Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İbadi, Hariri ve İran’ın şartlarının listesi | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Rehinelerin her zaman “kişi” olması gerekmez. Devletler de insanlar gibi rehin alınabilir; kararları ve kaderleri başkalarının eline düşebilir. En tehlikeli durum, içeriden bazılarının komploya katılmak için işbirliği yapması, gasp ve rehin alma sürecinde yardım ve yataklık etmesidir.

İki Arap ülkesi Irak ve Lübnan’da gelinen noktanın bu olduğunu söylersek abartmış olmayız. İki ülke de bir hükümet kriziyle karşı karşıya. Irak’ta yeni başbakan seçimiyle, Lübnan’da ise hükümet oluşturmakla görevlendirilen başkana görevini yerine getirme fırsatı verilmesi ile alakalı.

Bu iki ülke tam anlamıyla özgür olsa, bir diğer deyişle başkasının elinde rehin olmasa ve hükümetlerinin oluşumu sadece kendi halkına kalsa, bu süreç, bugün karşılaştığı düğüme maruz kalmazdı. Bununla beraber bu oluşum sadece, herhangi bir ülkede hükümetlerin oluşumu esnasında farklı partilerin çoğunluk oluşturmaya izin veren anlaşmalara katılmaya çalışarak karşımıza çıkardığı bilindik iç engellerle yüzleşmiyor. Aynı zamanda dışarının ve bu dışarının kendi çıkarlarına uygun hareket etmedikleri için onaylamadığı kişilere koyduğu ‘vetolar’ın etkisi ile de karşı karşıya. Irak ve Lübnan durumlarında kastedilen tabi ki İran rejimi. Oradaki müttefikleri ve kendi bayrağı altında yer alan etkin güçler sebebiyle İran, bu iki ülkede en güçlü ses haline geldi.

Irak’ta anayasaya göre hükümet başkanı seçimini gerçekleştiren Şii bloklar, Haydar İbadi’nin tekrar seçilmesi veya onun yerine başkasının seçilmesi için uzlaşmaya çalışıyor. İbadi, eski ABD Başkanı Barack Obama görev başındayken, İran ve ABD’nin girişimiyle o dönemde (2014) Nuri el-Maliki’yi uzaklaştıran bir düzenleme ile bu makama gelmişti. Şimdi ise İbadi, Tahran ve Washington arasındaki çatışmanın, Başkan Donald Trump’ın nükleer anlaşmadan çekilmeye karar vermesinin ardından işlerin kızışması neticesinde, kendisini böylesi bir düzenlemenin dışında buldu.

İran’a uygulanan yaptırımlarla birlikte Haydar İbadi, böylesi bir çatışmada, İran’la dolar ticaretini keserek, Irak’ın yaptırım kararını bağlayıcı gördüğünü ilan etmekten başka kaçış yolu bulamadı. Böylece İran ve onun medyası ile Bağdat’ta onu destekleyen güçler tarafından bir eleştiri fırtınasına tutuldu. İbadi, bu kararıyla Irak’ın İran’ın etki alanından çıktığını göstermek istedi ve Şii güçler arasında Tahran’ı destekleyen kalabalıklar tarafından şiddetli itirazlara maruz kaldı. Bu gruplar arasında, İbadi’nin de mensubu olduğu Davet Partisi de yer alıyor ve İbadi’yi, ABD’ye hizmet etmekle suçluyor. Bu güçlerin, Irak’ın yalnızca İran’ın yörüngesinde yüzen bir yıldız olmasına izin verecekleri de dillendiriliyor. İbadi de onlara şu sözü ile karşılık verdi:
“Irak halkının çıkarları, çetelerin çıkarlarından daha önemlidir. Çetelerin çıkarlarını, Irak halkının çıkarlarından önde tutalım diye bizi baskı altında tutmak istiyorlar. Ama bu mümkün değil.”

İstisnai bir meydan okuma tonu bu. Daha önce hiçbir Irak başbakanının İran milislerini ‘çete’ olarak nitelendirdiği görülmedi. Tahran yöneticileri de cevap vermekte gecikmedi ve İbadi’nin yeniden başbakan olmasını kabul etmeyeceklerini belirtti. Aynı şekilde birçok milletvekili, Irak’tan, Irak-İran savaşının sebep olduğu hasarın karşılığı olarak 1.1 milyar dolar ödemesini istedi. Bu vekiller arasında şu tweet’in sahibi Mahmud Sadıki de yer alıyor:
“İran, Irak’ın içinde bulunduğu zorlu koşulları dikkate aldığı için savaş tazminatı istemedi. Ancak şimdi Irak Başbakanı bu tazminatı, bize karşı yürütülen acımasız yaptırımlarla ödüyor”.

