Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İnsana dair yaz okumaları | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

ABD’de Barack Obama yönetiminin son döneminde bir çok yayın organına mülakat verdi. Obama bu görüşmelerde genel olarak, yönetimi döneminde alınan kararları savunuyordu. ‘Newsweek’in eski genel yayın yönetmeni ve televizyon kanalı CNN’de yayımlanan GPS programının sunucusu, başkana ‘bugünlerde ne okuyorsunuz’ diye sormuştu. Obama’nın bu soruya verdiği cevap nisbeten uzundu. Zira uzun bir liste sundu ve her kitabı kısa cümlelerle özetledi. İsrailli yazar Yuval Noah Harari’ye ait sunduğu bir kitap ile de övgü aldı. Bu kitap, insanlık tarihinin özeti olarak Kudüs İbrani Üniversitesi’nde ‘İnsan Türü’ ya da ‘Sapiens’ adıyla okutuluyor. Obama’nın sunduğu haliyle listedeki kitapları satın aldım ve sanırım benden başka birçok kişi de aynı şeyi yaptı. Çünkü çoğu satışta olan bu kitapları hemen buldum. ‘Tanrılaşan İnsan’ ya da ‘Homo Deus’ adıyla iki kitap yayınlandı.

Bu iki kitap nihayetinde tek bir kitap. İlki, 13.5 milyar yıl öncesinde atomlar ve moleküllerin ilk oluştuğu andan 4.5 milyar yıl önce yıldızların oluşması ve 3.8 milyar yıl önce organik hücrelerin ortaya çıkması ya da biyolojinin başlamasına kadar olan süreç olmak üzere insanın geride bıraktığı tarihe ışık tutuyor. Aslında ondan sonra zamanda büyük patlamaya (big bang) kadar insanın varlığından bahsedemiyoruz. Zira insanlığın ilk atası ve ilk anası 6 milyon yıl önce tarih sahnesinde boy gösteriyor. İnsanın kendisinin ise gezegende ve Afrika’da sadece iki milyon yıllık bir macerası var. Esasında bugünün insanına benzeyen tür, 300 bin yıl önce insani bir yaratık keşfedildiğinde ortaya çıktı.

Kitap şüphesiz çok etkileyici. Bilhassa insanın konuştuğu ve başkalarıyla iletişime geçtiği ‘konuşan’ çağın sadece 70 bin yıl önce başladığını, insanın 5 kıtaya yerleştiğini, tarımın yalnızca 12 bin sene önce keşfedildiğini ve şimdi tarihini konuştuğumuz haliyle devletler ve krallıkların sadece 5 bin senelik bir tarihi olduğunu bize gösterirken. Belki de çağdaş insana, “dilimsel devrim” olarak bilinen ve buhar makinesinin keşfiyle başlayıp sanayi devrimine götüren o büyük devrimde cehaletini keşfettiği ve bilgisayar devrimiyle yalnızca bir insandan türsel değişimle süper insana dönüştüğü son 500 yıllık zaman diliminde rastlayabiliriz. Ve bu noktada insanlık, tarihi yolculuğunda belirtilerini ve başlangıcını ikinci kitapta göreceğimiz yeni aşamalarının eşiğine ulaşıyor.

