Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İnsanın özü… Ölüme tapanlar ve yaşamı sevenler | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

ABD, 18 Kasım 1978’de benzeri görülmemiş bir trajediyle sarsıldı: 912 erkek, kadın ve çocuk birkaç dakika içinde topluca intihar etti.

Guyana’daki bir çiftlikte yüzlerce Amerikalı Jim Jones önderliğinde toplandı. Jones, karakterindeki çalkantılı halin yanı sıra gelişim ve davranış bozukluğuna sahipti. 1956’da “Halkın Tapınağı” dediği şeyi kurdu. Hıristiyanlık ve komünizm arasında gidip geldi. Özgürlüğe ve insanın dinler dâhil olmak üzere her şeyden kurtulması gerektiği çağrısı yaptı. Irk ayrımcılığına karşı sloganlar attı ve insanlar arasında eşitliği savundu. Fikirlerini yoksullar, hayal kırıklığına uğramış siyahlar ve beyazlar arasında yaymaya başladı. En başından beri kendisini fikirlerinin odağı haline getirdi ve bu fikirleri herkesi etkileyebilecek bir inanca dönüştürdü. Kendisine tamamen sadık kalabilmeleri için, müritlerinin arasında, gizemli argümanlarla yoğun bir şekilde çalıştı. O söyledi, hemen tasdik ettiler. O emretti, hemen itaat ettiler. Sürü, ruhunda şaşırtıcı bir tiranlık taşıyan Jones’un peşinde hareket ediyordu. Jones, kendisine tâbi olan herkesin düşünme ve tartışma gücünü ortadan kaldırmayı başardı. İlk başta kendisinin Mesih olduğunu iddia etti, bazen de ikinci Lenin olduğu söyledi. Ve en sonunda takipçilerine “Tanrı” olduğunu ilan etti.

Onları Guyana’ya taşıdı ve orada kendi adıyla anılan bir köy inşa etti. Köyün ortasına da “Halkın Tapınağı” dediği şeyi yaptırdı. Köyde yaşlılar, düşkünler ve çocuklar toplandı. Jones, gece gündüz hoparlörlerden onlara konuşma yapardı. Herkes onu sessizce onu dinlerdi. Herkesin hayatı mutsuzluk, hastalık, açlık ve korku dolu bir bataklıktı. Korkunun her türlüsünü yaşıyorlardı. Zira bu korkunç şahsiyet, kuruntular üzerinden kendilerini meçhule sürüklüyordu. Onun kim olduğunu da tam olarak bilmiyorlardı. Köyün korkunç halinin haberi ABD’nin her yanına yayılmıştı. Senatör Leo Ryan, seçim bölgesinden kurtarabildiklerini kurtarmak için Guyana’ya giderek Jones’un köyüne girdi. Ancak kendisiyle ayrılmaya karar veren arkadaşlarıyla birlikte köyü terk etmeye çalıştıkları esnada, uçak kalkmadan önce öldürüldüler. Jones, kalabalığa seslendi ve ABD askerlerinin bulundukları yere geleceğini ve herkesi öldüreceğini söyledi. Onlara zehirli siyanür ile doldurulmuş bidonlar verdi ve içmelerini emretti. Ve bu en büyük kitlesel intihar eylemiydi. Olay, ardında yüzlerce soru işareti bıraktı. Psikologlar, din adamları ve politikacılar cevaplamaya çalıştı. Genel soru şu şekildedir: Bozuk karakterli bir kişi, yüzlerce insanı uyuşturulmuş bir sürü haline getirip arkasına takarak, kendilerini gönüllü olarak öldürebilecek bir noktaya getirmeyi nasıl başarmıştı?

Sorular ve yürütülen çalışmalar afet kadar büyüktü. Bilim adamları, insan ruhunun derinliklerine dalan bazı antik ve modern araştırmalara geri döndüler ve insanın özünü, gücünü ve zayıflığını ortaya koymak için analizler yaptılar. Ölüm ve yaşam denklemi…

Frankfurt okulunun simge isimlerinden Alman filozof Erich Fromm, felsefe ve psikoloji alanlarında birçok araştırma ve tez sunmuştur. İnsan ruhunun jeolojisine daldı, bireylerin ve grupların eylemlerini takip ederek tarihi süreç üzerine derinleşti. İnsanın iç dünyasına ışık tutan, önemli bir araştırma olan “İnsanın özü” adlı kitabı, şiddetin tüm renklerini ve bunun panzehiri olan sevgi, hayat ve yaşama aşkını ele aldı. İnsan, neden başkalarını öldürmek için kendini öldürme noktasına gelir, cinayet ve şiddet aracına dönüşür? Veya ölüm tarihin kişisel veya kolektif sahnelerinde tarihte sürekli tekrarlandığı gibi, intihar etmek kendisine karşı uygulanan zalimce bir zevke nasıl dönüşür?

