Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Helsinki Zirvesinden Trump mı Putin mi daha güçlü çıkacak? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Birkaç aydır süren spekülasyon ve sorgulamaların ardından Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ABD Başkanı Donald Trump arasında 16 Temmuz’da Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de bir zirve düzenlenmesi kararlaştırıldı. Zirve, 1962 Rusya-ABD füze krizinden sonra ilişkilerin en kötü olduğu zaman diliminde gerçekleşiyor.

ABD ve (Sovyetler döneminde) Rusya liderleri arasında zirve fikri aslında 1954 yılında doğmuştu. İlk zirve Temmuz 1955’te Cumhurbaşkanı Eisenhower ile ikinci ise Kruşçev ile Cenevre’de yapıldı. Moskova’da girilen yeni bir güç mücadelesinden kısa bir süre sonra Kruşçev Sovyetler Birliği’nin “lideri” olarak ortaya çıktı. Böylece ABD Başkanı John F. Kennedy’nin saltanatı sonrasında ABD-Sovyet zirveleri Soğuk Savaş döneminde kriz yönetimine yönelik rutin diplomatik karşılaşmalar oldu.

22.Zirve

Bu gelenek 22 zirveden oluşuyordu. Bu zirvelerin yarısı Sovyet gemisinin dev dalgalar arasında yüzdüğü zamanda Mihail Gorbaçov zamanında yapıldı. Sovyetler Birliği’nin yıkılışından sonra bile bu gelenek sürdürüldü.
Boris Yeltsin sayfasının kapanmasından sonra Rusya büyük güçler arasında yer aramaya başladı. Putin bu zirveleri Rusya’nın süper güçler arasında istisnasız bütün

uluslararası meselelerde sözü dinlenen bir ülke olabilmek için bir vesile olarak gördü.
Bu istek George W.Bush ve Barak Obama dönemlerinde imkansızdı. Bush, çok ilgisiz davranmasına rağmen gelen heyetleri iyi bir şekilde misafir ediyor ama bu durum Rusya’nın işine yaramadı. Obama’da Rusya’ya değer vermiyordu. Kimse Obama’dan Rusya’ya daha iyi davranmasını da beklemiyordu.

Önemli olmaya başlamak

Bu arada yaklaşan Helsinki Zirvesi Trump ve Putin arasında ilk yüz yüze görüşme olmayacak. Daha önce G 20 ve Asya Pasifik Zirvesinde bir araya gelmişlerdi. Buna rağmen Helsinki zirvesi birçok nedenden dolayı gerçek zirve olmayı hak etmektedir.

Kendini Amerika’nın büyük yürüyüşünün lideri olarak gören Trump ile “Önce Rusya” diyen Putin arasındaki Helsinki zirvesinde farklı şeyler olabilir. Helsinki tek başına değil ama Amerika ile Rusya arasındaki soğuk savaş günlerini çağrıştırdığından önemli. Finlandiya’nın başkenti aynı zamanda 1975 yılında “Helsinki Anlaşması’nın” imzalandığı yerdir. Sovyetler Birliği ve ABD de dahil olmak üzere 35 ülkenin liderleri, iki ülke arasındaki güvenlik ve işbirliği anlaşması yoluyla Avrupa’daki durumu sakinleştirerek Soğuk Savaş’a son vermeyi kabul ettiler.

Yaklaşan zirvede, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği konulu Helsinki sözleşmesinden beri yeni gerçekliklerin oluştuğu bir zeminde son ayrılığa şahit olabiliriz. Sovyetler Birliği çöktü, Varşova Paktı, Avrupa’da derinleşen NATO karşısında unutuldu. Rusya Putin’in liderliğinde Gürcistan ve Ukrayna’da gücünü gösterdi başka yollarla da Kafkasya ve Asya’da da söz sahibi oldu.

Ancak Putin 1975 Helsinki Anlaşması öncesine dönmek isteyebilir. Ancak bu kez şahit olacağımız şey soğuk değil “ılık savaş” olacaktır. Eğer bu başarılırsa, eylemlerini ve siyasi uygulamalarını gölgeleyen iki lider olan Trump ile Putin arasında gerçekleşen samimi ilişkiden şüphe duyan birçok Avrupalı için endişe verici bir senaryo olacak.

İki lider arasında dostluk ve beğeni olup olmadığına bakmaksızın yapılacak olan toplantı özellikle Ortadoğu’daki ortamını yatıştırabilir ve mümkün olan yerlerde sorunların çözümüne yönelik yeni bir sürecin başlangıcına işaret olabilir.

Gerçekten de ABD, iç siyasette yaşadığı sorunlara rağmen çatışmalı bölgelerin çoğunda vazgeçilmez bir aktör olmayı sürdürürken Rusya, daha düşük düzeyde mümkün olan yerlerde kendini yeniden kurmaya çalışıyor. 2016 yılının Eylül ayında Obama döneminin son yıllarında gerçekleştiren son Rusya- Amerika zirvesinin sonuçlarıyla ilgili Putin, ABD seçim sonuçlarını beklemeyi tercih etti. Böylece Çin’de düzenlenen bu zirve iki ülkenin güç gösterisinin ötesine gitmedi. Yönetiminin son demlerinde Obama güçlü görünmeye çalışarak Putin’in etkisini azaltmaya çalıştı. Bu nedenle Obama, toplantıyı gerilimi azaltarak sonlandırmak yerine, başkanlık seçimlerinde Trump lehine seçimleri etkilemeye çalıştığı suçlamasıyla ortamı daha gergin hale getirdi.

