Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İran, Atlantik’in iki yakasını ortadan yaracak bir kama olabilecek mi? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Siyasi ve ekonomik fırtınalar Atlantik kıyılarının üstünde dolaşıp duruyor. Ancak kendine has hız hesaplamaları ile hareket ediyor. Bir zamanlar politik hareketliliğin jeopolitik taşıyıcısı olan Avrupa, “Batı Avrupa” idi. ABD ile politik ve askeri ittifaklar kurdular. Bu ittifakları, kapitalist ekonomi ve demokratik yönetim modeli ile birleştirmeyi başardılar. Bu ilişkiler, 1950’lerin başından beri birçok sarsıntıya tanık oldu. Fakat ilişkilerin bünyesinde derinleşen ortak kökler güçlü kaldı. Ortak çıkarlara ve pragmatik zihniyete dayalı diyalogun dili, her iki tarafı sürekli olarak ortak bir anlayışa taşıdı, sonuç almaya dayalı zihin yapısının da öne çıkmasını sağladı.

Bugün ise bambaşka bir Amerika’nın yanı sıra bambaşka bir Avrupa ile karşı karşıyayız. Batı Avrupa, hem hükümet hem de parti olarak İkinci Dünya Savaşı sonrasının liderleri tarafından yönetilirdi. Komünist partilerin Sovyetler Birliği ile güçlü ilişkileri vardı. Fakat özellikle İtalyan ve Fransız komünist partileri bağımsız bir sese sahipti. Hatta birçok durumda Sovyet politikalarını eleştiriyorlardı.

ABD başkanlığı iki ana parti arasında dolaşıp durur: Cumhuriyetçiler ve Demokratlar. Her birinin kendine has yönelimleri ve politikaları vardır. Ancak seçim yarışına giren her başkan adayının kendi programı vardır. Önce kendi partisi içinde bir yarışa, sonra da ulusal çapta başkanlık yarışına girer. Roosevelt’ten Trump’a, ABD hem iç hem de dış dünyada sıra dışı tutumlar ortaya koyan başkanlara tanık oldu.

Asırlar boyunca “Batı” olarak adlandırılan Avrupa ile ABD arasındaki ilişkiler, görüş ayrılığı ve anlaşmazlıklara sahne oldu. Fakat Atlantik bloğu, çıkarların gücü ve diğer taraftan gelen kaygıların baskısı ile uyumlu kalabildi. Bugün, Soğuk Savaş fırtınalarından sonra Çin, Hindistan ve Japonya başta olmak üzere yeni ekonomik ve askeri güçler ortaya çıktı. Avrupa’da, özellikle de İtalya’da ve bazı Doğu Avrupa ülkelerinde ulusal bir popülizm dalgası var. Almanya, Hollanda ve hatta İsveç bir şekilde bundan nasibini aldı.

ABD Başkanı Donald Trump, siyasi liderliğe, Kongre’de ya da devlet yönetiminde herhangi bir görev almadan, doğrudan iş dünyasından yürüdü. Amerikan siyasetinde yeni ve sıra dışı bir fenomen haline geldi. Avrupalı müttefikleri karşısında sesini yükseltti, onlara NATO’nun bütçesine yaptıkları katkıları artırmaları için çağrıda bulundu. Aksi halde Amerika’nın da kendilerini savunmayacağını ifade etti. G7 ile karşı karşıya geldi ve birçok ülkeye ekonomik savaş başlattı.

İran’ın durumu, üzerinde durulmayı hak eden bir model haline geldi. Humeyni’nin devriminden sonra İran ile ABD arasında bir düşmanlık ateşi alevlendi. Humeyni iktidara gelir gelmez İranlı gençler Tahran’daki Amerikalı diplomatları rehin aldı. Peki niçin? Hamasi bir söylem ve slogan onları motive ediyordu: Amerika’ya Ölüm.

Bu olay, Ronald Reagan’ın Jimmy Carter’a karşı kazandığı zaferde önemli bir rol oynadı. İranlı liderler, ABD’nin önemli kararlarında etkin olduklarına inanmaya başladı. Amerika’daki her başkan arasında hem iç hem de dış seviyede bazen genişleyen bazen de daralan bir uçurum var. Her ikisi de Cumhuriyetçi kanattan olan baba George W. Bush ile oğul George W. Bush arasında yine her ikisi de Demokrat bloktan olan Bill Clinton ve Barack Obama arasında tutum ve davranışlar bakımından farklılıklar vardı. Ancak bütün bunlarla birlikte ABD ile eski ve yeni Avrupa arasındaki güçlü bağlar, ilişkilerin kopmasına engel olmuştu.