Bu iki kitabın mensup olduğu düşünce ekolü şüphe yok ki seküler ve Darwinci felsefe ile dini bakış açısını ayırıyor. İlkinde gelişim, daha güçlü olanın “hayatta kalması” yani içinde yaşadığımız dünyaya ayak uydurma yasasına göre işliyor. İnsanlık tarihi bu açıdan sanki uzun sürecek bir yolculukta sürekli yenilenmenin istendiği ve dayanıklılığı ve gücü az olup gerçek hayata ayak uyduramayanın yok olduğu bir süreç. İlahi yaratılışa dayanan ikincisi göz ardı edilemez ancak ilk başlangıçtan insani ve kozmik oluşumun bir tasarımcı ve yaratıcı olmaksızın gerçekleşmesinin mümkün olmadığı esasına dayanan ve kavramsal devrim olarak adlandırılan zamana değin binlerce yıl geçmesine rağmen insanlık için hala gölgeli kalan iman dairesinde içinde kalıyor. İkinci kitapta, her ne kadar ruhun mahiyetini bulamadığından ve bulamayacak oluşundan ötürü ruhu insani karışımdan uzaklaştırmaya karar verse bile bilimsel arayışların ilk hücrelerden evrenin oluşumuna kadar eşyanın ‘ilk muharrikini’ araştırmada hayrette kaldığını fark ettiğinde yazarın kendisi bu mesele ile yüzleşecek. Bununla birlikte bu iki kitap iki açıdan faydasını koruyor. İlki, insanın cahil olduğunu kabul edişine dayanan bilimsel devrim, teknolojik ve bilimsel devrimleri yaratan büyük arayışları harekete geçirmeye devam ediyor. İkincisi, ikinci kitabın yoğunlaştığı nokta, tüm insanlık tarihinin şu üç büyük gerçekle yüzleşmeye dayanıyor olması: kıtlık, ölüm ve savaş. Bu gerçekler şimdi de tam olarak ortadan kalkmadı, ancak yok olmaya yüz tuttu. Afrika’da hala süren açlık krizine rağmen Hindistan’da, Çin’de ve Asya’nın diğer bölgelerinde periyodik olarak baş gösteren kıtlık artık ortadan kalktı. Afrika’daki bu durum da geçici bir hal. Hâlihazırda dünyanın her tarafından birçok uluslararası kuruluş, aniden ortaya çıktığında açlığa karşı koyabilmek için seri bir şekilde yol alıyor. Hatta şu an dünyada açlık sebebi ile ölenlerin sayısı obezite ve hazımsızlıktan ölenlerin sayısından daha az. Tahminlere göre önümüzdeki on yıl boyunca insanlık için yemek problemi yaşanmayacak. Ancak diyet ve yemeğin insan bedeninde bıraktıklarının sorun teşkil edeceği öngörülüyor.

Kitabın veba ve bulaşıcı hastalıklar olarak isimlendirdiği şeyler de insan için yedek parça üreten kök hücre ve doku bilimlerindeki devasa gelişimlerden sonra yok olmaya yüz tuttu. Buna ek olarak kanserli hücrelerle karşılaşıp onları sağlıklı hücrelerden ayırt eden akıllı ilaçlar da kanser ve AIDS gibi hastalıklar için tedavi imkanı sunuyor. İnsanlık tarihinde artık bulaşıcı hastalıklara yer yok. Batı Afrika’da Ebola salgını ortaya çıktığında dünya onunla mücadele etmeye ve yayılmasını engellemeye hazırdı. Şu an uluslararası rakamlara göre insan ömrü ortalama 70 yıl olarak öngörülüyor. Gelişmiş ülkelerde bu sınır 80’i aşıyor. 100’ü geçenlerin sayısı, tarihin rekorunu kırıyor. Bunun için kitap, güncel istatistikleri göz ardı edemez. Buna göre içinde bulunduğumuz yüzyılı yarılamamızla birlikte önümüzdeki 500 yılda yaşam süresi 150’ye ulaşacak.

Savaşlar da aynı şekilde yoklukla yüzleşiyor ve insanlığın çatışmalarını, çözüme kavuşturma vesilesi olmaktan çıkıyor. Hâlihazırda Ortadoğu’da şahit olduğumuz savaşlara rağmen kurbanların sayısı geçmişte dünya çapında ve bölgesel savaşlarda ulaştığı seviyeden daha aşağıda. Aslına bakılırsa iç savaşlara bulaşan devletler sınırlı sayıda. Savaşlara dahil olan büyük devletler de karşılıklı silahlı çatışmalardan uzak duruyorlar. Kitlesel imha silahları teknolojisindeki büyük gelişmelerden sonra belki de savaş artık mümkün değildir. Her ne kadar Ukrayna, Rakka ve Güney Çin Denizi sınırlarında ordular karşılaşsa da kimse artık Rusya ve Amerika veya İngiltere ve Almanya ya da Hindistan ve Çin arasında bir savaş çıkacağını düşünmüyor. Bu iki kitapta olanlar hiçbir şekilde okuru çekmediyse önümüzdeki hafta tekrar Ortadoğu’ya döneriz.