Bugün Trump, Mueller soruşturmasıyla ABD seçimlerinin Rusya tarafından manipüle edilmesiyle suçlanma ihtimaline rağmen büyük anlaşmalar yapmak için Helsinki’ye gidiyor.

Öte yandan Putin anlaşmalarda pazarlık yapmaya çalışmıyor. Bu onun tabiatına ve yöntemine aykırı. Zira o küresel oyunda anahtar bir rol almak istiyor. Böylelikle Trump’ı ikna etmek isterken, Trump vasıtasıyla Avrupa’yı Kırım’ı topraklarına katmasını zorlanmadan kabul etmelerini diliyor.

Washington ve Moskova… Avrupa

Diplomatik kaynaklar, çekişen Avrupalıların zevahirini kurtarmak için diplomatik bir formüle başvurma ihtimaline işaret ediyorlar. Batı’nın Rusya’nın Baltık Devletlerini İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kendine katmasını hoş görüyle karşılamaları gibi. 1945 ile Sovyetler Birliği’nin çöküşü arasında, ABD’nin önderlik ettiği Batılı güçler, Sovyetler Birliği’nin bir parçası olarak üç Baltık cumhuriyetini (Litvanya, Letonya ve Estonya) tanımayı reddetti, fakat bu devletlerin özgürleşmesini sağlayacak hiçbir şey yapmadı. Aynı zamanda Batı yanlısı Finlandiya’yı Batı demokrasileriyle birlikte olacak şekilde NATO’ya dahil etmekten de kaçındı.

Bu yüzden, eğer bu formül Putin için bir öncelikse, – Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton tarafından ifade edildiği gibi – Trump, özellikle Avrupa ve Orta Doğu’da Rusya’nın isteklerini açıklığa kavuşturmak ve tanımlamak zorundadır. Öyle görünüyor ki sanki Rusya’nın hedefi Amerika ile Avrupa devletlerinin arasını açmak ve bütün gücünü kullanarak NATO ve AB’yi sarsmak. Öyle ki, Kremlin’in Avrupa’da sol- sağ aşırılıkçı partilere desteği sır değil. Bu partilerin içinde AB’ye ve Amerika’ya düşman olanlar da var.

Rusya’nın öncelikle Ukrayna krizinden dolayı Avrupalıların koyduğu yaptırımlara karşı kendini savunacağı düşünülebilir. Ancak Avrupalılar, yaptırımların Kırım’ın ilhakı ile Doğu Ukrayna’nın ilhakı tehdidi ayrıca İngiltere’nin Salisbury kentinde eski Rus ajanı Sergey Skripal ve kızı Yulia’ya yönelik suikast girişimi nedeniyle uygulandığını ileri sürmektedirler. Rusya’nın diğer bir amacı da NATO’nun Kafkasya ve Avrupa’da genişlemesini engellemektir.

Burada Trump’ın taviz vermede zorlanmayacağı çünkü Pentagon’un planının George Bush’un gerisine düştüğünü söyleyebiliriz. Her hâlükârda Trump’ın NATO konusunda tutumu ilk kez sallantıda. Özellikle bütün üyelerin milli gelirlerinin yüzde 2’sinden daha fazla katkı payı istemesinden sonra.
Rusya Devlet Başkanı Putin Sovyet ekonomisini felç ederek Sovyetlerin çöküşünü hızlandıran silahlanma yarışına benzer bir yarışı girmekten endişe duyuyor. Rusya şu ana kadar Çin’den kendisinin inşa edemeyeceği devasa bir silahlanma projesini almayı planlıyor. Japonya ve Almanya’nın silahlanma meselesi Kremlin için büyük bir endişe kaynağı. Belki de Almanya Başbakanı Angela Merkel’in sözünün arkasında yatan şey de buydu. Merkel Putin- Trump anlaşmasıyla ilgili kaygısını şöyle getirmişti: “ Avrupalılar sadece kendine güvenebilir.”

Suriye Krizi

Zirvenin gündemindeki ikinci önemli konu, Moskova’nın Ortadoğu’daki büyüyen hırsı. Rusya gerilimi azaltma bölgeleri olarak adlandırdığı nüfuz bölgelerinin onayına paralel olarak Amerika’nın Suriye’de Rusya’yı temel aktör olarak tanımasını çok önemsiyor. Buna karşılık, İran’a, İsrail’in hava saldırılarına karşı destek vermeyerek bölgeden çıkmasını zorluyor. Rusya İran ve paralı askerlerini bölgeden bu şekilde uzaklaştırarak gerçekleşmesi için askeri harekat yapmaları gereken Amerika ve müttefiklerinin istediklerini yapmış oluyor. Bu hizmetinin karşılığında Rusya, önce Amerika’yı sonrada onun vasıtasıyla Avrupa devletlerinin Suriye’deki istikrar yüküne katkıda bulunmayı ikna etmeyi umuyor.

