Hükümet kurma karmaşasına bağlı Lübnan’daki mevcut kriz, sadece politik bir sorun değil. Kanımca, konu, hükümet kurmadan daha derin ve daha da tehlikeli. Mezheplere göre kota tayin etme konusundaki tartışmalar ve kimin hangi mezhebi temsil etme hakkına sahip olduğu tartışmaları, ulusal bir sorunun varlığına işaret ediyor.
Bugün herhangi tarafsız bir gözlemcinin gözünde Lübnan, her biri hükümet içinde payını almak isteyen gettoların ya da mezhep kantonlarından oluşan bir ülkenin imajıdır; Bu imaj, ekonomik ve sosyal baskılar altındaki topluma hizmet eden vatan liderlerinin çizdiği milli bir vatan imajından uzaktır. Ekonomik duruma gelince, birçok uzman, Lübnan’ın ülkedeki mali yükümlülüklerini ileride yerine getirememe ve yurtdışına olan borçları ödeyememeye ilişkin uyarılarda bulunuyor ve borçlanma rakamının, bu yılın sonunda korkunç bir meblağ olan yüz milyar dolara yaklaştığını söylüyor.
Lübnan’ın imajı her zaman bu çirkin halde değildi. Hatırladığım kadarıyla, tarihte bu ülkenin mezhep sisteminin sırlarının bu denli açık biçimde ortaya çıktığı nadir zamanlardan biri içindeyiz. Bugün yeterlilikler ve liyakat hakkında, deneyimli ve bilgi birikimli insanların yönetici olarak yer almayı hak etmeleri hakkında konuşan yok. Gazete ve televizyonlarda adaylardan hangisi bakanlığa layık olduğu ile ilgili tartışma yok.
Konuşulan tek konu mezheplerin sayısı, hacmi ve kotaları: Sünniler için kota ne olmalı, Maruniler için, Dürziler için ve Şiiler için…
Lübnan kompozisyonu içindeki mezhepler tek tek ele alınıyor. En sonunda size: ‘İşte Lübnan bu, ve bunlar da Lübnan’ı teşkil ediyor. Bu parlamentoyu da Lübnanlılar oluşturdu. Seçilen bu parlamentodan da müzakere konusu edilen bakanlıklar ortaya çıkacak’ denilir.
Hayır, beyler Lübnan bu değil!
Lübnanlıların tümü böyle değil. Lübnanlıların sadece %49’u bu Meclisin vekillerini seçti. Kalanlar ise, yani çoğunluk, ya oy verilmeye layık adaylar bulamadığından dolayı seçim merkezlerine gitmekten imtina ettiler, ya da siyasi sürecin herhangi bir değişikliği meydana getirme yeteneğinden yoksun olduğunu düşünerek umutsuzluğa kapıldılar. Dolayısıyla, mevcut parlamentonun tüm tabanı doğru şekilde yansıttığını iddia etmek doğru değildir. Durum buyken, parlamentoda “güçlü Hristiyan” veya “güçlü Sünni” veya “güçlü Dürzi” temsilcinin bulunduğunu söylemek, oy verenlerin halkın yarısından az olduğunu göz önüne alarak, bunun ne anlama geldiği hakkında soru sormak gerekiyor. Burada “güçlü Şii” temsilci konusunda bir istisna yapmak istiyorum, zira; bu alanlarda seçilmiş oy ve adayların dayandığı gücün gerçek kaynağını biliyoruz. Çünkü tüm Şii çoğunluklu bölgelerde gerçek anlamda silahın kendini dayattığını ve bu bölgelerde oy almanın herhangi bir silah “güçlü Şii” olduğu, dolayısıyla bu adayların oy almamaları mevzu bahis dahi olmadı.
