Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Bu, İktidar Savaşı; İslam Değil! | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Kimse bir Müslüman’ı dinden çıkaramaz. Recep Tayyip Erdoğan bugün bize siyasi muhalifi Fethullah Gülen’in Müslüman olmadığını söylese de aklı olan biri onu onaylamaz. O, muhalif bir Müslüman. Aynı şekilde şimdi on binlercesinin Türkiye hapishanelerinde olduğu takipçileri de muhalif Müslümanlar. Osmanlı hilafeti sona erdiğinden bu yana -bazıları gizli veya açık onun dirildiğini dillendiriyor- kutsal bir görevdir bu. Mısır Kralı Melik Faruk da ‘Müslümanlar’ın Halifesi’ olmaya heves ediyordu ancak bu gerçekleşmedi. Aynı şekilde Mısır’da ‘İhvan-ı Müslimin’ de ‘hilafeti’ gerçekleştirmeyi istiyordu. Tarih ve sosyal-siyasi gerçeklik buna müsaade etmedi. İktidara sahip olma arzularına ‘İslam’ı alet etme fikri yeni değil. Bu çabalar sadece Müslümanlar’ın ve bölgenin tarihine de has değil. Gel gör ki dünya geri dönüşü olmayan bir şekilde değişime uğradı.

Katar (Suudi Arabistan Krallığı, BAE, Bahreyn ve Mısır) krizi, bunu gözler önüne seren bir krizdi. Biz topluca ‘uyanış’ denen şeye rastladık. Aynı şekilde Mısır’da ve diğer Arap ülkelerinde kısa bir süre ‘İhvan’ etkisine maruz kaldığımız gibi. Aslında biz bu nesilde bir tarafta Abdülnasır diğer tarafta ‘İhvan’ın olduğu kanlı bir boğuşmaya şahit olduk. Hepsinin adı ‘iktidar savaşı’. Hâlihazırda yaşanan kriz bunun bir parçası. Tamamen buna hizmet ettiğini iddia etmiyorum. İçimizden bir topluluğun taşımaya soyunduğu bu vehim, demokratik olmayan demir yönetimler yoluyla, hatta mürşide ‘sorgusuz sualsiz mutlak itaat’ isteyen bir güdü ile hilafeti gerçekleştirmek. Bu tarihe, sosyal gerçekliğe ve dahi insanlığın macerasına aykırı. Her toplumun istediğini düşünme hakkı var ama, hiçbirinin ‘İslam’ın vekili sıfatı ile bunu başkalarına dayatma hakkı yok. Aynı şekilde bu vehmini İslam dinine dayandırma hakkı da. Bu selim aklın şiddetle reddedeceği bir şeydir ve toplumları beyhude bir savaşa sürüklemekten başka bir amaca hizmet etmez. Arap toplumları da uzun süren ve yıpratan; enerjiyi içe akıtıp, zayıf düşüren bu boğuşmalardan geri kalmaz. Müslüman isen ve senin siyasi çizgine uymuyor diye başkalarını dinden çıkarıyorsan, bu yaptığın en basit ifade ile hatadır ve toplumları yıkıma götürür. Vatan saflarının bozulmasına ve vatanın tehlikelere sürüklenmesine sebep olur. Siyasette istediğin kadar muhalif ol, ama o akideyi kimseye giydirme.

