Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İki şeref tribünü ve tek bir olay | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

1981 yılının Ekim ayında, Kahire’deki Nasr City yerleşkesinde, 1973 Arap-İsrail savaşının 8. yıldönümü kutlamaları dolayısıyla askeri geçit töreni düzenleniyordu. Dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, özel makam yerinde, en ön safta yer alıyordu. Mısır içinden ve dışından birçok üst düzey yetkili, bu törene davet edilmişti. Mısır ve Arap dünyası açısından bugün, büyük bir ulusal bayramdı. Ama Mısır ordusundan üç subayın yer aldığı bir araç, Cumhurbaşkanı’nın bulunduğu şeref tribününün önünden geçtiği sırada, araçtan O’na (Enver Sedat) ateş açılması, ardından da araçlarından atlayıp Sedat’ın öldüğünden emin olmak için hızlıca tribüne doğru koşup ateş etmeye devam etmeleriyle bu kutlama, tam bir katliama dönüştü. Bu olay, çok kısa bir ana birçok ayrıntıyı sığdırmayı başarmıştır. İlk kurşunun Cumhurbaşkanı’na isabet etmesi ve ardından gelen mermi yağmuru gibi tüm olaylar, sadece birkaç dakika içinde gerçekeşti. İslamcı subayların hedefi, Mısır’ın İsrail tarafından işgal edilen topraklarını geri almasını sağlayan Camp David Anlaşması’nı imzaladığı için kafir ilan ettikleri Cumhurbaşkanı Sedat’ı öldürmekti.

Sonuç olarak, birkaç yerinden yaralanan Enver Sedat hayatını kaybederken, özel korumalarından bazıları ile yabancı misafirlerden iki kişi yaralandı. Sedat’ın sağında oturan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Hüsnü Mübarek ile solunda oturan Savunma Bakanı Abdulhalim Ebu Gazala bu saldırıdan sağ kurtulanlar arasındaydı. Cumhurbaşkanı’nın sekreteri, saldırganlara karşı Sedat’ı sandalyelerle korumaya çalışıyordu. Diğer yandan Sedat’ın kendisine ilk kurşunun isabet etmesinin ardından ayağa kalktığını fark eden bir Cumhuriyet Muhafızları subayı, yüksek sesle ondan yere yatmasını istiyordu. Daha sonra güvenlik güçlerinin açtığı ateşle yaralanan saldırganların üçü ve ardından dördüncüsü, sağ olarak ele geçirildi. Mahkemeden haklarında idam kararı çıktı ve kurşuna dizilerek idam edildiler.

Kahire’deki saldırının hedefleri açık, nedenleri de belirliydi. Orada hazır bulunanların, Cumhurbaşkanı’nı mermi yağmurundan korumaya çalıştığını herkes gördü.

Kahire’de yaşanan bu saldırıyı hatırlatmamızın nedeni, İran-Irak savaşının yıldönümü nedeniyle gerçekleştirilen askeri geçit töreni sırasında İran’ın güney doğusunda bulunan Ahvaz şehrinde birkaç gün önce buna benzer bir silahlı saldırının yaşanmasıdır. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, bu törene bizzat katılmak yerine televizyon yayınıyla tören alanına bağlanmıştı. Ama bu saldırının ayrıntılarını, Mısır’da yaşanan saldırının ayrıntıları ile karşılaştırıldığında birçok soru işareti ortaya çıkıyor.

İran’da saldırının ardından, devlet bir günden fazla bir süre saldırgaların kimliklerini tespit edemedi. Çünkü hem içeride hem de dışarıda birçok düşmanı bulunuyordu. Dolayısıyla kim tarafından hedef alındığını bilemiyordu. Ardından olaydan siyasi olarak istifade etmeye karar verdi. Hemen dünyanın en büyük gücü ABD’yi olayın arkasında olmakla suçladı. Böylece Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de güçlü olduklarını iddia eden, Tel Aviv’i tehdit eden İran ordusu ve Devrim Muhafızları tarafından üst düzey güvenlik önlemleriyle korunması beklenen bir törende, aşılması kolay gevşek bir duvar gibi görünmemiş olacaktı.

Saldırı anını gösteren ve basına sızdırılan videoda, kurşun sesleri duyulur duyulmaz şeref tribününde bulunan herkesin kaçıştığı görülüyor. Yani Ruhani törene katılmış olsaydı, etrafındaki herkes kaçıp onu kaderi ile baş başa bırakacaktı.

Bu saldırı, tavus kuşu gibi göğüslerini kabarta kabarta ortalıkta dolaşan Devrim Muhafızları’nın aslında ne kadar zayıf olduklarını ortaya çıkardı. Tek yapabildikleri tamamen savunma pozisyonuna çekilmek!

Bu olay, hem DEAŞ hem de Ahvaz’ın Kurtuluşu için Arap Mücadelesi Hareketi’nin sorumluluğu üstlenmesi bakımından ilginç ve sıradışı değildir. Bilakis asıl ilginç olan, bu saldırıyı düzenleyen saldırganların ya da gelecekte muhtemel başka saldırları düzenleyecek olanların, Ahvaz Araplarından, Kürt, Beluş, Iraklı ya da Lübnanlı olma olasılığıdır. Zira İran, bir gözü açık uyumasını gerektirecek kadar, birçok ulus ve etnik grubun düşmanlığını kazandı. Bu derece önemli bir askeri törende görülen güvenlik açığı, şüphesiz askeri kurumun içinde bulunduğu zayıflığın belirtisidir. ABD de ekonomik baskı araçlarının ordunun içinde bulunduğu bu zayıflığı arttıracağına inanıyor.

Tek söyleyebileceğimiz, İran’ın, savaş çıkarmaları için Devrim Muhafızları’nı başka ülkelere göndermek yerine, bizzat dini lider tarafından yönetilen bu kurumun, içeride dayanıklı ve sağlam olduğundan emin olması gerektiğidir.

İran hükümeti kolay yolu seçip, Washington’ı saldırganları eğitmek ve silahlandırmakla suçlayabilir. Çünkü o zaman bu durum, iki devlet arasında hali hazırda var olan savaşın bir parçası olarak görülecekti. Ancak ABD, bu konuda İranlılardan daha hızlı ve net davranarak, İran’da ekonomik kriz nedeniyle bir iç güvenlik açığı yaşandığı tahmininde bulundu. Dolayısıyla, eğer gerçekten birinin suçlanması gerekiyorsa, o da aralarında Ahvazlıların da bulunduğu azınlıklara karşı baskı uygulayan ve onları marjinelleştiren, askeri unsurlara karşı olduğu için bu tür saldırıları meşru görmelerini sağlayacak kadar onları provoke eden Velayeti Fakih hükümetidir.