Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Hariri ve zehir dozları | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Lübnan’ın sosyal yapısı çok karmaşıktır.

Ülkenin bileşenleri adeta boşanmanın mümkün olmadığı dikenli bir evlilikle birbirine bağlılar. Bileşenler arasındaki denge denklemi dış fırtınalar veya iç maceralarla sarsıldığında bazı liderler kendini zehir bardaklarına benzeyen politik duruşlar önünde bulabilir.

Bu liderler diğer liderlerle çatışır, savaşa girer, yok etmeye çalışır, sonra da sokakta, Parlamento’da veya Bakanlar Kurulu’nda yaşamaya, yan yana oturmaya ve beraber olmaya mecbur kalabilirler.

Bir lider sevdiklerinin veya müttefiklerinin kanına bulaşmış elle tokalaşmayacağını söyleyebilir ama ülkesinin yaşadığı denge denklemi kendisinin sevmediği eli sıkmaya mecbur edebilir…

Bakan Velid Canbolat zehir içme konusunda uzmanlaşmış biridir.

1977’de babası Kemal Canbolat’ın öldürülmesinden sonraki fırtınalı yaşantısını şahsen bana anlatmıştı;

Önünde birden fazla zor seçenek vardı: Ülkeyi terk etmek, siyasetten çekilmek ya da Beyrut-Şam güzergahını takip etmek…

Canbolat zehri kabul etti ve son seçeneği benimsedi.

Suikasttan kırk gün sonra Hafız Esed onu karşıladı ve kendisine söylediği ilk söz “Babana ne kadar benziyorsun!” oldu. Dönüş yolunda, Canpolat ifadeyi analiz etti ve anlamları üzerinde uzun uzun düşündü…

Canbolat’ın önüne çok sayıda zehirli yemekler sunulmuştu. Bu zehirlerin en barizi babasının öldürülmesinden sonra Eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin suikastıydı. O dönemde Hizbullah’a karşı tutum alarak bir kere daha zehri aldı ve tarihe ‘Sedir Ağacı Devrimi’ olarak bilinen hareketin omurgasını oluşturdu.

Hayatında başka zehir içimleri de oldu Canbolat’ın.

7 Mayıs 2008’de Hizbullah silahlarını Lübnan’ın içinde kullandı ve Canbolat, müttefiki Saad Hariri ile Doha Anlaşması’nın ortaya getirdiği zehri de almak zorunda kaldı.

Doha Anlaşması sonrası Lübnanlı parlamenterlerin eski Katar Emiri Hamad bin Halife’nin etrafında poz vermelerinin kasıtlı olduğunu ve Taif Anlaşması sonrası Lübnanlı Parlamenterlerin Kral Fahd bin Abdul Aziz’in etrafında poz vermelerine nazire olarak yapıldığı gözlemciler tarafından dile getirildi.

Canbolat, daha sonra arası olmayan Beşşar Esed’in ziyaretine giderken Beyrut-Şam yolunda bir kere daha zehri tadacaktı…

Velid Canbolat, babasının tabutunu taşıyarak politik yaşama adım attı. Şubat 2005’te Saad Hariri de, babasının tabutunu omuzlayarak siyasete girdi. Genç bir adamdı o zamanlar, acı kader onu acımasız boksörlerin arasında dövüşmeye itti, çoğu zaman yumruk yedi ve yumruk attı, çoğu zaman da ulusal birliği, veya milli birlikten geriye kalanı, muhafaza etmek için zehir almak zorunda kaldı.

Hariri, Aralık 2009’da Beşşar Esed ile el sıkışması için Beyrut-Şam yolunda ilerlerken baldıran zehiri içiyordu.

Şam’a toplantıya gitmeden önce de Hariri, ‘General Vissam el-Hasan, yaptığı soruşturmalarda Hizbullah unsurlarının babasının suikastına karışmış olabilecekleri yönündeki bilgiler bulunduğunu’ söyleyerek kendisine olağanüstü bir zehir dozu vermiş oldu.

Zehir alımları, tüm arabuluculuklara ve verilen taahhütlere rağmen durmayacaktır; 2011 yılında Saad el Hariri Başkan Obama’nın ofisine girmek üzereyken Beyrut’tan bir haber geldi, kabinesinin Özgür Milli Akım, Hizbullah ve Emel Hareketi’ne bağlı bakanları istifa etmişlerdi. Bu da hükümetinin Beyrut’a geri dönmeden önce düşmüş olduğu anlamına gelmişti.

