Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Irak’ta Şia-Suudi yakınlaşması | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

İslam dünyasının kıblesi ve Hacc merkezi Suudi Arabistan ile etnik çeşitliliği olan Irak arasında 2003’den sonra meydana gelmesi beklenen tek şeyin, her iki tarafı hareketli kılan bir irtibat köprüsünün kurulması olduğunu söylemek abartılı olmaz.

Riyad, Amerikan işgalini ve Washington’un Saddam Hüseyin’in yıkılmasından sonra Irak’ı yanlış yönetmesini protesto etmesinden dolayı elini bu meseleden tamamen çekmişti.

Bunun bir diğer nedeni de ABD’nin, Irak’ın büyük çapta tahribine neden olan, bölgenin geri kalanı için de tehdit oluşturan İran ve Suriye rejimi hakkında Riyad’ın uyarılarını dikkate almamasıdır. Zira Riyad, Irak’ı çevreleyen bu tehdidin farkındaydı.

Gördüğümüz gibi zamanla Suudi görüşünün doğruluğu ve ABD’nin hatası kanıtlandı. Irak için sürekli pusuda bekleyen İran, çok sayıda intikam planı, psikolojik birikim ve sayısız emeller taşıyor.

İran bütün ekipmanları ve ağırlığıyla Irak’a izinsiz girdi, ekonomik ve siyasi gücünü en sonuna kadar kullanarak mezhepçilik fitilini ateşledi ve hem Şii hem de Sünnileri birlikte içerisinde barındıran Irak içerisindeki mücadeleleri tetikledi. Saddam Hüseyin’in sağ eliyle gasp ettiği hakların İran tarafından sol eliyle iade edileceğini düşünen birçok Arap Şii bu kışkırtmalara aldandı. Bugün neler olduğuna bir bakın, İran’ı sadece siyasi açıdan avantajlı Şiiler veya pozisyonlarını ya da hayatlarını koruma altına almak zorunda hisseden kişiler onaylıyor.

İran, cumhurbaşkanlığı sarayının, parlamentonun ve kabinenin derinliğine ulaşana kadar Irak’ı işgal etti ve bugün bu konumlara en yakın olma şansını yakalayanlar sadece Tahran’a en yakın olanlardır.

Bu yıllarda – yaklaşık 15 yıl – Irak egemenliği marjinalize edildi, dolayısıyla Irak’lılara, başta El Kaide olmak üzere radikal Sünni hareketlerle çatışan İran olmaksızın Irak’ın her an düşebileceği fikri verildi. Ne ilginçtir ki bu örgütler Suriye sınırından arkadaşları Beşşar Esed’ın gözetimi ve Tahran’ın himayesi altında sızıyorlardı. Irak’ın, terör ve ölüm ülkesi olması, askeri, siyasi, kültürel ve sosyal açıdan da zayıf bir ülke olması istendi; böylece ülke, hasta vücutlara parazit gibi sızan İran’ın kontrolüne girmeye uygun bir hale gelmiş olsun. İran, politik ve sosyal yapısı sağlam olan ülkelerde bunu başaramamakla birlikte Afganistan, Irak, Lübnan, Suriye ve Gazze’de başarılı oldu ve Yemen’de de neredeyse başarı olacaktı.

2014 yazında, Musul’u birkaç saatte işgal eden DEAŞ’dan kurtulmak bile Amerikan müdahalesi olmasaydı İran Devrim Muhafızları milisleri ile mümkün olmayacaktı. Aynısı Suriye’de yaşandı, şayet Rusya’nın müdahalesi olmasaydı nüfuzunu artırmaya çalışan Beşşar Esed’le beraber direnişi bastırma hususunda aciz kalacaktı. Benzer şekilde, Suudi Arabistan İran’ın piyonlarını kısıtlamak ve meşruiyetini daraltmak için bir askeri ittifak oluşturup müdahaleye karar vermeden önce Yemen, İran’ın Husi milisleri aracılığıyla yutulacak kolay bir lokmaydı. İran askeri gücünü medya üzerinden iyi pazarlıyor ancak aslında Irak, Suriye ve Yemen’de başarısız oldu.

