Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Hayal kırıklığının tortuları ile tehlikeli riskler arasında Brezilya | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Brezilyalılar yeni devlet başkanlarını bugün seçiyorlar.

Büyük bir sürpriz olmazsa, seçmenlerin çoğunluğu faşist aday Jair Bolsonaro’ya oy verecek.

65 yaşındaki Bolsonaro, popülist bir politikacı.

Latin Amerika’daki askeri diktatörlükler sonrasında, tüm politikacıların çekindiği hiçbir şeyden çekinmeyen birisi.

Kampanyanın son gününe girildi ve Lübnan asıllı ılımlı solcu rakibi Fernando Haddad’ın önünde seçimlere giriyor.

Hatta 7 Ekim’de yapılan seçimlerin ilk turunda çoğunluğu elde etmesine rağmen, barajı geçmesini sağlayan oyu alamadı, yüzde 4’lük bir oranla başarısız oldu.

O zaman Bolsonaro, Haddad’ın 17 puan önündeydi ve o zamandan beri sağcı aday bu üstünlüğünü muhafaza ediyor.

Elbette, Bolsonaro’nun radikal politikalarından rahatsız olan belli bir kesim, onun muhtemel zaferinden endişe ediyor.

Bununla birlikte, sol iktidar dönemindeki (2003 ve 2016 arasında) silah kaosu ve suçların yayılması tecrübesi, halkın büyük bir kesimine hayal kırıklığı yaşattı.

Halkın çoğunluğu hala azgın ırkçılığın, askeri diktatörlüğün yeniden canlanmasından ve faşist adayın kampanyasını besleyen ve körükleyen evanjelik fanatiklerin rolünü artmasından endişe ediyorlar.

Bu nedenle, eğer Bolsonaro kazanırsa, aralarında ortak bir payda bulunmayan bu iki akımın birbirleriyle çatışması uzak bir ihtimal değil.

Bu durum, İnsan potansiyeli ve doğal zenginlik açısından dünyanın en büyük ülkelerinden biri olan bu ülkenin geleceğine dair belirsizlik, şüphe ve endişelerin ortaya çıkmasına neden olabilir.

Bu bağlamda, birçoğunun kavramakta zorlandığı tarih derslerinden biri de, popülist aşırılığın ya da etnik fanatizmin tüm biçimleri, sadece hayal kırıklığı ve yıkım getirmiştir.

Amerikalı sosyal bilimci Samuel Huntington, bir uygarlık rakip bir uygarlığı yendiğinde, tarihin seyri de beraberinde değişir demektedir ve bunu “medeniyetler çatışması” olarak adlandırmıştı.

Elbette yukarıdaki tarihi gerçeklik bu tezle her zaman uyuşmamaktadır. Örneğin, 15. Yüzyılda farklı sonuçları olan iki hadise meydana geldi, Hıristiyan fanatizmi Endülüs’teki Arap-İslami varlığın ortadan kaldırdı, buna karşılık Müslüman Osmanlılar Bizans İmparatorluğunun başkenti olan İstanbul’u fethetmeyi başardılar ve burayı hilafetlerinin başkenti yaptılar.

Dahası, bir süre sonra dahi olsa, fanatizm ve popülizmin yenilgisini birçok yerde gördük. İspanya’da, “Engizisyon” mahkemelerinin hedefleri vardı, bu hedeflerin sona ermesiyle kendisi de sona erdi ve birkaç yüzyıl sonra, yaklaşık 40 yıl hüküm süren faşist Franco askeri diktatörlüğünün sayfası dürüldü.

Aynı şekilde, hem İtalya hem de Almanya, faşist ve Nazi fanatizmi yüzünden ağır bedeller ödediler. Esasında bu iki varlık, Avrupa imparatorluklarının içindeki eski feodal öğelerin çoğunun yeniden canlanmasının bir sonucudur. İkinci Dünya Savaşı’nın sonucu, her iki ülke için olduğu gibi, doğu müttefiki Japonya için de trajikti.

Karşıt bir ideoloji üzerinden meseleye yaklaşacak olursak, Sovyet tecrübesinin Rusya’daki payı da çok daha iyi olmamıştı, buna rağmen on yıllar boyunca siyaset kavramlarını tersine çevirdi, dünyanın değişik yerlerini salladı, Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın bazı bölgelerindeki beyaz Avrupa sömürgesi fenomenini yerle bir etti. Almanlar ve İtalyanlar, Adolf Hitler ve Benito Mussolini’yi desteklediklerinde bir süreliğine de olsa yaşadıkları sürece dair zor ve karmaşık sorulardan kaçmış oldular ve bunun en kolay çözüm olduğuna kendilerini inandırmışlardı.