Erich Fromm der ki; “biyofili” yaşam, “nekrofili” ise ölüm sevgisidir. Tarih, felsefe ve klinik araştırmalar yoluyla insan ruhunun psikolojik, kimyasal bileşenlerini araştırıyor. Yaşam sevgisi ve farklı davranış biçimleri olan toplulukların çok etnikli, çok kültürlü olarak beraberce yaşaması, insan varlığının ve gelişinin temelidir. Fromm, kitabında “Hayatın korunması ve ölümle mücadele eğilimi, tüm canlılarda ortak olan biyofilinin en temel biçimidir” diyor. Hayatı korumak için bir eğilim olduğu kadar aynı ölçüde de ölümle mücadeledir. Yaşam sevgisi, insanın oluşumundaki temel unsurdur. İnsanın tüm dünyada her gün zevkle inşa ettiği bir olgudur. Tıp, fizik ve kimyada bilimsel buluşları araştıran ve geliştiren işte bu düşüncedir. Sanat ve edebiyattaki yaratıcılar bundan dolayı vardır. İnsan hayatına üreme ve çoğalmanın gücünü veren erkek ve kadın arasındaki evliliktir. Bütün bunlar göstermektedir ki “yaşam sevgisi” insan ve davranışlarının temelini ve özünü oluşturmaktadır.

Nekrofili… Ölüm sevgisidir. Yok olmaya, şiddete ve yıkıma tapmadır. İnsanlığın psikolojik yapısında bir ur gibidir. Bazen etkisini bireysel düzeyde gösterir, bazen de topluluk halinde… Fakat birey, kişisel işlev bozukluğunun fitilini ateşleyendir. Sonrasında ise etkisi çevresine doğru sirayet etmeye başlar. Fromm, “Nekrofili yönelimine sahip olan kişi hayatta olmayan her şeye ilgi duyar. Ölüm, ceset, çürüme, dışkılar, pisliklere tutkundur” der. Nekrofili hastaları, hastalık, mezarlık ve ölüm hakkında konuşmayı severler.

Hitler, nekrofili tarzının açık bir örneğidir. İmha etmeye meftundu ve ona en tatlı gelen şey ölüm kokusuydu. Başarılı yıllarında sadece düşman gördüğü kişileri yok etmek istiyormuş gibi görünse de son  günlerinde en derin tatmininin tam bir imhaya tanık olmak olduğunu gösterdi: Alman halkının tamamını ve etrafındakileri yok etmek, sonrada kendini yok etmek… Birinci Dünya Savaşı’ndan bir rapor -doğrulanmamış olsa da- “Bir asker Hitler’i kokuşmuş bir cesede heyecanla bakarken ve yanından ayrılmayı istemeyen bir ruh halinde görmüştür” şeklinde bir anekdot nakleder.

İnsanlık tarihinin sayfaları bireysel ve kitlesel şiddet ve intihar olaylarıyla doludur. Ancak şu soru günümüzde de geçerli: Neden bir kişi, tanımadığı ve aralarında düşmanlık olamayan insanları öldürmek için intihar eder ve bu fenomen yaygın hale gelir?

Öğretmenler, öğretim üyeleri, öğrenciler ve mühendisler de dâhil olmak üzere yüzlerce kişi, Jim Jones gibi hasta bir figüre nasıl teslim olur ve onun yanında sürüler gibi dolaşır? Onları itiraz etmeden bir yerden başka bir yere taşır? Emirlerini en küçük bir itiraz olmadan nasıl yerine getirirler? Bu teslimiyet gönüllü olarak zehir içerek intihar etme noktasına nasıl varır? Daha da kötüsü kendi ağızlarına koymadan önce emzirdikleri çocuklarının ağzına bu zehirli maddeyi nasıl götürürler?

Düşünün ki genç bir öğrenci otomatik tüfek satın alıyor ve mümkün olan en yüksek sayıda arkadaşını öldürmek için okuluna gidiyor. Bu şahısların çılgınlık ya da zihinsel rahatsızlıklar yaşadığını söyleyen kişiler var. Deliliklerini dans, şarkı veya koşu ile ifade eden deliler de var.

Nekrofili ya da ölüme tapma, insanın psikolojik oluşumunun topraklarında, değişen rüzgârlardan ve dünyanın çeşitli atılımlarından yoksun bırakılan hastalıklı bir ur gibi görünüyor. Ve bu, her ne kadar kendi ölümlerine neden olsa da fert ve kitleleri öldürmekten zevk alır hale getiriyor.