Daha önce yani geçtiğimiz ay, İran’ın başta Basra olmak üzere Irak’ın güney bölgelerindeki elektriği kesmesinden sonra, İbadi’ye karşı halkın öfkesini körüklemek amacıyla bir kampanya başlatılmıştı. Gerekçe ise Irak’ın elektrik temin edilmesi için gerekli ödemeleri yapmamasıydı. Bununla beraber İranlılar ve müttefikleri, bu bölgede çıkan protestoların çoğunda, karşılaştıkları manzaradan ötürü şaşkınlığa uğradı. Nitekim bu gösterilerde İbadi’ye karşı bir tavır alınmamanın ötesinde, İranlı milislerden duyulan rahatsızlık gözler önüne serilmiş ve Haşdi Şabi’nin kampları ve ofisleri yakılmıştı. O kadar ki Asaib-i Ehl-i Hak’ın Genel Sekreteri Kays Hazali, ‘Haşd’in kamplarına olan saldırılara katılanların elini kesmekle tehdit etmişti.

Bunlar Irak’ta yaşananlar. Bu işin bir de Lübnan ayağı var. Orada da Saad Hariri, hükümet oluşturma sürecinde çeşitli zorluklar ve baskılarla karşı karşıya kalıyor. Adam ısrarla bunu bir iç mesele olarak nitelendirdi ancak sonunda bu anlaşmanın ardındaki hedefi ortaya koymak zorunda kaldı. Bu, İran’ın müttefiklerinin yani Lübnan’da Dışişleri Bakanı Cibran Basil’in başkanlığını yürüttüğü Özgür Ulusal Hareket’in yanı sıra Şiilerden oluşan geniş bir ekip ile bazı Sünni yöneticiler arasında yer alan dağıtıcıların, kendi kararlarını dayatabilmek için hükümet içerisinde çoğunluğu elde etme çabasıdır. Niyet edilen kararlar arasında, Hariri’nin oluşturmaya çalıştığı yeni hükümetin dayandığı bir politika olarak Şam rejimi ile olan ilişkilerin yeniden normalleştirilmesi de yer almaktadır. Hariri, eğer bu yapay anlaşmazlıkların ardında yer alan Tahran müttefiklerinin isteği ise, hiçbir hükümetin var olamayacağını söyleyerek buna cevap verdi.

Elbette Hariri, içinden geçen ve hiçbir tarafın çoğunluğa sahip olmadığı ‘ulusal uzlaşı hükümeti’ oluşumunu ilan edebileceği zamana kadar hükümet oluşturma işini askıya alabilir. O, anayasal olarak oluşturma yetkisine sahip. Bu görevi almasının yolunu açan görüşmelerde yer alan 128 milletvekilinin 111’inin de oyunu elde etti. Ancak bu, Lübnan’ın parmak ısırtacak uzun bir hükümet krizine gireceği anlamına geliyor. Hizbullah ve müttefikleri, bunu nasıl kullanacaklarını ve çıkarlarına nasıl uyduracaklarını gayet iyi biliyor. Onlar sabır oyunu oynuyorlar. Tıpkı Mişel Avn’ın seçilmesinde yaptıkları gibi. Hani süreci baltalamış ve seçim oturumlarını 2.5 yıl boykot etmişlerdi ya. Anayasanın milletvekillerine istediklerini elde edene kadar hazır bulunmayı şart koşmasına rağmen… İşte Lübnan, bugün bu seçimin ekinini biçiyor.

Siyasi güçlerin içeride kapladıkları yer ne olursa olsun Irak ve Lübnan’da yürütülen müzakereler, iki ülkenin hükümetlerini oluşturma yolunda dikilen engellerin bu boyutları yansıtmayan başka bir yerden geldiğini ortaya koydu. İran’ın silahlı milisleri üzerinden kurduğu egemenliğe siyasi karar aşamasındaki etkinliği ve bu kararı istedikleri yönde yürütme gücü de eşlik ediyor. Bu topluluk bugün bölge savaşlarında ‘muzaffer’ olduklarını düşünüyor. Hem de İran’a yönelik kuşatmaya ve İran’ın maruz kaldığı uluslararası baskılara rağmen. Onlar, gerçekleştirebildikleri bu ‘zafer’i eğer becerirlerse siyasete aktarmayı, beceremezlerse de güç kullanmayı istiyorlar.