Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İdlib pazarlığının arkasında ne yatıyor? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Tahran gerçekleşen üçlü zirvenin Suriye’nin İdlib kentindeki soruna bir çözüm getirememesinden 10 gün sonra süpriz karar, Vladimir Putin ve Recep Tayyib Erdoğan arasında düzenlenen ikili Soçi Zirvesi’nden çıktı. Tahran Zirvesi’nde bu bölgenin kaderi konusunda anlaşmayan ikili, Soçi Zirvesi’nde İdlib’te silahlardan arındırılmış bir tampon bölge oluşturulması kararı aldı.

Bu karar, haftalar boyunca süren askeri hazırlık ve sevkiyatların ardından geldi. İdlib şehri, Moskova, Tahran ve Dımaşk’ta çanlarının çaldığı büyük bir askeri harekatın hedefindeydi. Rejimin Cisrul Şuğur ve Maarat El-Numan’daki ön safları bombalaması ve Rus hava kuvvetlerinin bölgeyi hedef alan şiddetli bombardımanları ile operasyon başlamak üzereydi. Türkiye ise bu süre zarfnda uyarı ve tehditlerinin düzeyini gittikçe arttırıyor ve İdlib’e düzenlenecek saldırıyı kendisine yapılmış bir saldırı olarak görüyordu. Washington, BM ve Avrupa ülkeleri ise bir insani felaket yaşanmaması ve İdlib’in bir kan gölüne dönüştürülememesi uyarısı yapıyordu.

Soçi’de ne oldu da Putin, Erdoğan’a karşı bu önemli raundu kaybetmiş görülecek kadar dengeler değişti ?

Sahaya baktığımızda tüm taraflar harekat saatini bekliyordu. İranlılar rejimi desteklemek için milislerini bölgeye sevketmişlerdi, Beşşar Esed Savunma Bakanı Ali Eyyüb’ü İdlib, Hama ve Lazikiye’deki ateş hattına göndermişti. Savunma Bakanı ordunun Suriye’deki tüm terör örgütlerinin varlığını sona erdirmeye hazır olduğunu deklare etmişti. Putin ise Suriye rejiminin, İdlib kentinde tekrar kontrolü sağlama hakkına sahip olduğunu ve bölgedeki teröristlerden kurtarmasının gerekli olduğu açıklamasını yapmıştı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, askeri operasyon başlamadan önce teröristlerin sivilleri rehin aldığını söylemişti. Duma Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Leonid Slutskiy, Ankara ve Moskova arasındaki anlaşmazlıkların aşıldığını ve yakın zamanda atılacak en önemli adımın teröristlere karşı düzenlenmesi kararlaştırılan askeri operasyonun başlaması olduğunu kaydetti.

Savaş çanları çalarken ve tansiyon yükselirken birden anlaşma haberi geldi. Ama bu anlaşmanın içeriğinin pratik olarak, İdlib ve içerisinde bulunan silahlı gruplar sorununa nihai ve kesin bir çözüm sunmadığı çok açık. Bu silahlı gruplar arasında Nusra Cephesi ve Türkistan İslam Partisi gibi terörist gruplar da bulunuyor. Anlaşma ile sınırları çizilen silahdan arındırılmış tampon bölgede bulunan unsurlar bir nevi Türkiye ve Rusya tarafından kıskaca alınacak. Anlaşmaya göre ağır silahlar bölgeden çekilirken, Nusra Cephesi’nin varlığına da son verilecek. Peki o zaman dışarıdan gelen, sayılarının 3 bini geçtiği söylenen ve ülkelerinin geri kabul etmediği teröristler nereye ihraç edilecek?

Anlaşmada sınırları çizilen silahsız bölgenin coğrafi doğası bazı soru işaretleri yaratıyor. Anlaşmaya göre, bu bölgenin derinliği iki taraftan da 15- 20 km arasında olacak. Yani rejim, güçleri kentin sınırlarına doğru mesafenin yarısı kadar çekilirken, Türkiye de silahlı grupların, kuzey ve batıdan mesafenin yarısı kadar geri çekileceğini garantiliyor. Ardından bu bölgede Rusya ve Türkiye tarafından ortak devriyeler gerçekleştirilecek. Bu anlaşma, gelecek ayın ortasında uygulamaya geçecek. Bu da Türkiye’nin, bu zor ve çetrefilli soruna yani Nusra Cephesi ve aşırıcı unsurların kaderinin ne olacağı sorusuna bir çözüm bulduğu anlamına geliyor. Buradan yola çıkarak yukarıda sorduğumuz soruyu bir daha tekrarlayalım; bu terörist unsurların nereye ihraç edilmesi düşünülüyor?

Suriye muhalefetinden bazı kaynakların bu soruya cevapları hazır. Rejim ve müttefiklerinin silahlı unsurları Duma, Guta, Halep ve Lübnan’daki Carud bölgesinden tahliye edip İdlib’te toplayarak burayı onlar için bir kapana çevirmeden önce gündemde olan teoriye geri dönülmesi gerektiğini söylüyorlar. Bu teori, teröristlerden kurtulmak için 3 çözüm öne sürüyor. Birincisi içeride eritilmelerini sağlamak, ikincisi tekrar dışarıya ihraç etmek, son olarak da teslim olmayı kabul etmemeleri halinde savaş yoluyla tasfiye etmek.

