Radikal sol düşüncesi “Halk Kitleleri” olarak adlandırdığı korkunç bir sosyal kitle icat etti. Ve bunu sağcı herhangi bir yönetim veya sosyal baskı ve siyasal sindirim politikası güden, herhangi bir diktatör rejime karşı mücadelesinde dayanacağı bir taban addetti.
Arap dünyasında bu korkunç insan kitlesi, Sudan, Mısır, Suriye ve Irak Komünist Partisi gibi geleneksel komünist partilerin tasavvurunda bulunmaktaydı. Ve bu partiler, halkı sokakta sistemlerin yolunu kesmek için, saatli bomba gibi her an patlamaya hazır bu kitle ile korkutup tehdit etmeye başladılar.
Çok geçmeden Irak’taki aşiretçi Baas Partisi ve Suriye’de önce milliyetçi sonra da sınıfçı/taifeci olan iktidardaki Baas Partisi gibi milliyetçi iktidar partileri, bu kitleyi “ideolojikleştirdi” ve kendi propagandasının hizmetine aldı.
Mişel Eflak’ın milliyetçi düşüncesini sosyalist ve Marksist düşünceyle aşılayan öncü düşünürler de bunun propagandasını yaptı. Belki de Cemal Atasi, Abdülkerim Zehhour Udey ve Suriye’deki öğrencileri, Sadun Hamadi ve Irak’taki öğrencileri, siyasi literatürlerine bu “halk kitleleri”ni katan Baasçı düşünürlerin önde gelenleriydi.
Daha sonra Cemal Abdünnasır’ın konuşma literatüründe ve onun yazarı ve düşünürü olan Muhammed Haseneyn Heykel’in makalelerinde, Nasırcı milliyetçi rejim ve tutukladığı solcu elit kesim bunu benimsedi. Heykel, çok geçmeden bu kesimin serbest kalmasını sağladı. Özellikle, Suriye ile milli birliğin yıkılmasıyla, altmışlı yıllarda rejiminin sosyalist ve Marksist bir sisteme dönüşmesini ustalıkla Abdünnasır’ın hizmetinde kullandı.
Daha sonra bu “kitleler” Kaddafi, Ahmed bin Bella ve Cafer Nümeyri’nin “padişahlık” konuşmalarında ve “Yemen Arap Cumhuriyeti”nde Ali Abdullah Salih’in kurduğu, fırsatçı rejimin potasında eritilmeden önce Kuzey Yemen’deki Marksist sistemin aşırıları tarafından aşağılandı ve hor görüldü.
Ancak “halk kitleleri” halk sokağında gerçek bir varlık gösterdi mi? Eğer bu düşünürler, entelektüeller ve milliyetçi yöneticilerin kanıtlamaya çalıştıkları gibi, gerçekten de bu kitleler varsa, bunu siyasallaştırıp ideolojileştirme ve sosyalist ve milliyetçi rejimlerin halkçı tabanı olarak siyasal ve padişahlık hareketinin içine katmada gerçekten de başarılı oldular mı?
Önce bir gazeteci ve yazar olarak, sonra da Arap ve milliyetçi olarak itiraf etmek isterim ki, araştırma sonucunda ben bu “kitleleri” bulamadım. Bu itiraf ev, okul ve üniversitede beslendiğim Arapçılığa ve birlik devletine sırt çevirdiğim anlamına gelmez, zira ben hala Arap milliyetçisiyim ve “el-Şark el-Avsat” gibi Arap bir gazetede yazar olarak uzun süre çalışmamda, hiçbir siyaset veya medya sorumlusu benden yetiştiğim bu inancımdan vazgeçmemi istemedi.
“Halk Kitleleri” Marksist Leninist söylemlerde, güzel bir siyasal ve medyatik kuruntuydu. Nitekim Lenin onu parti, rejim ve devletin yöneticisi olan parti öncülerinin dayanağı olarak gördü. Stalin ise, Arap dünyası da dâhil olmak üzere uluslararası sol literatürüne hâkim olan donuk dile temel önderlik eden Lenin’in söylemlerine ihtiyacı yoktu. Gerçekçi Stalinizm parti, devlet, aydın ve halk sokağının kitlelerini ürküten korku rejimini üretmekle meşguldü.
“el-Şark el-Avsat”taki mütevazı köşemden birçok kez siyaset ve ideoloji yazarlarını, okuyan yeni nesillerin anlamakta zorlanacağı belirsizlik ve karışıklığa daldıran siyasi analizden vazgeçmeye davet ettim. Arap sisteminin siyasi hafızayı yok etmesi, analizdeki bu karışıklığa ve donuk ideolojik dile devam etmeye neden oldu.
