Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Hatalarını kabul etmesi imkânsız bir ülke: İran | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Birkaç gün önce, İran’ın batısındaki Ahvaz kentinde bir askeri geçit törenini hedef alan saldırının, ‘mollalar’ ile Arap dünyası arasındaki sorunlu ilişkilerde önemli bir dönüm noktası olacağını tahmin ediyorum.

Her şeyden önce, şayet bir saldırıda masum sivil kayıplar varsa, insani yönden bize düşen bunlara üzülmek ve acımaktır. Gerçekten de dün, onlarca ölü ve yaralı arasında sivillerin de olduğu bildirildi, kendilerine Allah’tan rahmet diliyoruz.

Öte yandan İran liderliğinin hem İran içlerinde hem de komşu ülkelerde, özellikle de Arap ülkelerinde yapıp ettikleri –Körfez’den Akdeniz sahiline ve güneyde Babu’l Mendeb Boğazı’na kadar- göz ardı edilmemelidir. Ayrıca kendi rejimini kutsal kabul eden, hesap vermeğe de mecbur hissetmeyen bu iktidarın ileriki dönemlerde neler yapabileceği asla belli olmaz, dolayısıyla dikkatli olmak gerekir. Özellikle 1979’dan beri neler yaptıkları, genel olarak tüm dünya, özellikle de Araplar tarafından çok iyi bilinmektedir.

Şu anda İran’daki bu baskın, rejimin –iktidarın demiyorum- politik kültürü -bütün tenkitlere ve yapıcı müdahalelere kapalıdır- üç ilkeye dayanıyor. Dolayısıyla, mademki bu rejim kendi hatalarını kabul etmeyi reddediyor, ‘rejimin, tutum ve davranışlarını değiştirebileceği’ ihtimali üzerinden ince hesaplar yapmak saçma olacaktır.

Rejimin dayandığı birinci ilke, Velayet-i Fakih anlayışına dayalı ‘dini meşruiyeti’ her şeyin yegâne ölçüsü kabul etmek. Dolayısıyla şu anki iktidar kendisini hakkın temsilcisi olarak görmekte ve netice olarak da hak-batıl konusunda yorum yapma yetkisini sadece kendinde görmektedir. Rejimin, demokrasi, birlikte yaşama ve iyi komşuluk gibi iddiaları gerçekleri kamufle etmekten başka bir şey değildir. Bir süredir demokrasi, çoğulculuk ve insan haklarına saygı gibi kavramları dış dünyaya pazarlamaya çalışıyor. Ancak bütün bu söylemleri bir ‘yalandan’ ibarettir. Ne yazık ki, uluslararası liderlerin bir kısmı bunları gerçek zannedip inandılar. Çünkü bir kısmını bu ‘yalanlar’ ile aldattı, diğer bazıları da kasten doğruymuş gibi kabullendiler. ABD eski Başkanı Barack Obama bunlardan biridir.

Birincisi ile iç içe geçmiş olan ikinci ilke, Aryan ulusal kimliği üzerinden, Ehl-i Beyt sevgisine dayalı olarak Şiileşle(tir)medir. İslam tarihinin bir zaman diliminde kazanılmış bir siyasi üstünlüğü, intikam alma aracına dönüştürmüşlerdir. Bu intikamı, sadece bu üstünlüğü sağlayan, o günkü insanlara hasretmeyip, bütün bir Arap ulusunu içerisine alacak şekilde genişletmişler. Dünya Müslümanlarının yaklaşık dörtte üçünün mensup olduğu Sünni mezhebinden intikam almayı öncelikli bir hedef haline getirdiler. Ve ne yazık ki buna da İslam adına yapmaktalar. 1335 yıldan fazla bir süredir bu nefreti diri tutma ısrarları, bu düşmanlık sayfasını dürmeyi, herkesi işbirliğinin, dostluğun ve ortak çıkarların esas alındığı bir geleceğe yönlendirmeyi ve bu amaçla atılacak herhangi bir tarafsız adımı imkânsız hale getirmektedir.

Üçüncü ilkeleri, ‘güvenliği önceleyen askeri devlet’ olmaktır. İran’daki ‘Devrim Muhafızları’ şu anda kendi güvenlik aygıtlarına ve onun vurucu askeri gücüne sahiptir. İran içinde ve dışında, gerçek bir otorite olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. ‘Devlet içinde devlet’ olan bu karmaşık yapının, finansal, yatırım ve inşaat kurumlarından oluşan gelişmiş bir ağa sahip olması her şeyi net bir şekilde ortaya koymaktadır. Belki de ‘Devrim Muhafızları’na kendince siyasi bir meşruiyet kazandıran etken İran dışında yürüttüğü savaşlardır. Ortaya koydukları sözde zaferleri ve fetihleri iç muhalif sesleri susturmada kullanıyorlar. Rejim güçlerinin yetkilerini kötüye kullanmasına, fanatikliğin ve diğerlerine karşı ırkçı düşmanlığın kasıtlı olarak dikte edilmesine karşı çıkan İran vatandaşının itirazları bu şekilde bastırılmaya çalışılmaktadır.

