avrupa gemisini yönlendiren rüzgar oldu ve artan bir yakınlaşmaya neden oldu. Bu durum, 1957’de Roma’da Avrupa Ortak Pazarı’nın kurulması anlaşması imzalanıncaya kadar devam etti. Bu anlaşma modern tarihte gerçek bir atılımdı. Avrupa ilişkilerinde yeni ve eşi görülmemiş bir kavram yarattı. Diğer milletlerin egemenlik zihniyetinin askeri güç aracılığıyla tek bir millet tarafından yok edilmesinin önü açıldı. Ve dünyaya, başkaları üzerinde tek taraflı bir denetim kurmaya yönelik yenilikçi bir yaklaşım getirdi. Napolyon Bonaparte, Hitler ve Mussolini’nin defterleri dürüldü ve Doğu Avrupa’ya ideolojisi ve askeri gücü ile hakim olan Sovyetler Birliği’ne sıcak mesajlar verildi.

Uluslararası bir krizin sonucu olan yasadışı göç, Arap dünyasında, Afrika’da ve Asya’da birçok ülkeyi sarstı. Sosyal dokuyu parçalayan, idari ve siyasi rejimleri bozan, değerleri yok eden iç savaşlar, milyonlarca insanın özgürlükler, yaşam ve barış dünyası olduğuna inandıkları Avrupa’ya çöller ve denizler aracılığıyla hayatlarını tehlikeye atarak yönelmesine neden oldu. Yüz binlerce hayat, efsanevi rüyanın kıyılarına ulaşmak için çölde açlıktan ve susuzluktan ya da denizde topluca batmaktan söndü gitti.

Fakat yüzyıllardır süren ter ve kan yoluyla inşa ettikleri bu topraklara ölüm, yoksulluk ve korkudan kaçtığı için girenlerin karşısına Avrupalı evren birden sert bir şekilde dikiliverdi. Özellikle Afrika’da, Libya üzerinden gerçekleşen göç, AB’de siyasi ve ahlaki tartışmalar ortaya çıkardı. Almanya da dahil olmak üzere bazı ülkeler bu gelen mültecilere karşı daha hoşgörülüydü, ancak bu durum Angela Merkel hükümetini oluşturan taraflar arasında keskin bir tartışmanın yaşanmasını engelleyemedi.

Hükümetteki ortaklardan biri olan Bavyera Hıristiyan Birliği partisi, hükümet mültecilerin girişini kısıtlamadığı takdirde koalisyondan çekilmekle tehdit etti.

Avusturya ve bazı Doğu Avrupa ülkelerindeki sağ partiler, krizle başa çıkmada herhangi bir esnekliğe şiddetle karşı çıkıyorlar. İtalya’da hükümeti kuran iki sağcı halkçı parti Kuzey Ligi ve Beş Yıldız Partisi, son seçimlerde göçmenler konusunda sadece seslerini yükseltmekle kalmadı, bilakis göç nedeniyle AB’ye karşı kışkırtıcı bir dille savaş açtılar. Avrupa zirvesinde bu konu tartışılmadan bir gün önce, İtalyan İçişleri Bakanı Matteo Salvini, Avrupa Birliği’nin bir varoluş sorunuyla karşı karşıya olduğunu ve bir yıl içinde parçalanabileceğini söyledi. Şunları da söyledi:
“Önümüzdeki aylarda, Avrupa’nın şu anki haliyle bir geleceğinin olup olmadığını ya da işlerin daha da karmaşık hale gelip gelmediğini veya bir yıl içinde ortada bir AB’nin kalıp kalmayacağını göreceğiz. İlk kez, bu varlığın yapısının büyüklüğü, hayatta kalma veya kalmama sorunu haline geldi.”

AB Genel Başkanı Donald Tusk, AB liderlerinin göçmenler meselesiyle başa çıkma yeteneklerini kanıtlamaları için çok az zamanlarının kaldığını aksi halde birlik karşıtı otoriter güçler karşısında kaybedeceklerini söyleyerek onları uyardı. Konuşmasının devamında; Risklerin çok büyük olduğunu ve zamanın kısa olduğunu ekledi. Liderlerin üç nokta üzerinde anlaşmaları gerektiğini söyledi: Avrupa dışında, göçmenlerin iniş ve toplanmalarına yönelik platformların kurulması, yasadışı göçle mücadele için özel bir bütçenin sağlanması, kaynak ve transit ülkelerle işbirliğinin güçlendirilmesi.

Avrupa varlığını sarsan yasadışı göç, yaranın üzerine düşen bir taştan başka bir şey değil. Hatta yıllarca sessiz kalınan bir yara… İngiltere’nin birlikten çıkışının göçle hiçbir ilgisi yok ve bazı ülkeler, göç krizinden önce de mali ve denetim bakımından “Brüksel hegemonyası”nı (Avrupa Komisyonu Genel Merkezi) tenkit ediyorlardı. Aşırı sağcı politik hareketler, konuyu kışkırtıcı seçim söylemi olarak kullandılar. Birlik içindeki siyasi ve kültürel değerler konusundaki büyük farklılıkları görmezden gelemeyiz, Doğu Avrupa ülkeleri tek taraflı bir yönetim ve Demir Perde altında yıllarca yaşadılar. Batı Avrupa ülkeleri, başkalarıyla ilişki kurmada farklı bir mirasa sahiptir. İngiltere bir Ada ülkesidir, milyonlarca Asyalı ve Afrikalıyı ve aynı zamanda Fransa’yı cezbeden emperyal bir tarihe sahipken, İtalya, İspanya ve Portekiz göçmenlerin kaynağı olmuştur.

Evet, birlik içinde gözden geçirilmesi gereken çok fazla şey ve politika var. Dünyadaki güçler dengesi değişti, Günümüz siyasi liderleri daha önce görülmemiş bir tarzı temsil ediyorlar ve küreselleşme dünya çapında etkili bir gerçeklik. Eğer Avrupa parçalanırsa, ilk kaybedenler onlar olacaktır. Ve elbette beraberinde pek çok taraf da kaybedecektir.