Tüm bu söylediklerimiz Lübnanlılar hakkındaydı. Lübnan hakkında konuşmak istersek, hükümetinin oluşturulmasında mezhepsel dengenin her zaman önemli bir faktör olduğu bir gerçek. Ama bazı bakanlıkların bazı mezheplere tahsis edildiğini, Bakanlar kurulunun mezhepleri temsil edecek şekilde ve parlamentodaki dağılımı yansıtacak şekilde dağılacağını hiç duymamıştık. Ne Taif anlaşması bunu onayladı ne de teamül. Tam tersine, Taif anlaşmasında Lübnanlılar mezhepçiliğin azaltılması üzerinde anlaşmıştı, bu husus sonradan anayasada yazılı olarak yer bulmuş ve mezheplere dayalı dağılımın kaldırılması için adımların atılması için çağrı yapılmıştır. Yasa koyucular hükümetle ilgili bir pozisyon için kişileri seçerken liyakat ve yeterliliği seçmişlerdi.
Lübnan’da, Mişel Avn’ın devlet başkanlığı koltuğuna getirilmesi amacıyla Hristiyanları temsil edecek güçlü bir liderin ortaya çıkması ve seçilmesi taleplerinin ortaya atılması Lübnan’ı kantonlar ve gettolar ülkesine çevirme yolunda geri dönüş veya geriye gitmenin bir tezahürüdür. Bu slogan, Lübnan’da herhangi bir günde bir cumhurbaşkanının seçiminin bir ölçütü değildi. Lübnan’ın bağımsızlıktan sonraki ilk cumhurbaşkanı Bişara el-Huri, Fransız mandasının hayatta kalmasını savunan zamanın Hıristiyan eğilimleri ve duygularına karşıydı. Fuat Şihab’a gelince; “Hristiyan kanı anemisi” olması onun Cumhurbaşkanlığına uygunluğunun sorgulanmasını gerektirmedi. Hristiyan Fuad Şihab’ın “Müslümanların adayı” olarak anılması, devleti kurumsallaştıran devlet adamı olması ve şaibelere karışmaması hakkında unutulmaması gereken hususlardandır.
‘Güçlü Hristiyan’ söylemi ortaya çıkmadan önce ‘güçlü Şii’ kendine ciddi rekabet yapabilecek Şii rakipleri Şii sahadan çıkarmış ve ‘Emel Hareketinin’ lideri ve Meclis Başkanı Nebih Berri ile ikili ittifak kurarak, aralarındaki rekabetin her iki tarafa zararla döneceğini anladıktan sonra, ganimetleri istediği gibi bölüşmüştür.
Görünen o ki, ‘Güçlü Şii’ sloganı diğer mezheplere de bulaşmış. Dediğimiz gibi, ‘Güçlü Şii’, gücünü gerçek silaha, ‘direniş ve istiklal’ sloganlarına dayarken, ‘Güçlü Hristiyan’ da sloganını gerçekleştirmek için farklı bir operasyona ihtiyaç duydu. Bu operasyonlarda, Hristiyanlar, Mişel Avn’ın seçilmesini zorlamak için parlamentoyu iki yıldan fazla süreyle bloke etti. ‘Milli Özgür Akım’, mezhepsel gerilimi arttırarak skandal bir karara imza attı ve kendi mezhebinden adayları destekleyeceğine ‘Hizbullah’ı’ destekleyeceğini ilan etti. ‘Milli Özgür Akım’ gerilimi tırmandırarak ‘Hizbullah’ın’ desteklediği seçim kanunu projesini destekleyeceğini açıkladı. Bu seçim projesine göre, Şii veya Sünni bir vatandaş Maruni Hristiyan bir adayı seçemezdi, tersi de olamazdı. Fakat, yasanın mezhebi kokusu ortaya çıkınca rafa kaldırılmaya mecbur kalındı. Seçmenin dar seçim bölgesi içinde istediği adayı seçmesine olanak veren ve son seçimlerde yürürlükte olan hibrit yasa kullanıldı.
Bu Lübnan, bizim hatırladığımız O güzel Lübnan değil. Çoğu Lübnanlıların istediği Lübnan bu değil. Ancak liderleri, kendi çıkarlarını korumak için ülkenin birliği ve vatandaşlarının uyumu üzerindeki etkilerine aldırmaksızın kimlik siyasetine, mezhepçi söylem ve teşviklere başvurmaktalar. Lübnan’ın birliği ortadan kalkarsa, bildiğimiz ve sevdiğimiz Lübnan rüzgardaki yaprak gibi savrulur gider.