Yine açıkça göründüğü gibi Putin, Esed’i iktidarda kısa bir süre daha tutmak istiyor öyle ki gelecekteki hiçbir Suriye yönetimi Rusya’nın bu topraklardaki köklü nüfuzunu görmezden gelemesin. Rusya bu anlaşmayı Batı’ya “satmak” için İran mollalarını Suriye’den çekmeye ve NATO’nun güçlü üyesi Türkiye’nin Suriye sınırında kontrol ve gözetleme hakkına sahip olması için yardımda bulunacak.

Siber Savaş

Buradan ele alınacak hava, kara ve deniz gibi bir savaş olan siber savaş olayına geliyoruz. Rusya şu ana kadar yarış bayrağını elinde tutmuş ve Batı demokrasilerinde vatandaşlarının muhalefetinden çekinerek risk almak istememeleri karşısında bu konuda öncülük etmişti. Fakat orta ve uzun vadede, Ruslar bilimsel ve teknolojik kaynaklardan çok daha üstün olan Batılı güçlerle rekabet edemeyecekler. 1950 ve 60’lı yıllarda Sovyetler daha erken bu savaşa başlasa da bitiş çizgisinden önce yarıştan düştüler.

Putin, kimyasal silah tesislerinin ortadan kaldırılmasıyla ilgili olarak İngiltere’nin sunduğuyla uyumlu yeni mekanizma önerilerinde bulunarak basının dikkatini çekmeye çalışabilir. Bundan sonra silahlanmanın sınırlandırılması özellikle küçük nükleer başlıklarla ilgili olarak görüşmelerin yeniden başlaması zirvede ele alınan konulardan biri olabilir. Putin, Trump’a yem olarak bazı cazip tekliflerde bulundu. Görünen o ki Rusya, Esed’i desteklemenin dozunu düşürebilir, güçlerini Suriye’den çekip Amerika’nın isteği olan daha fazla petrol üretimine gidebilir.

Öte yandan Rusya Federal Futbol takımının 2018 Dünya Kupasındaki olağanüstü başarıları basında kendisine “zaferlerin adamı” imajını çizdi. Putin bu zaferlerin ardından Finlandiya’nın başkentine gidiyor. Putin mevkidaşı Trump ile görüşmede -bir bütün olarak Batı olmazsa- Amerika’nın Rusya’ya olan ihtiyacının Rusya’nın Amerika’ya olduğundan fazla olduğu iddiasıyla gidiyor.

Ancak ulusal gurur bakış açısını dikkate almadan bakarsak Rus ekonomisi hasta ve toplumsal gerilim yükselişte. Bu yüzden Putin’in durumu iyi değil. Bugün kimse ona meydan okuyamıyor olsa da yeni inisiyatifler ve planlar gelişebilir.

Rus Çarı’nın Batı’nın kendisine olan ihtiyacından daha çok Batı’ya ihtiyacı var. Bu nedenle Helsinki zirvesinde Trump’ın eli daha güçlü olacak. Ancak bu üstünlükten yararlanıp yararlanmayacağı kesin değil.

Vladimir Putin kimdir?

7 Ekim 1952 tarihinde Rusya’nın St. Petersburg kentinde dünyaya geldi. Vladimir Putin, üniversite eğitimini Leningrad Devlet Üniversitesi Hukuk Bölümü’nde okudu ve 1975 yılında mezun oldu. Aynı zamanda ekonomik alanında yüksek lisans yaptı. Okuldan mezun olduktan sonra Rusya’nın gizli istihbaratı KGB’de çalıştı ve Almanya’da görev yaptı.

Putin, 1998 yılında Rusya İç İstihbarat Servisi FSB’nin başkanlığını yaparken, Rusya Güvenlik Konseyi’nin sekreterliği görevini yürüttü ve bu görevlerinin başında bir yıl kaldı. 1999 yılında bir dönem eski Başbakan’ın görevinden istifa etmesi sonucunda anayasa gereği Putin, üç aylığına başbakan oldu. Yapılan seçimlerde ise aday olup başkan seçildi. Putin, Rusya’da yapılan başkanlık seçimlerinde %50’nin üzerinde oy toplayarak, birinci turda devlet başkanı seçildi.

4 yıl sonra tekrardan yapılan seçimlerde 3. kez % 63,6 oyla Rusya Federasyonu devlet başkanı seçildi. Vladimir Putin, 2000 yılından 2012 yılına kadar girdiği bütün seçimleri kazanıp Cumhurbaşkanlığı görevini yerine getirdi ve 2015 yılı itibarıyla bu görevinin başında devam etmektedir. Bir özelliği de 2005 yılında İsrail’i ziyaret eden ilk Rus Başkanı olmasıdır.