Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Hamaney’in eli, zehir ve utanç bardağına uzanacak mı? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

İran, önümüzdeki yıl devrimin 40. yılını kutlamak için yaptığı çalışmaların yanında, taktiksel söylem dosyaları da hazırlıyor. Bu devrim, hiç şüphesiz uluslararası düzeyde önemli bir olaydı. Ancak bu olay, devrimci haykırmalar, ilerleme, özgürlük, demokrasi vs. sloganları atılarak gelmiş olsa da beraberinde birçok soru işaretleri de getirmiştir.

Humeyni ve destekçileri iktidar halkaları ve sistemin eklemleri üzerindeki kontrolü sağladıktan sonra, muhalefet etmek şöyle dursun, Humeyni’nin eğilimlerine yönelik bir farklılık kokusu yayan herkese karşı kanlı bir şiddet uygulandı. Devrimi destekleyenlerin yüzlercesi, devrimin ilk kurbanları arasındaydı. Devrimcilerin birçoğu Humeyni’nin Irak ve Fransa sürgününde, onunla beraberdiler. Ancak sonları, idam veya sürgün edilmekle karşı karşıya oldu. Şah’ın rejimine, Humeyni ile beraber karşı çıkan ve devrim sonrası İran İslam Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı olan Hasan Beni Sadr, boynunu vurulmaktan kurtarmak için gizlice Tahran’dan kaçtı. Sürgündeki Humeyni’ye en yakın taraf olup ona yardım eden ve devrimin sembollerinden biri olan Sadık Kutbizade yanındaki onlarca kişiyle beraber idam edildi.

Beni Sadr, Humeyni’nin yeni cumhuriyette yapılan ilk seçimlerden sonra kendisine şunu dediğini söyler;

”İnsanların ne düşündüğü önemli değil, önemli olan din adamlarının ne düşündüğüdür.”

Devrimin Ruhani Lideri, Devrim Muhafızları’nı kendi adına vurucu bir kuvvet olması için kurdu. Verdiği her kararı bunlara uygulatabilmekteydi. Cumhurbaşkanı Beni Sadr, ilk günlerden itibaren Devrim Rehberi’nin kendisine hiçbir şeyi danışmadığını, ABD de dâhil olmak üzere dış taraflarla temaslar kurduğunu görünce şaşırmıştı.

Humeyni, en başından beri, yurtiçinde ve yurtdışında güce dayalı çatışmacı bir politikaya yöneldi. Kendisini herkesin üzerinde bir konuma taşıdı. İran Anayasası’nı, kendisinin emir ve yasak koymada tek yetkili olabileceği bir formda hazırlattı. Beklenen ‘Mehdi’ (kayıp imam) gelene kadar devleti yönetecek Velayet-i Fakih kurumuna anasayal bir statü kazandırdı. Anayasa’nın kalbine Caferi mezhebi konarak, İran’ın ruhani/lahuti bir devlet olması sağlanmış oldu. Böylece İran ile Sünni Müslümanların büyük çoğunluğu arasına yüksek bir duvar örülmüş oldu. Humeyni, On İki İmam Şii Caferi Cumhuriyeti’nin yolunu, Irak’la kanlı bir savaş ile açtı ve milyonlarca İranlı, bazen iyi bilinen, bazen unutulan bir savaşa katılma durumunda kaldı. İranlı öğrenciler tarafından Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’ne düzenlenen saldırı ile ABD’yle çatışmasının ilk cephesini açmış oldu. Benzeri görülmemiş bir şekilde uluslararası sözleşme ve anlaşmalar ihlal edilerek, onlarca elçilik çalışanı tutuklandı.

Humeyni’nin İran’ın boynuna bir ip gibi geçirdiği en tehlikeli konu, İran Anayasası’nın 154. Maddesiydi: “İran İslam Cumhuriyeti, insan mutluluğunu tüm insan toplumlarında en yüce değer olarak görüyor ve buna yönelik olarak bağımsızlığın, özgürlüğün, egemenliğin ve gerçek adaletin sağlanmasının tüm dünya halklarının hakkı olduğuna inanıyor. Bu nedenle, İslam Cumhuriyeti, diğer ülkelerin işlerine müdahale etmemeyi taahhüt eder (fakat dünyanın herhangi bir noktasında, kibirli bir dünya karşısında savunmasız olan halkların hakkını korumak için! Mücadele etmeyi de bir görev bilmektedir).” Bu madde, kendi içinde o kadar çelişkili ki abes sınırına ulaşmış durumda. Diğer ülkelerin işlerine müdahale etmeme taahhüdü olan metnin içinde, dünyanın herhangi bir noktasındaki savunmasız insanların mücadelelerini destekleyeceğini belirterek, kendisini, bir sınır ötesi güç olarak ilan ediyor. Şu anda herkesin sorduğu soru şu:

“İran şu anda, Suriye, Yemen ve Lübnan’daki savunmasız halkları mı destekliyor? Rejimin, bizzat kendisi dünyanın herhangi bir noktasındaki savunmasız insanlara karşı baskıcı ve zalimleri destekleyen bir güce dönüşmedi mi?”