Irak’ta birçok şey çözüldü ve durum geçmişe nazaran oldukça değişti; mezhepsel mücadelenin keskinliği azaldı, parlamento ve halk yolsuzlukla mücadele çağrısında seslerini yükseltmeye başladı ki benim kanaatim, yolsuzluk, Irak’ın geleceğinin en büyük düşmanıdır. Bunu söylüyorum, çünkü Irak’ın büyük politik figürlerinden hesap sorabilecek güçlü üst bir mekanizma mevcut değil. Başbakan bile tereddütlü davranıyor ve çoğunlukla gücünü siyasi rakipleri karşısında kullanmıyor. Bu, Irak’ın uzun süre mücadele etmek zorunda kalabileceği bir tehlike olarak ön plana çıkıyor.

Suudi Arabistan Irak’la siyasi, ekonomik ve kültürel seviyelerde yakınlaşmak hususunda ısrarcı olmasına rağmen siyasi veya ideolojik müdahalede bulunma konusunda son derece mesafeli durmaktadır. Ona göre, Iraklılar, mensubiyetlerine bakılmaksızın eşittir. Bu nedenle, en belirgin ve en güçlü Şii sembollerden olan Mukteda es-Sadr davet edildi ve geçen yaz Veliaht Prens Muhammed bin Selman tarafından kabul edildi. İki ay sonra Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz, Haydar İbadi ve üst düzey bir heyeti Riyad’da kabul etti.

İki ülke arasındaki ilişkilerdeki yeni gelişmeleri takip etmek için bir Suudi-Irak Koordinasyon Konseyi kurulması kararlaştırıldı ve buna dair imzalar atıldı. Bugün Irak Gazeteciler Sendikasının daveti üzerine Suudi medyası editörlerden bir heyet Bağdat’ı ziyaret ediyor. İbadi ile güvenlik ve barış için birçok alanda işbirliği yapmanın ve birlikte yaşamanın önemini vurgulayan bir toplantı düzenlendi.

Bu yakınlaşma, 2003 yılından beri Irak arenasında tek başına hareket eden ve her seviyede görünür bir düşüş yaşayan İranlıları rahatsız ediyor. Suudi Arabistan, Irak konusunda İran’la rekabet etmiyor; ancak güvenlik ve servetinin yağmalanması konusunda ciddi imtihanlardan geçen komşu ve kardeş bir Arap ülkesiyle ilişkileri eski haline getirmeye çabalıyor. Riyad, mezhep çatışmalarının yüksek olduğu ve Sünni kesimin vatandaş olarak haklarının çiğnendiği zamanda bile, Sünnileri silahlandırmak için müdahalede bulunmadı. Zira bu şekildeki bir müdahalenin ateşin alevini söndürmediği gibi artıracağına inanmıştır.

Irak bugün tarihin derslerinden bir dersle karşı karşıyadır. Yaşadıklarından ders çıkarmalıdır. Irak’ın, İran’ın varlığından arındırılması ve egemenliğinin herhangi bir müdahaleye karşı korunması gerekiyor. Bu bilinç düzeyi birçok Iraklı da, özellikle de siyasi arenada kendilerini en güçlü oyuncu gören Şiiler arasında köklü bir ilke haline gelmemiş olabilir. Fakat üst düzey Iraklı Şii şahsiyetlerin ve figürlerin, kimliklerine ve yaşamlarına Farisi müdahale tehlikesinin farkında oldukları kesindir. Çünkü onlar biliyorlar ki bu kötü komşu kendilerini Suriye’ye transit geçiş haritasının bir parçası olarak kullanarak tehlikeli bir sürecin içerisine attı. Şunu da bilmek gerekir ki Bu Arap başkentini, Pers imparatorluğunun başkenti için hayal ederler.