Bu gibi tezlere, insanlığın uçak, hızlı tren, internet ve akıllı telefonları bilmediği; dünyanın doğusundan batısına olan biteni bir saniye içinde öğrenemediği ve icatlardan, bilimsel zaferlerden ve kalkınma başarılarından habersiz olduğu geçmiş devirlerde de rastlamak mümkün. Asrımız, bazıları inansa da, vehimlerle hareket etmeye meydan vermez. ‘İhvan’ hareketinde rastladığımız isimlendirme bugün üçüncü felaket olabilir. Daha önce de çok sayıda musibetle karşılaşılmıştı. İlki Abdülnasır ile ‘İhvan’ arasında yaşanan meşhur hikaye. O, başlarda harekete düşman değildi. Fakat hareket, Mısır’daki 52 subayın yardımını aldıktan sonra kendisini ‘devrimsel’ hareket olarak niteleyince iş değişti. Bu tarihi olarak ispat edilmiş bir olay. Hatta daha 52 hareketinden önce geleneksel Mısırlı partilerin yerini aldığında, hareket farklı şekilde konumlandırılmıştı. Bu, birçok kaynakla teyit edilmiş bir hadise, elimizde doğrudan bir şahit de mevcut: Merhum Süleyman Hafız. O, birkaç kez basılmış ‘Devrime Dair Hatıralarım’ adlı kitabında, Kral Faruk’a imzalatmak üzere darbe vesikası taşıyan adamın ta kendisi olduğuna değiniyor. Kısa bir süre içişleri bakanı olarak görev yapan ve ‘partiler meselesi çözümü’ kanununu uygulayan ve onların durumunu düzenleyen vekildi. (İhvan’ın da dâhil olduğu) tüm partiler bu yeni kanuna itaat etmeyi kabul ettiler. Süleyman Hafız, kendisine İhvan liderinin eşlik ettiği Abdülnasır’ın ertesi gün içişleri bakanlığına geldiğinden ve sonunda ona cemaatin siyasi değil, davet cemaati olduğunun belirtildiğinden bahseder. Ardından bu cemaat partiler meselesi çözümü kanunu kapsamından çıktı! Bunun anlamı Abdülnasır cemaate düşman değildi. Onu, bu acı döğüşün içine sokan, cemaatin asra aykırı siyasi arzuları idi. İşte ilk felaket bu. Garip olan ikinci felaketin de aşağı yukarı bu ayrıntılar ile sahnelenmiş olması. Hareketin güçlü devrim istekleri 2011 yılındaki Mısır devrimine katılmasında da iş gördü. Fakat yine olmadı. Yine öldürücü hatalar işledi ve ikinci bir felakete sebep oldu. Belki en büyük hatalarından biri Ezher’de Mahmud Ahmedinejad’ı karşılaması ve Ezher kürsüsünde zafer parmağını kaldırarak fotoğrafçılara bol bol poz vermesi oldu. Uluslararası İhvan hazinesinin müdürü olarak kabul edilen ve W. Bush’un ABD terörist listesine yazdığı Yusuf Nida, ‘Asrın Şahidi’ adlı kitabında onların yani İhvan’ın devrimden sonra İran’a buğday, inşaat malzemesi ve silah yardımında bulunduğunu yazar! Bu adamın tanıklığı bize İhvan’ın Tahran’daki ABD elçiliği tutuklularının serbest bırakılması için aracılık ettiğini de haber verir. Şartları ise, onların liderleri ile kişisel görüşmesinde onlardan doğrudan Jimmy Carter’ı istemeleri idi. Tarihi ve siyasi bağlamdan kopukluk, ‘Rabia olayları’ ile sonuçlanan üçüncü bir felaketin daha gerçekleşmesine sebep oldu. Ardından Körfez’de bazılarının onlara destek olduğunu anlatma çabasını sergilediği dördüncü felaket geldi. Aslında onlar böyle, ‘küçük oluşumlar’ın varlığına inanmazlar. Onlara göre tümünün doğru zamanda aradan çekilmesi gerekir. İhvan tehlikesinin haddi aşmasında
‘Bizim İhvanımız sizin İhvanınız gibi değil’e dayalı iyi niyet, nezaket, belki nispet ve siyasi görevlendirmeler devreye girdi. Bazı komutanları resmi makamlarda ağırlandı ve kendilerine ödül ve nişanlar takdim edildi ve birçoğuna Körfez devletlerinde eğitim imkânı verildi. Ve Halk İslamı, ‘hareketli’ İslam’a karıştı ve bu hareket kârlı finansmanlarla birlikte ‘zanlarla’ hareket eden birçok hareket doğurdu.

