Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Husiler, Yemen yönetimine mi katılıyor? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Yemen’deki savaş, üç yıl önce başladığından bu yana askeri, siyasi ve uluslararası düzlemde birçok değişikliğe uğradı. En önemli ve en etkili değişiklik de geçen yıl aralık ayında merhum Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in silahlı çatışmaların ve anlaşmazlıkların ardından müttefiki Husilere karşı darbe yapıp meşru yönetime katıldığını ilan etmesiydi. Bu da isyan eden bir azınlık ve İran’dan destek alan tek taraf olan Husilerin fiilen geri çekilmesine neden oldu.

Doğal olarak Cumhurbaşkanı Salih’in bu tutumu, ölmeden önce vasiyetini açıklayan biri gibi Husilerin yaptığı suikast eyleminden daha etkilidir. Bu, meşru yönetimin en büyük rakibini temsil eden Salih ve yanlılarının tutumunu çözüme kavuşturdu. Ardından Cumhurbaşkanı Salih’e yapılan suikast, kendi grubunu öfkelendirdi ve kendilerine hakaret edildiği hissini yaşattı. Fakat suikast, Salih’in grubuna manevi destek de verdi. Bundan dolayı liderlerinin ve ilham kaynaklarının çizdiği yol haritasında yürüdüler.

Bugün herkes Hudeyde’deki meşru güçleri destekleyen Koalisyon şemsiyesi altında Yemen ulusal güçlerinin ilerleme kaydetmesi üzerine ülkede askeri çözümün yaklaştığı düşüncesinde. Bu, Hudeyde’yi kurtarma operasyonu başladığından beri meydana gelen en büyük ve en önemli savaştır. Çünkü Hudeyde Limanı, Kızıldeniz’e bakan coğrafi konumundan dolayı büyük bir öneme sahiptir. Ayrıca Hudeyde Limanı, Babül Mendep Boğazı’nı ve ulaşımı büyük ölçüde kontrol ediyor. Hudeyde Limanı, Husilerin can damarını temsil ediyor. Zira Husiler, mallardan vergi topluyorlar ve Tahran’dan füze, silah, yakıt ve para gibi yardımlar tedarik ediyorlar. Aynı zamanda Hudeyde, insani yardımların ulaştığı ana liman olmasından dolayı uluslararası bir meseleye de dönüştü. Limanla ilgili tartışmalar çözümü uzaklaştırdı. Hatta Birleşmiş Milletler (BM), yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaşmasını ve gemilerin silahsız olmasını garantilemek için limanı denetlemeyi pek çok kez reddetti. Bu olumsuz tutumdan dolayı Koalisyon güçlerinin Sana ve Sada’dan önce Hudeyde meselesini çözmesi gerekiyordu. Aslında Hudeyde, İran’ın Yemen’deki başını kesecek giyotin niteliğindedir. Sada ve Sana, Husilerin son seçeneği olarak yıpratma ve sokak savaşına sahne olmaya devam edecek.

Husilerin önünde iki seçenek var: Ya silahlarını bırakıp Güvenlik Konseyi’nin 2216 nolu kararını, ulusal konferansın ve Körfez girişiminin sonuçlarını tatbik ederek savaşa son verecek ve derhal siyasi sürece başlayacaklar ya da sivilleri kalkan olarak kullanarak ve operasyonlarını Sana’daki mahalle aralarından yöneterek son ana kadar savaşa ve İran’dan talimatlar almaya devam edecekler. Nitekim ikinci seçenek Katar medyası gibi yalan ve suçlu bir Arap medyasıyla işbirliği yapılan İran’ın bilinen bir taktiğidir. Söz konusu yalan Arap medyası, Hudeyde, Sana ve Sada operasyonlarını insani açıdan ihlal olarak gösteriyor. Fakat Hudeyde Limanı’nın kontrol edilmesi ve İran yardım borusunun kapatılması suretiyle Ensarullah milis güçleri zayıflayacak ve bu durumda da savaşı kaybedecekler.

Her iki durumda da İran, Husileri uzaktan kontrol etmekten vazgeçmeyecek. İran, Husiler silahını teslim etmeye karar verdiği zaman Husilerin Yemen nüfusunun yüzde 5’ini geçmeyen bir azınlık olmasından dolayı siyasi çözümü daha fazla oyalamak için şartlar ve engeller ileri sürecek. İran, yenilmiş bir vaziyette silah bırakırsa üç çözüm aracına bağlı kalacak: Ulusal diyalogun neticesi, Körfez girişiminin sonuçları ve Güvenlik Konseyi’nin kararı. Ki bu kararlar, Sada’ya pek çok siyasi ve yapısal ayrıcalıklar sundu.

Husiler, Yemen yönetimine mi katılıyor?

Yemenliler, Körfezliler ve uluslararası toplum, anayasanın ve dürüst seçimlerin yapıldığı geçiş süreci aracılığıyla Yemen’deki bütün oluşumların ayırt edilmeksizin yönetimde ortak oldukları konusunda hemfikir. Hatta pragmatik olarak Müslüman Kardeşler, savaş süresince balkonda oturarak siyasi sürece dahil olmak için savaşın seyrini izledi.

BM Yemen Özel Temsilcisi Martin Griffiths’in planı, yukarıdaki üç çözüm aracından dolayı ortaya çıkmadı. Zira bu üç çözüm aracı, geçici hükümetin oluşturulmasını ve siyasi ya da dini oluşumların dengeli bir şekilde bakanlıklarda temsil edilmesini kapsıyor. Belki de Griffiths’in planının getirdiği en önemli şey, bütün tarafları temsilen kararların uygulanmasını ve silahların teslim edilmesini kontrol edecek ulusal askeri bir konseyin oluşturulmasıdır. Aslında bu çözümler savaşın başından beri değişmedi. Değişen sadece şartlardır. Çünkü BM temsilcisinin müzakere sürecindeki rolü ve etkisi, büyük ölçüde sahadaki gelişmelere dayanıyor. Savaşan güçler arasında bir denge ve yakınlaşma olduğu zaman tarafların silahlarını bırakmama ihtimalinden dolayı müzakerelerin sesi daha düşük ve uluslararası toplumun rolü daha zorluydu. Bugün ise terazinin kefesi, Yemen’deki ulusal ordunun lehine dönüyor. Husilerin fırsatları azalıyor ve kuzeydeki varlıkları yok oluyor. Bundan dolayı barışçıl çözüm fırsatları oldukça fazla.

Bitiş çizgisine ulaşmak kolay değil. Ancak bu, İran’ın parazit olarak yaşadığı bölgelerdeki ilk yenilgisi olacak.