Dün, İran’ın en büyük Arap nüfusunun kalesi olan Ahvaz’daki silahlı operasyon tiyatrosunun ardından iktidar, olayın sorumlusu olarak dış düşmanları işaret etmeye başladı. Daha da ileri giderek, iki Körfez devletinin saldırıya fon sağladığı ve eğitim desteği verdiği iddiasında bulundu. Tahkikat aşamasında olan bir olayla ilgili olarak dış düşman ithamlarını yöneltmede aceleci davranarak bir taşla üç kuş vurmayı hedefliyor. İran içinde yaşanan ‘ulusal kızgınlığı’ yatıştırmak ve onları rejim ile dayanışma içinde olmaya sevk etmek. Ülkedeki İranlı azınlıklara karşı yürütülen adaletsizlik, baskı ve sindirme faaliyetlerinin üstünü örtmek. İran’ın terör kurbanı olduğu imajı yaratıp, teröre karşı savaşta kendisinin de bir ‘ortak’ olduğunu iddia ederek, bölgesel bir tırmanışa doğru atılacak herhangi bir adımı haklı çıkartmak.

Gerçeği söylemek gerekirse, insani ve ulusal bütün hakları yok sayılan Ahvaz Arapları, Tahran’daki iktidarın baskısının tek kurbanı değiller. Kürtlerin de uzun süredir devam eden ıstırapları var. Beluç halkı ve Türkmenlere karşı ayrımcılık yapılıyor. Dini azınlıklar bütün haklarından mahrum bırakılmakta ve kendilerine ciddi baskılar yapılmaktadır. Ancak dünkü olanların Arap azınlığıyla ilgili olması nedeniyle, Tahran’daki mevcut ve eski yetkililerden bazılarının Arap dünyası ile ilgili söyledikleri bazı sözleri gözden geçirmek doğru olacaktır.

Devletin resmi haber ajansı Mehr tarafından aktarılan, Devrim Muhafızları Genel Sekreteri Hüseyin Selami’nin, uzun süre hatırlarda kalacak ifadesi şu şekildedir;

“İran’daki yetkililer, İslam Devriminin Suriye, Lübnan, Filistin, Bahreyn, Yemen ve Afganistan’ a kadar uzanıp, sınırların dışına yayılacağını beklemiyorlardı.”

İran Devrim Muhafızlarına bağlı ‘Kudüs Gücü’ komutanlarından General İsmail Kanani şunu söylemiştir;

“İran, bölge ülkelerine (Ortadoğu) açılmaya devam ediyor… Afganistan, Irak, Suriye ve Filistin’i kontrol etmeye başladı ve bugün bölgenin geri kalanını kontrol etmeye çalışıyor.”

‘Fars’ haber ajansına göre Mahmud Ahmedinejad dönemi boyunca İstihbarat Bakanı olan Haydar Muslihi, şu demeci vermiştir,

“İran, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun söylediği gibi dört Arap başkentini zaten kontrol ediyor… Netanyahu’nun sözleri, İran’ın bölgedeki artan gücünü gösteriyor.” Yemen’deki Husilere yönelik de şunu söylemiştir; “İran devrimi sınır tanımıyor, Her yer Şiiler içindir… Husiler İran devriminin ürünlerinden biridir!”

Ancak İran cumhurbaşkanının azınlık işleri danışmanı Ali Yunisi daha da ileri giderek, “Irak’ta yeni İran imparatorluğunun başkenti vardır” demiştir.

Fütursuzca söylenmiş bu sözler Tahran’ın gerçek kimliğini ortaya koyuyor. Aslında bu sözler, Irak ve Lübnan’da devletin otoritesini niçin sarstıklarını, karar mekanizmalarına niçin el koyduklarını, Suriye ve Yemen’de kandan nehirlerin aktığı iç savaşı niçin çıkarttıklarını, işgal altındaki Filistin topraklarındaki devlet otoritesini niçin parçaladıklarını çok iyi ortaya koyuyor. İran’ın Arap bölgelerinde uyguladığı zulüm, baskı ve kimliğin bastırılması, onlarca yıldır aktif olan bir dizi siyasi hareketin ortaya çıkmasına neden oldu. ‘Ahvaz’ın Kurtuluşu İçin Arap Mücadelesi Hareketi’ ve ‘Ahvaz Arap Kurtuluş Cephesi’ öne çıkan hareketlerdir. Bu hareketlerin böylesi bir mücadelenin içine girmelerinin elbette birçok nedeni var. Demografik bileşenleri Arap olmayanların lehine değiştirmek için uygulanan politikalar, topraklara el koyma ve Arap kimliğini yok etme çabaları, Arapların siyasi ve kültürel yaşamdan dışlanması ve diğer İranlı milletlere kıyasla ülke kaynaklarından daha az yararlanmaları bunlardan sadece bazılarıdır. Bu, hatalarını kabul etmeyen bir rejimdir.