Geçen hafta Oslo Forumu’nda düzenlenen üst düzey Avrupalı diplomatların toplantısında İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi, “Avrupa Birliği (AB) ve nükleer anlaşmayı destekleyen diğer ülkeler, ABD’nin politikalarına zamanında karşı koymazsa anlaşmanın çökmesi halinde bölge ve dünya hiç olmadığı kadar güvensiz hale gelecektir” diyerek Avrupalıları tehdit etti.
Diğer yandan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Washington’ı anlaşmadan ayrılmasından dolayı pişman olacağı konusunda uyardı.
Bu tehditlerin ardından İran riyali değer kaybetti. Ruhani, ülkede piyasalardaki dalgalanmaları düşmanların düzenlediği psikolojik savaşa bağlayarak bu komployu boşa çıkarmak için koordineli önlemlerin alınması çağrısında bulundu. Yine Ruhani, İran’da döviz fiyatlarında, altın ve otomobil piyasalarındaki dalgalanmaların ekonomiden değil psikolojik savaştan kaynaklandığını dile getirdi. Ruhani, bu açıklamaları riyalin dolar karşısında 90 bine ulaştığı, gösterilerin yayıldığı ve Tahran’daki büyük mağazaların kapatıldığı bir zamanda yaptı.
Ruhani, nükleer anlaşmaya oynayarak bütün siyasi sermayesini bu alana yatırdı. Şu an ise anlaşma son nefeslerini veriyor. Ruhani, her şeyi kaybedebilir.
Geçen aralık ayından beri farklı şekillerde devam eden protestolar, ekonomiye karşı öfkenin eskiye göre daha da arttığını gösterdi. Fakat Dini Lider Ali Hamaney, halen Ruhani’ye yardım etmeye çalışıyor. Çünkü bu zorlu ortamda gelişmeyi ve ülkenin bütünlüğünü korumak başlıca öncelikleri arasında yer alıyor.
Ruhani’nin radikal bir reformcu olduğuna dair herhangi bir olumsuz izlenim yoktu. O, devrimin ilk günlerinden itibaren aktif biri. Fakat pek çok İranlı, Ruhani’nin reformla ilgili bütün vaatlerinin fiyasko çıkmasının ardından hayal kırıklığına uğradı. Ancak İranlılar, son tahlilde Ruhani’nin rejimin adamı olduğunu, var olmak istediğini ve kimliğinin rejimin bir parçası olduğunu anlamadılar. Ruhani, bunu yalanlarsa kendini inkâr etmiş olur mu?
Ekonomi, sermayeyle birlikte kötüleşmeye devam ediyor. Muhtemelen ABD’nin ek yaptırımları, “ekonomik ölüm girdabı”nı hızlandıracak. Bu da büyük çalkantılara neden olacak.
İran’daki genel durumu patlamaya hazır olarak nitelendirmek mümkün. Bazı analizlerin aksine uluslararası alandaki İranlılar, ABD Başkanı Donald Trump’ın politikalarına karşılık vermek için toplanmadı. Rejimi devirme hareketi artmaya başladı. Bu harekete öncülük eden bir parti ya da grup yok. Fakat bu hareketin büyük bir bölümünü gençlerin oluşturduğu görülüyor. Merkezi bir komutanın olmamasının hem avantajları hem de dezavantajları var. Bu durum, rejimin muhalefeti kolay bir şekilde ezmesini engelliyor. Sonra rejimin Ortadoğu’daki tutumu birçok baskılara maruz kalıyor. Şöyle ki İran’ın Suriye’deki üslerine karşı çıkılıyor. Irak’taki nüfuzu sarsılmaya başladı. Hiç şüphesiz iç çalkantılar da rejimin bölgesel politikasına karşı daha fazla baskı getirecektir.
Şu an bunu bir kenara bırakıp İran’ı tehdit eden diğer önemli bir tehlikeye odaklanalım. Bu yaz birçok şehirde suların tükeneceği tahmin ediliyor. Su sıkıntısı çeken birçok şehir var. Bu da daha fazla karışıklığa neden olabilir. Huzistan’daki insanların içmek ya da banyo yapmak için suları yok. Önce onların doğal kaynakları alındı. Şimdi de Tahran, Huzistan’ın suyunu gizlice İsfahan’a ve Irak’a taşıdı. Kadın göstericilerden birisi, “1979’daki devrime katıldığım için pişmanım. Devrim, bizi mahvetti” dedi. Abadan şehrindeki göstericiler “Düşmanımız burada. Onlar, düşmanımızın ABD olduğu konusunda yalan söylüyorlar” sloganı attı. Bu slogan, İran’ın her yerinden işitildi.
