Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Husilere ve Babu’l Mendeb krizine karşı uluslararası gevşek tavır | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Yemen’in başkenti Sana, Husilerin eline geçtiğinde, dünya onlara karşı harekete geçmedi ve sadece Yemen’de bir iç güç mücadelesi olarak değerlendirdi. Birçok kişi o dönem, Husilerin Güney Yemen’e yani Aden yönüne doğru ilerlemesinin doğuracağı sıkıntılar konusunda uyarılarda bulunmuştu. Zira buranın jeostratejik bir konumu var; Bab’ul Mendeb’e bakıyor, Aden Körfezi’ne ve Hint Okyanusu’na da oldukça yakın. Böyle bir ilerleme ve genişleme olduğunda, bu çatışmanın Yemen çatışmasından bölgesel ve uluslararası bir krize dönüşeceği muhakkaktı. Suudi Arabistan ve Arap koalisyonu ülkelerinin geri kalanı, Yemen Devlet Başkanı Abdurabbu Mansur el-Hadi Mansur Hadi’nin talebi üzerine, Husilerin ve onları destekleyen İran’ın bölgedeki nüfuzunun genişlemesini durdurma yönünde hamleler yaptı.

Babu’l Mendeb ve Hint Okyanusunun stratejik konumu, bölgesel ve küresel dikkatlerin buraya çevrilmesinde önemli bir rol oynamıştır. İran’ın Husiler aracılığıyla yarattığı tehdit nedeniyle küresel taşımacılığın tehlike altına girebileceği görülmektedir. İki Suudi petrol tankerinin Husi milisleri tarafından Kızıldeniz’de saldırıya uğramasının ardından Suudi Arabistan Enerji Bakanı Halid el-Falih hemen bir demeç vererek, Babu’l Mendeb Boğazı üzerinden petrol sevkiyatının askıya alındığını ilan etmişti. Bu karar, Batı ve dünya ekonomisinin can damarını temsil eden Babu’l Mendeb ile petrol stratejisi arasındaki bağı ortaya koyduğu gibi meselenin uluslararası boyutuna da dikkat çekti.

Bu son olaylar, Ekim 1973 savaşında yaşananları dolaylı olarak hatırlatıyor. Güney Yemen, Mısır’ın, Babu’l Mendeb Boğazı’nda İsrail’in geçişlerini engellemek için askeri varlık bulundurma talebini kabul etmişti. Cumhurbaşkanı Sedat, İsrail tarafından Mısır’ın Üçüncü Ordusu’na uygulanan kuşatmayı kaldırmak için bunu bir baskı kartı olarak kullanmıştı. Suudi Arabistan ve diğer Arap petrol ülkelerinin o dönemde uygulamaya koyduğu petrol ambargosu kararının, İsrail ve müttefikleri karşısında, Mısır ve Arap ülkelerinin konumunu güçlendirdiğine kuşku yoktur.

1980’lerde İran-Irak savaşı sırasında Tahran’ın Kuveyt’e yönelik tehdidi, Hürmüz Boğazı’ndan petrolünü ihraç etmesini engellemekti. Çünkü Kuveyt’i bu savaşta Saddam Hüseyin rejimini desteklemekle itham etmişti. Bu durum ABD ve Sovyet savaş gemilerinin Kuveyt’in petrol tankerlerine eşlik etmesine neden olmuştu. Dolayısıyla da İran, Kuveyt’e yönelik tehditlerini uygulamaya koymaya cesaret edememişti.

