Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İhvan, siyaset ve Batı…Karışık bir ilişki | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Özelde Batı ve Müslüman Kardeşler genelde ise Batı ve siyasal İslami hareketler arasındaki ilişkiler, daima şüpheli ve karmaşıktı. Bu ilişkilerin çoğu, kapalı toplantılar, istihbarat servisleri ve büyükelçiliklerin mesajları şeklinde gizliden yürütülüyordu. Bu ilişkilerin bir kısmı ise açıktan yapılıyordu. Batı karar alım merkezlerinde, İhvan’a ve örgütün ideolojisinden ortaya çıkan siyasal İslam hareketlerine karşı nasıl muamele edileceği konusunda net bir görüş ya da ittifak mevcut değildi. Frankenstein’ın canavarına dönüşebileceklerinden dolayı bu gruplara karşı kötü düşman, can dostu ya da korkunç çıkarcı bir müttefik gibi muamele edilebilir mi? Bu gruplar, hedeflerini gerçekleştirmek için davet çalışmalarını politikaya alet eden dini bir hareket olarak sınıflandırılabilir mi? Yoksa bu gruplar, iktidara gelmek için dini, bir araç olarak kullanan, şiddet ve silah kullanmaktan çekinmeyen siyasi bir hareket kapsamında değerlendirilebilir mi?

Müslüman Kardeşler Örgütü’nün kurulmasından 90 yıl sonra bugün bu tartışma hala devam ediyor. 90 yıllık süreçte Batı ve İhvan arasındaki ilişkiler, birçok dönüm noktasından geçerek Ortadoğu’ya damgasını vurdu. Bu ilişki, geçen ay Harvard University Press’ten “Müslüman Kardeşler ve Batı… Düşmanlık ve İletişim Geçmişi” başlığıyla çıkan Martyn Frampton’un kitabının ana konusunu oluşturuyor. İngiliz akademisyen ve Queen Mary Üniversitesi’nde tarih hocası olan kitabın yazarı Dr. Martyn Frampton, 1930’lu yıllardan itibaren yani örgütün kuruluşundan birkaç yıl sonra başlayan bu gizemli ve karışık ilişkiye ışık tutmak için yüzlerce rapor, belge ve kaynağı araştırmaya gayret gösterdi. Eser, söz konusu ilişkilerin tarihi hakkında ve 2010 yılına kadar geçen süreçle ilgili dikkat çekici bilgiler içermektedir. Diğer bir ifadeyle bu kitap, ilişkilerin başlangıcından Arap Baharı’na kadar geçen süreci ve bu süreç zarfında Müslüman Kardeşlerin Mısır’da iktidara gelişi ve kısa sürede kâbusa dönüşen hayallerinin gerçekleşmesi gibi meydana gelen büyük olayları incelemektedir. Yazar, 662 sayfadan oluşan eserinde tüm bu konuları işlemek için yeterli alanın olmadığını düşünmüş olabilir.

Birçok belgede geçtiği gibi yazar, aşağıdaki konuları eserinde açık bir şekilde ifade ediyor: Batı’nın özellikle de İngiltere ve ABD’nin Müslüman Kardeşler Örgütü’ne ve örgütün içerisinden çıkan İslami hareketlere bakışı çelişkili ve aynı zamanda Batı ve Müslüman Kardeşler arasındaki ilişki karmaşıktır. Zira Batı, bazen bu grupları kapalı karanlık hareketler ve tehlike kaynağı olarak görürken bazen de bu grupların demokrasi sloganları şüpheli olmasına rağmen çıkar ve menfaatleri gerçekleştirmek için onlarla işbirliği yaptı. Bunun için Batı, Müslüman Kardeşlerle kurulan ilk irtibattan beri diğer hareketlere karşı koymak ve bu hareketleri zayıflatmak için İhvan’ı kullanmaya çalıştı. Bu durum, İngilizlerin işgaline direnen kişi ve partileri zayıflatmak için İhvan’ı kullanabileceklerini düşündükleri zaman 1930’larda yaşanmıştı. Daha sonra İngilizler, Müslüman Kardeşlerin İkinci Dünya Savaşı sürecinde mihver devletlere sempati duymalarından endişelendiğinden dolayı Müslüman Kardeşleri tarafsız tutmaya çalıştılar. Bu bağlamda yazar, İhvan’ın Almanya’dan para aldığına ve bunun da Londra’yı endişeye sevk ettiğine dair o dönemde İngiltere Dışişleri Bakanlığının raporlarına atıfta bulunuyor. Çünkü mihver devletlerin orduları, Mısır’a yaklaşıyordu. Martyn Frampton, Londra’nın da Müslüman Kardeşlere para vererek onları satın almaya çalıştığı konusunda belge ve delillere dayanarak rivayetler aktarıyor.