İçeride eritme önerisini hayata geçirmek çok da kolay değil. Çünkü; örneğin, sadece Nusra Cephesi bile silahlarını bırakmayı, ılımlı muhalefete katılmayı, dolayısıyla siyasi görüşmelere katılma görüşünde olanlar ile savaşmakta ısrar edenler arasında bölünmüş durumda. Küresel istihbaratla işbirliği çerçevesinde gerçekleştirilebileceği görüşünde olanlara rağmen dışarıya ihraç edilme önerisi de imkansız görünüyor. Çünkü hiçbir devletin, terörist unsurların topraklarına intikal etmesini kabul etmesi mümkün değildir. Bu nedenle, ılımlı muhalif kaynaklar silahlardan arındırılmış bölgenin hayata geçmesi ile Nusra Cephesi’nin ve aşırıcı unsurların, kuzeye yani Türkiye sınırına yöneleceğini düşünüyor. Ankara ise savaşmakta ısrar eden unsurların Hama’nın kuzey doğusunda yer alan ve neredeyse tamamen kuşatılmış olan Balas bölgesine intikal etmesini istiyor.

Beyrut’ta bulunan Batılı diplomatik kaynaklar, Putin ve Erdoğan anlaşmasının süpriz olmadığını söylüyorlar. Bu anlaşmanın öncesinde, iki ülke arasında 100 milyar doları aşan ve karşılıklı ekonomik çıkarları kapsayan bir dizi önemli maddenin yer aldığı ticari anlaşma ile sonuçlanan gizli ve aktif bir diplomasinin yürütüldüğünü belirtiyorlar.

Bu çerçevede, Türkiye’ye S400 füze sistemleri satışı üzerinde anlaşmaya varıldı. Bu adım, ABD çıkarlarına karşı çıkmaya çalışan iki ülkeye de siyasi açıdan hizmet eden bir adımdır. Türkiye NATO’daki ikinci büyük askeri güç olduğu için Washington, Rus füze sisteminin Türkiye’de konuşlandırılmasına geçmişte olduğu gibi bugün de karşı çıkıyor. Yine bu adım, Ankara’ya yaptırımlar uygulayan Donald Trump’a karşı Erdoğan’ın sert bir karşılığı olarak görülüyor. Putin’in füze sistemleri aracılığyla Türkiye sahasına girmesi ilk olarak ABD ikinci olarak da Ukrayna nedeniyle Moskova’ya yaptırım uygulamaya devam eden Avrupa ülkeleri için acı bir darbe teşkil ediyor.

Rus füze sistemlerine ek olarak raporlar Putin ve Erdoğan’ın nükleer santraller kurma konusunda da anlaşmaya vardıklarını kaydediyorlar. Bu da Türkiye’nin NATO içindeki konumu ile çelişen bir başka adım. Aynı şekilde raporlarda, Rus doğalgazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak boru hatları konusunda stratejik anlaşmalara varıldığı da yer alıyor. Buna ek olarak ticaret ve turizm alanında bir dizi karşılıklı ön anlaşma da imzalandığı belirtildi.

Türkiye gibi bir NATO ülkesinin, Washington’dan uzaklaşıp Moskova’ya yanaşmasını sağlayan Putin, hiç de Erdoğan’a karşı kaybetmiş görünmüyor. Aynı şekilde Erdoğan’da hiçbir şey kaybetmiş değil. Bir yandan İdlib’i hedef alan büyük bir askeri operasyonun Türkiye’ye vereceği yıkıcı etkileri bertaraf ederken, diğer yandan Trump’ın yaptırımlarına yine ABD’nin yaptırım uyguladığı Rusya ile anlaşarak karşılık vermiş oluyor.

İdlib’in geleceğine dönecek olursak, Soçi anlaşmasının ardından Türkiye’nin ciddi sorumluluklar üstlenmiş olduğu çok açık. Zira Nusra Cephesi ve diğer aşırıcı grupları eritmeye çalışması gerekiyor. Ama bunu bugünden 15 Ekim tarihine kadar başarıp başaramayacağı hala belli değil. Erdoğan’ın zirvenin ardından yaptığı açıklama, Türkiye’nin üstlenmiş olduğu bu sorumluluğun ciddiyetini ve hassasiyetini ortaya koyuyor: “Muhalifler, kontrol ettikleri bazı bölgeleri kontrol etmeye devam ederken Türkiye, Rusya ile bölgenin terör unsurlarından temizlenmesine çalışacak.” Ama bu nasıl olacak ve bu unsurlar nereye gönderilecek?

Buna karşılık Putin, Rusya ve Türkiye’nin tüm güçleri ile Astana sürecini sürdürme, BM gözetiminde yürütülen Cenevre görüşmelerinde uzun vadeli bir siyasi çözüme ulaşılması, rejim, muhalifler ve uluslararası toplumun temsilcilerinden oluşan bir anayasa komisyonu kurulması çalışmalarını sürdürmek konusunda ısrarlı olduklarını söylerken aceleci görünüyordu.

Buna paralel olarak, BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura ile Suriye’deki durumu, Cenevre’de anayasa komisyounun kurulması için yürütülen hazırlıkları, 2245 sayılı BM kararına binaen yürütülecek kapsamlı siyasi geçiş sürecini görüşen AB Dış İlişkiler Sorumlusu Federica Mogherini, bunun AB’nin Suriye’nin yeniden inşa sürecine katkıda bulunması için şart olduğunu söyledi.

Tüm bu gelişmelerin ortasında şu önemli ve temel soru ortaya çıkıyor: Suriye rejimi, Tahran Zirvesi sırasında ya da müttefiği İran ile savaş hazırlığında iken, kendi adına kararın verildiği Soçi Zirvesi düzenlenirken neredeydi? Suriye ordusunun İdlib’den çekilmesini kararlaştıran Putin- Erdoğan anlaşmasından niçin rahatlık duyduğunu söyleme ihtiyacı hissetti?