İran rejimi tarafından kendi vatan topraklarındaki savunmasız insanlar ve fakirlere karşı yürütülen infazlar, bu metnin en büyük ve en açık ihlali değil midir? İran rejiminin dünyayla olan sorunu, nükleer ya da füze silahlarını geliştirme projesiyle başlamamıştır. Müslüman bir ülke olan Pakistan, nükleer bombaya sahip olmasına rağmen askeri ya da politik savaşa maruz kalmadı. Bilindiği üzere Pakistan, coğrafi olarak gerginliklerin miras kaldığı bir yerde bulunuyor ve hala Hindistan ile arasındaki hassas durum devam ediyor. Nükleer silah -tam aksine- Hindistan’la sakinleşme yaşanmasına katkıda bulundu. İran’ın kronik sorunu şiddeti tercih etmesi. Bunu sınır ötesine taşıması, silah ve parasını mezhepsel bir ideoloji için kullanmasıdır. Bunu gerçekleştirmek için de genç neslini sınırlarının dışına göndermekte ve yükü onların omzuna yüklemektedir. Dünyanın doğu ve batısındaki mezhep savaşlarını tutuşturduğu ve şüpheli kıtalararası para ağlarını yönettiği, artık bilinen hususlardır. Garip ve ilginç bir ironi, İran’ın Sünnileri Şiileştirmek için Batı Afrika’daki yüzlerce misyonerini harekete geçirmesidir. Zira bu bölgede milyonlarca putperest yaşamaktadır. Parası ve misyonerlerini bu putperestlerin Müslüman olması için kullanması daha isabetli değil miydi?

İran, büyük bir millettir. Muazzam bir insan ve maddi potansiyele sahiptir. Tarihi kökleri uzun dönemler öncesine dayanır. Bugün, Asya kaplanlarından biri olabilirdi. Bilakis dünya çapında bir güç de olabilirdi. Ama daha ziyade geri kalmış ülkelerin benimsediği, büyüklük kuruntusuna kapılarak bu fırsatı kaçırdı. Dünyanın ilk parya ve haydut devleti olmayı hak etti. Kendi parası ve çocuklarının kanıyla, düşman üretmede kendini aşmış ve kendi insanlarını yoksulluk, işsizlik ve azgelişmişliğe mahkûm etti.

Hasan Nasrallah, partisinin silah, para, yiyecek ve içeceğinin İran’dan geldiğini açıkladığında, şunu sormak gerekirdi; Neden? Bu parti Lübnan’ı yönetsin diye mi? Soruyu tekrar ediyoruz; Jeopolitik konumunun hassasiyetine rağmen, yıllar boyunca toplumsal barışı sağlayan ve politik dengeyi yaratan bu ülkeyi bu parti neden yönetiyor? İran, tarihin küllerinden zamanla sönmüş mezhepsel bir ateşi tutuşturmak için Yemen’e para ve silah gönderiyor. Bugün İran, alakasının olmadığı küresel yangınların ormanlarına giriyor. Büyüklerle oyunda, yangın tüpü işe yaramaz. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun açıkladığı ‘koşullar’ listesi 12 nokta da müzakereye açık değildir. Sadece kabul ya da reddetmek içindir. Aslında Libya atasözündeki ‘akrabalığı/dostluğu reddetme koşulları’ denebilir. Yani kızınızı vermek istemediğinizde, talipli olan kişiden, karşılayamayacağı bir çeyizi talep etmektir. Her durumda, ABD Dışişleri Bakanı, sunduğu koşullar paketi aracılığıyla İran’a şöyle dedi; ‘Ya değiştirin ya da değişin’.

İran’ın Cumhurbaşkanı Ruhani’nin ve yardımcılarının, bu sözlere verdiği tepki tribünlere oynamaya yönelik, uzlaşmaz ve alaylı bir tavırdı. Gerçekçi bir politik düşünce ile ilgisi yoktu.

Krizden çıkış yolunu bulmakta zorlanan Avrupa, ABD’nin gerilimi tırmandırmadaki ısrarı ile İran’ın irrasyonelliği arasında duruyor. ABD koşulları, Avrupa, Çin ve Rusya’nın diplomatik manevralarının tüm kapılarını kapatırken, İran’dan gelen tepkiler, bu kapıların daha da sıkılaşmasına neden olmaktadır. İran Devrimi’nin en büyük Ruhani Lideri Hamaney, bugün, bir zamanlar Irak’la yaptığı savaşı durdurmak zorunda kalan selefi Humeyni’nin durduğu gibi ölümcül acı gerçeğin platformunda duruyor. Selefi şöyle demişti; “Bir bardak zehir içiyorum, ateşkesi onayladığım için utanıyorum.”

Hamaney’in eli, zehir ve utanç bardağına uzanacak mı?