Uzmanlar, İran’daki su yönetiminin krizin eşiğinde olduğunu düşünüyor. Genelde bu kriz, “sessiz deprem” olarak nitelendiriliyor. Özellikle kuraklığın ve susuzluğun olduğu ülkelerde bütün hükümetlerin temel önceliği sadece yönetmek ve onarmak değil aynı zamanda su kaynaklarını iyileştirerek bu sorunu çözmek olmalı. Derinliklerdeki yağış ortalaması 850 mm iken İran’da bu ortalama sadece 250 mm’dir. Bunun için İran, dünyada yarı kurak bölgeler arasında sınıflandırılıyor. Bu gerçeğe bakarak insan, su yönetiminin İran hükümetinin önceliği arasında olduğunu zannedebilir. Fakat durum böyle değil. Bundan dolayı uzmanlar, önümüzdeki yıllarda ülkedeki birçok bölgenin susuzlukla karşı karşıya kalacağı tahmininde bulunuyor.
İran’daki su kaynakları yönetimi şirketinin müdürü, “Lar” ve “Latyan” barajlarının kurumasından dolayı Tahran’ın doğu banliyölerinde elektriklerin günlük 7 saatten fazla kesileceğini söylüyor. Uzmanlar, İran ile benzer duruma sahip ülkelerin yenilenebilir tatlı su yatırımına eğilim gösterdiklerini belirtiyor. Bu tür sular büyük ölçüde mevcut. Fakat rejim bunu göz önünde bulundurmuyor ve bu alternatif üzerine kafa yormuyor. Kötü yönetimden dolayı İran’daki tatlı suların büyük bir bölümü, özellikle tarımda ve kentsel kullanımda boşa gidiyor. Diğer devletlerle kıyaslandığında bu kabul edilebilir seviyenin oldukça üzerinde.
Uzmanlara ve İran Enerji Bakanlığı’na göre 130 milyon metreküp suyun yüzde 92’si tarımda, yüzde 6’sı kırsal ve kentsel kullanımda ve yüzde 2’si de sanayide tüketiliyor. Diğer yandan dünya ortalamasına göre ise suyun yüzde 70’i tarımda, yüzde 8’i kırsal ve kentsel kullanımda ve yüzde 32’si ise sanayide tüketilmektedir. Genellikle rejim, insanları suçluyor. Hükümet yetkilileri şu an Tahran’da su kullanımının dünya tüketim ortalamasının iki katına çıktığını söylüyor. Uzmanlara göre rejim, genellikle bu aldatıcı iddiayı fiyatları yükseltmeyi ve soygununu sürdürmeyi haklı çıkartmak için kullanıyor.
Uzmanlar, “Bu açıklama doğru olsa bile bütün ülkeyi etkileyen krizin arkasındaki sebep, Tahran halkı olabilir mi?” diye soruyor.
Çevre uzmanları ise bunun aksini düşünüyor. Uzmanlar, susuzluğu uygunsuz dağıtımla ve kaynak yönetimiyle ilişkilendirerek sorunun temel sebebinin insanlar değil de vasıfsız hükümet yetkililerin olduğuna işaret ediyor.
Tahran’daki Birleşmiş Milletler (BM) ofisindeki görevliler de dâhil olmak üzere uzmanların bakış açısına göre su krizine Devrim Muhafızları tarafından yapılan aşırı baraj inşasının yanı sıra başka faktörler de neden oluyor. En önemli faktörler ise şunlar: Barajların arkasındaki suların buharlaşması, tarımda ve kentsel tüketimde su kullanımının artması.
Bir ziraat uzmanı, dikkatleri başka bir hakikatin üzerine çekiyor. İran’daki geleneksel sulama teknikleri oldukça eski. Ziraat uzmanı, tarımdaki bu fazla tüketimin arkasındaki temel sebeplerden birinin eski yöntemlerin kullanılması olduğu görüşünde.
İranlı bir uzman, sorunların çözülemeyeceğini söylemenin yanlış olduğunu ifade ederek rejimin bunu ülkedeki kötü yönetimi ve yolsuzluğu örtmek için kullandığını belirtiyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Halk karşısında kendisini korumak isteyen bir hükümetin bulunduğu ortamda ülkeyi gıda ve su için mücadele etmeye terk etmekten başka bir seçenek yok. Çünkü insanların hakkı olan milli servet, rejimin çıkarlarına ve planlarına harcanıyor. Bu bozuk siyasi rejim, susuzluğu ve diğer esas sorunları aynı ölçüde değerlendirmeye çalışıyor. Bu rejimi en az ilgilendiren şey de insanların rahatı ve refahıdır. Rejime göre insanların refahı, vakit kaybıdır.”
Gelecekte olacakları tahmin etmek imkânsız. Fakat İran, modern tarihinin en sıkıntılı zamanlarından geçiyor. Kapsamlı bir şekilde kaos ve şiddet beklemek mümkün.
İran’daki durum trajik ve üzücü. İranlılar birçok baskıya maruz kalıyor. Fakat İran halkı, pek çok zorluğun üstesinden gelebileceğini kanıtladı. Doğal olarak İran halkı, İslam Cumhuriyeti yıkıldıktan sonra da yaşayacaktır. Maalesef bazı İranlı din adamları, İran halkına değer vermeyi reddediyor. Şöyle ki büyük bir din adamı (Alem el-Hüda), İran’ın futboldaki zaferinin insanlara değil İslam’a ve rejime bağlı olduğunu söyledi. Bu tür açıklamalardan dolayı İran rejiminin halk arasında bir popülerliği yok.