Bu tarihsel durum, İran’ın neden büyük güçlere karşı doğrudan bir askeri çatışmaya girmediğinin ipuçlarını verir mahiyettedir. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin ilk tehditleri, Hürmüz Boğazı’nı kapatma tehdidiyle sınırlı kaldı. Bu tehditler daha sonra Kızıl Deniz’e uzandı. Devrim Muhafızları’nın bünyesindeki Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani, “Kızıl Deniz’in artık güvende olmadığını” söyleyerek ABD Başkanı Donald Trump’ı tehdit etmişti. Tahran bu tehdidini doğrudan gerçekleştirmedi, ama Husiler Babu’l Mendeb’de bu görevi devraldılar. Suudi Arabistan’ın Babu’l Mendeb aracılığıyla büyük miktarlarda ham petrol ihraç etmediği biliniyor. Bazı kaynakların işaret ettiği gibi başka seçeneklere de sahiptir, zira krallığı doğudan batıya bağlayan büyük bir boru hattı var ve Suudi petrol kuyularından Arap Körfezine yani Kızıldeniz’deki Yenbu şehrine petrol taşımaktadır. Bu boru hattı Babu’l Mendeb boğazından geçmeye ihtiyaç bırakmadığı gibi Suudi petrolünün Avrupa pazarlarına ulaşmasını da sağlıyor.

Husilerin, Mısır, Ürdün, Yemen, Eritre, Somali ve Cibuti gibi tüm Kızıldeniz ülkelerinin çıkarlarını tehdit ettiği gibi Babu’l Mendeb Boğazı üzerinden gerçekleştirilen tüm uluslararası ticaret ve deniz nakliyesini de tehdit ettiğini belirtmek gerekir.

Petrol tankerlerine yapılan Husi saldırısının zamanlaması sadece İran ve ABD arasındaki sözlü tehditler bağlamında ele alınamaz. Husilerin kara savaşlarındaki birliği “Ensarullah” milisleri, Hudeyde şehrindeki kara savaşlarında ağır yenilgi ve kayıplara uğradılar. Dolayısıyla yenildikleri kara savaşlarını uluslararası nakliyeyi tehdit ederek denize aktarmak istiyorlar. Bu nedenle, BM’nin Özel Yemen Elçisi Martin Griffith’in Sana’ya varması sırasında ortaya çıkan deniz saldırılarının zamanlaması ve Griffith’in Husi milisleri lideri Abdulmelik el-Husi ile toplantı yapması tesadüf değildir. Bu Terör eylemiyle sanki Hudeyde planının başarısız olduğunu ortaya koymak için BM’e bir meydan okuma mesajı göndermek istediler. Ayrıca Hudeydeki ağır kayıplarına rağmen savaş yeteneklerinin hala devam ettiğini ispatlamak istemiş de olabilirler.

Suudi Arabistan, BM Güvenlik Konseyi’nin, tekrarlanan ihlaller karşısındaki gevşek tavrını esefle karşıladıklarını ifade etti. Zira bu durum İran’ın Husi milislerini silahlandırmaya devam etmesine izin veriyor. Suudi Arabistan’ın BM Daimi Temsilcisi Abdullah el-Muallimi, tüm Güvenlik Konseyi kararlarının titizlikle uygulanmasını istedi. Yemen dışişleri bakanı Şarku’l-Avsat’a yaptığı açıklamada, ülkesinin uluslararası nakliye güvenliğini tehdit eden Husi milislerinin ticari gemileri hedef almasına karşı Güvenlik Konseyi’ne şikâyette bulunacağını söyledi.

Kritik sorular şunlardır; Batı dünyasını ciddi anlamda ilgilendiren petrol tankerlerinin geçtiği deniz yollarındaki uluslararası nakliyatı tehdit eden İran ve Husilerin bu tavrı karşısında, uluslararası toplum bu defa, Tahran ve Husilere karşı, çeşitli tarafları tatmin edecek bir çözüm bulmak için daha baskıcı bir şekilde hareket edecek midir? OPEC ülkeleri ve başta Rusya olmak üzere OPEC dışındaki petrol ülkeleri, küresel petrol ticaretinin maruz kaldığı bu tehlikeleri -ki tüm petrol alıcı ülkelere ihracatı engelleme riskini taşıyor- kabullenecekler mi yoksa red mi edecekler?

Dolayısıyla, Suudi Arabistan’ın petrol ihracatını geçici olarak askıya alma kararı, Yemen krizinin çözümünü hızlandırmak ve bölgedeki İran etkisini kırmak için harekete geçmeleri yönünde büyük devletlere verilmiş bir mesaj niteliğindeydi.