Gerçekten de, popülizmin tanımı – özünde – zor sorulara kolay cevaplar sağlamak olarak özetlenebilir. Her zaman, sorunların birikmesinden sorumlu tutulan ve bundan dolayı “şeytanlaştırılan” bir halk kitlesi veya kitleler olagelmiştir.

İtalyan faşistler, solcuları, Nazi Almanyası ise Yahudileri şeytanlaştırmışlardı. Aynı şekilde Rus ulusalcılar Yahudi kıyımı yapmışlardı.

Bugün ise Avrupalı ırkçı sağcıların her biri Müslümanları, göçmenleri ve mültecileri şeytanlaştırıyorlar. Aşırı sağcı Amerikalılar, Hispanik (Latin Amerika kökenliler) ve Afro-Amerikan (Afrika kökenli Amerikalılar) azınlıkları, Brezilyalı sağcı eşcinselleri, büyük şehirlerin kenar mahallerinde yaşayan solcu ve gecekondu sakinlerini şeytanlaştırıyorlar. Yarın, Brezilyalı seçmen son sözünü söylediğinde, öfkesini sosyal adalet, hoşgörü, iş fırsatları ve yoksulların koşullarını iyileştirme sözü veren ama bir türlü yerine getirmeyenlere yöneltmiş olacak ki bu da onun en tabii hakkıdır. Kaçınılmaz olarak, yolsuzluk yapmanın herhangi bir mazereti olamaz, ancak yolsuzluk, partileri de aşan bir beladır ve her bir kampta yolsuzluk yapanlar çıkacaktır.

Aynı şekilde, askeri diktatörlük dönemi boyunca yaşamamış yeni nesil Brezilyalıların, on yıldan uzun süredir denedikleri partilerden uzak kalarak, temiz ve gelecek vaat eden bir geleceği hayal etmeleri hakkıdır, zira şimdiye kadar seçtikleri kişilerin bir kısmı, onları hayal kırıklığına uğratmıştır. Ayrıca, daha iyi bir yaşam vaat eden alternatiflere bir fırsat vermek gerekir. Demokrasinin en önemli avantajlarından biri de geçmişte yaşanan hataları düzeltme imkânı ve fırsatı verebilmesidir.

Fakat güven, ağır bir sorumluluktur ve her türlü nimetin olduğu bir ülkede, hayal kırıklığına uğratmanın öfkesi de büyük olabilir.

Brezilya, 8 milyon kilometre kare alanı ve 200 milyondan fazla nüfusu olan çok büyük bir ülkedir. Zenginliği (gayri safi yurtiçi hâsılası ile dünyada 8. Sıradadır), enerjisi, problemleri, çelişkileri ve hayalleri ile bambaşka bir ülkedir.

Brezilya farklı bir ülkedir. “Latin Amerika’nın Hindistan’ıdır “, aynen Nijerya’nın, “Afrika’nın Hindistan” olması gibi.

Yoksulluk ve refah çizgileri, Etnik ayrılık hatları (özellikle beyazlar ve beyaz olmayanlar), mezhepçilik (özellikle Katolik ve Protestanlar), gelir ve kalkınma düzeylerindeki bölgesel farklılıklar ile (kuzeydoğu bölgelerinde yaşayan fakir halk, ilk turda ezici bir çoğunlukla oyunu solcu adaya verdi) kesiştiğinde ekonomik ve politik sorunlar giderek daha ciddi hale geliyor.

Bazıları, askeri bir “demir sopaya” sarılmanın, acıları dindireceğini, garibanların hoşnutsuzluğunu gidereceğini, muhaliflerin kaygılarını bastıracağını düşünse de -seçim yoluyla dahi olsa- siyasi olarak bir uçtan diğer uca sıçramak, birlikte yaşama kolaylığı, arzu edilen toplumsal uyum veya vaat edilen refahı sağlamayı garantisi etmez.

Brezilyalılar 1964 ve 1985 arasında askeri diktatörlüğü denediler…

Ama çekmedikleri sıkıntı kalmadı. Daha sonra, “solun kahramanı” Luiz Inacio Lula da Silva yönetiminde yaşadılar ve 2003 ile 2011 yılları arasında sekiz yıl süren büyük bir ekonomik kalkınma yaşadılar. O dönem yolsuzluk suçlamalarının rüzgârları esmiyordu, ancak sonradan “Lula” hapsedildi.

Bugün yaklaşık 150 milyon Brezilyalı, yolsuzluk suçlamaları ile imajı zedelenmiş sol kanat ile muhtemel tehlikeleri ve riskleri bünyesinde barındıran sağ kanat arasında seçim yapmak zorunda.