Ardından, Hariri yıllarca yurt dışında kalma mecburiyetine katlanma zehrini de içti.

Zira, Hizbullah Lübnan’da oyunun kurallarını değiştirmişti. Elinde tuttuğu veto kartını kullanarak bundan sonra meclis çoğunluğunu elde edenler dahi iktidarda olamayacaklardı. Hatta başkalarına kararlarını empoze etme gücüne dahi sahip olacaktı.

Hariri Lübnan Devletinden arda kalanı korumak için elinden geleni yapıyordu. Hizbullah ise bu devletin mafsallarını elinde tutmaktan başka bir de askeri birliklerini, kah Beşşar Esed rejimini koruma bahanesiyle, kah DEAŞ’a karşı savaşmak bahanesiyle, sınırdan geçiriyordu.

Ve o günlerde, İran dört Arap başkentini elinde tutuyor ve istediği gibi manipüle ediyordu. Bu konjonktürde Hariri bir zehir daha alarak politik bir maceraya girişti.

Hizbullah’ın müttefiki olmasına rağmen General Mişel Avr’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığını destekledi.

Hariri, Mişel Avn’ın Cumhurbaşkanlığının ülkeye istikrar getireceğini umuyordu.

Avn’un devletin hak ve imajını korumak için oyunu minimum düzeyde olsa dahi, yönetmesini umuyordu. Ancak Cumhurbaşkanının böyle karmaşık bir oyunun idaresi için yetersiz olduğu veya dert etmediği görünüyordu.
Lübnan’ın politik sahnesi çok zor ve tehlikeli görünüyordu.

Hariri’nin hükümetteki varlığı kendisi ve ekibi için bir tür yıpranma vesilesine dönüştü.

Bölgenin büyük güçleri arasındaki yarış da, İran’ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki emperyalist politikalarından sonra yoğunlaşmıştı.

Haşdi Şabi’nin ve diğer paralel orduların, demografik değişimlerin ve Sünni bileşen problemlerinin bölge ülkelerinde yaygın hale gelmesi ve fenomen olmasından sonra, Lübnan’daki kırılgan dengenin çökmeye eğilimli olduğu görünüyordu.

Hariri, Şiilerin seçeneklerini derinlemesine değiştirmeyi başaran Hizbullah’ın gündelik uygulamalarına bakarak, bu partinin Lübnan’ın konum ve kimliğinde tam bir değişiklik getirme konusunda ısrar ettiğini fark etti.

Hizbullah’ın yaklaşımının Lübnan’ı bölgedeki geniş İran darbesinin elinde bir figüran olmaktan öteye götürmeyeceğini, ülkeyi geleneksel müttefikleri olan Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle krize sokacağını, ABD ve diğer ülkelerle komplikasyonlar yaratacağını anladı.

Hariri zehir almaktan bıkmıştı. Lübnan’ın yerini ve kimliğini değiştirme ve bunu pratik olarak Arap ortamından kaldırma sürecinde hükümetinin bir onay mercii veya noter makamına dönüşmesini kabul etmedi. Bu bağlamda devrimi veya intifadayı andıran istifasını açıkladı. İşte bu yüzden, Hariri’nin istifası sarih, yalın ve kesin ifadelerle formüle edilmiştir. Hariri, istifa açıklamasında, istikrar ve sivil barış adına söylemekten çekindiği her şeyi açıkça dile getirmiştir.

Hariri oyunu tüm boyutlarıyla açıklamaya karar veriyormuş gibi davrandı ve bütün maskeleri indirdi.

Lübnan’da Hizbullah’ın ürettiği “devlet içinde devlet” durumunda daha fazla yaşayamayacağını, bir ülkede iki ordunun yan yana bulunamayacağını anlattı. Lübnan’ın doğal ortamını bırakarak tavrını İran şemsiyesi altında alamayacağını söyledi.

Şahit olduğumuz bu savaş, tüm Ortadoğuyu kaspayan bir iç savaştır ve Lübnanlılar bu konuda seçimlerini yapmalıdır.

Lübnan devletini iç ve dış vesayetlerden kurtarmayı amaçlayan zor bir savaş bizi bekliyor;

Birçok bardak zehrin dağıtılacağı zor bir savaş…