İletişim kanalları, sadece Batı tarafından açılmaya çalışılmadı. Aynı zamanda Müslüman Kardeşler, Batı’yla irtibat kanalları açmaya, bazen milliyetçilere ve liberallere bazen de komünizmin ve Sovyetlerin genişlemesine karşı kendilerini dost ve müttefik olarak takdim etmeye çaba sarf ettiler veyahut da 2001 yılındaki Eylül saldırılarından sonra diğer radikal akımlara karşı koymaya çalıştılar. Zira 2001 yılındaki Eylül saldırılarından sonra bölgede ve dünyadaki birçok kartlar birbirine karıştı.

Bu, Müslüman Kardeşler için bir sorun değildi. Çünkü onlar, çalışma prensibi olarak Makyavelciliği benimsemişlerdi. İktidara ulaşmak ve amaçlarını gerçekleştirmek için takiyye yöntemine ve çıkar anlayışına başvurmuşlardı. Bunun için onlar, bu örgütü askeri bir mekanizmaya dönüştürmekten çekinmediler.

Çoğu siyasi parti ve hareketlerin aksine Müslüman Kardeşler Örgütü ve bu örgütün ideolojisinden ortaya çıkan siyasi İslam hareketlerinin gizli çalışmalarında askeri bir kanat mevcuttu. Bundan dolayı örgüt silahlı faaliyetlere dönüşme becerisine sahipti. Bu durum, onların erken dönemde askeri kurumlara sızmaya ve silahlı hücreler oluşturmalarına açık bir şekilde zemin hazırlıyordu. Bu şekilde İhvan, iktidara gelmeye ya da kendilerini kenara itilmiş bir vaziyette gördüklerinde ve takip edildiklerinde şiddet kullanmaya çalıştılar. Bu çerçevede örgütün Hasan el-Benna tarafından kurulmasından bu yana askeri bir kanat oluşturmaya ve siyasi amaçlarını gerçekleştirmek için ordu ve güvenlik güçlerinin içerisine sızmaya yönelik planlar yapmaya meyletmeleriyle ilgili bölümler, belki de kitabın dikkat çekici bölümleri arasında yer almaktadır. Bu durum, Müslüman Kardeşlerden kendi içerisinden çıkan çeşitli hareketlere ve gruplara intikal etti. Öyle ki Hasan el-Turabi cemaati, 1989 yılında darbe yaptığı zaman söz konusu durum, Sudan’da cereyan etmiş ve cemaat bu darbeyle demokratik bir rejimi devirmişti. Örgütün içinden çıkan bu gruplar, demokrasi sloganları atsalar da ve demokrasi pankartları açsalar da demokrasiye inanmadıklarını kesin olarak ispat ettiler.

Batı ve siyasi İslam hareketleri arasındaki gizemli ve karmaşık ilişkiler tarihi, bölgede meydana gelen birçok olayı anlamak ve teşhis etmek için daha fazla araştırmaya ve belgelerle kanıtlamaya ihtiyaç duyulmaktadır. Zira bu hareketlere ve radikalizme karşı mücadele, büyük bir yıkıma ve zayiata neden oldu.