Kuveyt tecrübesi, vatanı çevreleyen bu tür etkili krizlerin cemaate bağlılığı körüklediğini, tüm aykırılığı ile bize gösteriyor. Saddam Hüseyin tarafından Kuveyt’e yönelik ihtilal ile birlikte uluslararası oluşum ilk önce arabulucu olarak aldattı. Ardından ihtilale destek verdi. Bu oluşumun bakış açısına göre ihtilal hilafetin gerçekleşmesi için atılan ilk adım!

Siyaset ve dinin karıştırılması son yıllarda Körfez ve Arap dünyasında tam bir meslek haline dönüştü. Sosyal iletişim mecralarında bile ondan kâr devşirmeye başlandı. Birçokları onu ucuz fiyatlarla pazarlıyor! ‘Davet Şeyhleri’nin yıldızı daha genç yaşlardan parlıyor; kendilerine ait programları ve kurumları bile var. O kadar ki, kişinin dış görünüşü ‘takva’ya yorulur oldu.

Erdoğan ve Fethullah Gülen ikilisine dönecek olursak, Kenan Evren darbesinden sonra Türk askeri cuntasının desteğiyle palazlanan Gülen hareketi, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmesine yardım etmişti. (Muhammed Zahid Gül’ün Gülen Cemaati’nin Gizli Oluşumu kitabına bkz.). Bu bir sır değil. Patlak veren zıtlaşmaya gelince bu ‘halife’ olmaya çalışan herhangi bir insana karşı bir itiraz. Bu yol, Yeni Türkiye tecrübesini çıkmaz sokağa sürükleyecek.

Özetle söylemek gerekirse, cemaatlerin siyasi İslam olarak bilinen çabaları iktidar hevesinden başka bir şey değil. Hedeflerine ulaşmak için başka kuvvetleri hatta başka devletleri kullanıyorlar. Bu devletler zayıflık gösterseler de bu cemaatlerin iktidara çökme arzularından, çok da uzak değiller. Bu noktada Merhum Emir Nayif b. Abdülaziz’in açıklamasına işaret etmemiz yerinde olur. O, 2002 kasım ayında yaptığı resmi açıklamada, “Onlara ihsanla uzatılmış eli ısırdılar” demişti. Müttefike yönelik devrimin bir zamanı vardır. Onu ne ihsan öne alabilir ne de ittifak erteleyebilir. Bunun iktidar arzusundan başka bir şey olduğuna inanan kişinin bir durup düşünmesi gerekir.

Tüm bunlardan sonra üç önemli noktayı konuşmak gerekir. Evvela Körfez krizinin başka yerde değil, Körfez evindeki yürekli adamlar eliyle çözülmesi gerekir. Zira bunun haricindeki herhangi bir senaryo ‘çılgın bir boğayı porselen dükkânına sokmak’tan farksızdır ve daha büyük bir kayıp verdirir. Çünkü Körfez’deki tüm bu gelişmeler, daimi bir hasara maruz bırakıyor. İkinci olarak babalarına benzemeyen, eğitimleri ve hayalleri farklı olan gençliğin enerjisini değerlendirmek adına modern ve sivil siyasi yollar bulmak için, ciddi bir çalışma gösterilmeli ve bu konuda acele edilmeli. Bunu en çok da başka seçenekleri kalmadığı için, din tacirlerinin ağına düşmesinler diye yapmalıyız. Üçüncü ve en önemlisi, asrın gereklerine uygun iyi programlanmış modern fıkhi oluşumlar gerçekleştirmeye çalışmak. Bu yüce dini hevanın kollarına belki fetva ve cehalet tacirlerine terk etmek felakete götüren en kestirme yoldur.

Son olarak, Körfez’in çocukları arasındaki bu dışlayıcı ‘ağız dalaşı’ beni şahsen üzüyor. Ben bu tür ağız dalaşını, üyeleri diktatörlüğe razı etmek için çalışan Baasçı Arap örgütlerinin bir icadı zannederdim!