Donuk ideolojik dilin paralelinde yeni bir gazetecilik ve medya dili gelişti. Bu, körfez ihtilaflarının etrafında dağılan gazete ve medya yazarlarının kullandığı “mazeretçi” dildir.
“Halk Kitleleri”nin sanal dünyasına dönecek olursak, onun siyasallaştırılması asla olmamıştır. Fakat siyasi çekişmelerin parçaladığı kültür olmadan, dili iyi bir şekilde kullanmayı öğrenmeden, pratikte karşılığı olan bir duruş sergilemeden ve akılcı bir metod benimsemeden internette yazarlığa soyunan cahil ve yarı öğrenmişlerin aşağıladığı halkçı sokağı kasten “cahilleştirme” gerçekleşti.
Bu okur/yazarlar bugün parlamenter kubbenin altında, diyalogun yokluğunda, Arap dünyasını yöneten siyasetçilerdir. Onu; sokağın dibine indirdiler ki, bu şekilde televizyon oturumları ile beraber kamuoyunu tahkir eden sövgüye benzer bir bağırmaya dönüşsün.
Milliyetçi, Sosyalist veya Marksist olsun, siyasi partiler neden “halk kitleleri”ni siyasallaştırmada başarısız oldu? Sebep çok basittir. O da, bu kitleler bir vehim ve seraptan ibaretti. Onun alternatifi ise Irak’ta aşiret, Suriye’de sınıf/taife, Mısır’da “ihvan” ve asker, Tunus’ta Burgiba’nın öğrencileri, Fas, Türkiye ve İran’da dini “kalkınma” partilerin gücüydü.
Siyasi partilerin aşağılayıp kaybettiği “halk kitleleri”ni kim devraldı? Halk sokağının tamamı, ister ılımlı olsun isterse radikal olsun, yarı dinci örgüt, parti ve sistemlerin esiri oldu. Bütün tarafların finanse ettiği bu güçler, bağımsız ayaklanma güçlerini vurmayı ve onu, liberal demokratik bir sistemin inşası olan ana hedefinden saptırmayı başardı. Fikir, akıl ve hatta inanç bile olmadan dini sloganları dillendirerek, ritüel ve ayinleri yerine getirerek, dini bir görüntüye sahip bir sistem inşa etme amacıyla fırsatçı siyasal ve silahlı güçler olarak onun yerine geçti.
Siyasal parti ve akımların bazı düşünürlerinin düştüğü başka bir kuruntu daha var. O da balık, yoğurt ve demir hindi (Hint hurması)’nı bir arada toplayan “uzlaşma sistemi”ni kurmanın mümkün olduğu zannıdır. Yani halk ayaklanmasının süpürgesinden kurtulan hırçın rejimi, demokrasi ve özgürlüğe düşman, radikal dinci örgütleri ve liberal demokratik güçleri bir arada bulunduran bir ittifak kurmak!
Birleşmiş Milletler, Rusya ve Amerika’nın kutlu teşvikiyle bu “uzlaşmacı” sistemi kurmak için; Suriye, Libya ve Tunus’u aday ülkeler olarak görmektedir. Fakat acı tecrübe, gerçek hayatta bu teorik durumu somutlaştırmanın imkânsızlığını gösterdi. Zira “ihvan” Mısır’da iktidar olduğunda hemen parti çoğulculuğunu ortadan kaldırmaya ve siyasi liberalizmi görmezden gelmeye çalıştı. İki yüz yıllık gelenek ve çağdaşlık arasındaki kültürel ve edebi karışıma karşı durdu. Beşar Esed örneğindeki babadan oğula geçen başkanlık sistemine gelince, o liberal ve solcu muhalefet güçleriyle diyalog kurmaya çalışan Birleşmiş Milletlerin girişimini başarısız kıldı. Ve hemen demokratik ve liberal ayaklanma güçlerini vurup bertaraf etmek için, dinci örgütlere can vermeye çalıştı.
Emin el-Reyhanî, Arap ülkelerini gezip dolaştı ve sonrasında şöyle dedi: “Doğu benim yanımda felsefedir. Kim onu satın almak ister ve karşılığında bana tank ve uçak verir?”. Bizim artık tanklarımız oldu, uçak da satın aldık, fakat bunlarla birbirimizi öldürdük ve düşmanımıza karşı onları kullanmayı beceremedik.