İran örneğine dönecek olursak… Jimmy Carter, Tahran’da rehin tutulan Amerikalı rehineleri kurtarmak için güç kullanmak istedi. Ancak operasyon başarısız oldu. Tahran ise bunu kendi zaferi olarak gördü ve bu harekât Carter’in yenilmesine, rakibi Reagan’ın kazanmasına katkı sağladı. Barack Obama, İran’ı dışlayıcı bir politika izlemedi, nükleer programı üzerinde bir anlaşmaya vardı. Enerji Ajansı ile koordinasyon ve işbirliği içinde oldu. Ve daha sonra dondurulmuş İran fonlarının serbest bırakılmasını sağladı. Donald Trump bu anlaşmayı reddetti ve seçim programına koydu. Politikacıların yanı sıra geniş bir seçmen kitlesinin desteğini kazandı. İran ile anlaşmaya katılan ülkeler, ABD Başkanı’na rağmen anlaşmayı devam ettirmede istekli davrandı. Bu topluluk anlaşmayı İran’ın nükleer faaliyetini sekiz yıl boyunca kısıtlayan bir adım olarak görüyordu. Sonrasında da anlaşmanın yenilenebileceğini düşünüyordu. Zira Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) İran’ın programlarını aktif olarak takip ediyordu. Trump Tahran’a yaptırım savaşını ilan edince Avrupa buna karşı çıktı ve muhalif sesini hemen yükseltti. ABD ise görüş ayrılığına düştüğü iki noktayı bu yaptırımlara ekledi: İran’ın füze programı ve bölgedeki askeri, siyasi ve mezhep merkezli faaliyetleri. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, AB’nin dış politika temsilcisi Bayan Mogherini’nin yanı sıra Avrupa’nın siyasi sözcüsü rolünü üstlendi. Ancak Tahran ile anlaşmaya katkıda bulunan bu topluluk, İran’a karşı kapsamlı ve şiddetli yaptırımlar öngören ABD politikası karşısında geri adım atmak durumunda kaldı. Zira bu yaptırımları ihlal eden herkes, yaptırımların kapsamına girme tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.

İran, tarafsız bir siyasi yaklaşımı elde etmek ve büyük çaplı ekonomik güçsüzlüğünü önleyebilecek bir çözüme ulaşmak için Avrupa ülkelerinin esnek tutumlarını bir fırsat olarak görebilirdi. Zira bu ekonomik güçsüzlük kendi halkında ciddi bir hoşnutsuzluk, dışarıdaki milislerine yaptığı yardımda da zayıflık meydana getirmişti. Peki, İran ne yaptı? ABD’yle olan krizinin Avrupa ve ABD arasındaki ilişkiyi kesen bir kamaya dönüşeceğini zannetti ve böylece bir kuruntu bataklığına saplanıp kaldı. ABD ve Avrupalı güçler arasındaki çıkarlar oldukça güçlü ve derindir; hiçbir kama bunu parçalayamaz. Tahran, İran muhalefetinin düzenlediği konferansı patlatmak için diplomatik kimliğe sahip kimseleri Fransız başkentine gönderdiğinde aslında kendi kendini vurmuş oldu. Ardından Bab’ül Mendeb ve Hürmüz Boğazı’ndaki petrol taşıma hatlarını kapatmakla tehdit etti. Petrol silahı gelişigüzel kullanılamaz, kendine has teknikleri vardır. Kendi sahip olduğun petrolü istediğin kişilere verebilir, istemediğin kişilere ise vermeyebilirsin,. Fakat başkalarının petrolünün tüketiciye ulaşmasını engellemek, dünya ile savaşa girmek demektir. Araplar petrol silahını “Ekim”( 1973 Arap-İsrail Savaşı) savaşında kullandı. Çünkü bu onların zenginlikleriydi. Başkalarının petrolünün tüketicilere ulaşmasını engellemediler. Yani iki durum arasında ciddi farklar vardır.

İran liderliği kuruntular balonundan çıkmazsa, yaptırımlara uymayan yabancı şirketlere kadar uzanan kapsamlı ABD yaptırımları başlamadan önce krize diplomatik bir çözüm bulmak için çalışan tarafları kaybedecek. Uluslararası etkin aktörleri kullanarak çözüme kapı aralayabilirler. Siyasetin de mevsimleri vardır ancak genellikle çok kısadır. Bazıları kendilerinin her şeyi ortadan ayırabilen keskin bir kama olduğu kuruntusuna kapılabilir. Belki de kendisi küçük bir saman çöpünden veya bir yumurta kabuğundan ibarettir.