Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İran çöküyor: Bir sonraki Halkın Mücahitleri Kongresi Tahran’da mı? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

İran rejimi, çirkin eylemleri ve kötü niyetleri ile tanınır. Arap dünyasını 1979 Humeyni devriminden önce ve sonra, sürekli olarak hedef almasından dolayı bu bölgede yaşanan tüm acıların da sebebidir.

Tahran, problemli bu bölgede meydana gelen her yeni gelişmeyi siyasi ve haber bakımından kontrol etmeye başlamış, iki Arap devleti Irak ve Suriye’yi fiili olarak işgal ederek bu problemlerin daha da artmasına neden olmuştur. Bununla yetinmeyen İran, Yemen ile Lübnan’a hâkim olmaya çalışmış, Libya, Kuzey Afrika ve tüm Arap Körfez ülkelerine sızmak için büyük bir çaba sarf etmiştir. Bu alanda sürekli tekrar edilmiş olsa da hatırlatmakta fayda var, zira bazı üst düzey Arap yetkililer bir konuda defalarca uyarılarını yapmışlardı, o da; İran’ın 15 yıldan uzun bir süre önce, bir tarafı Yemen Babu’l Mendeb’ten başlayan, diğer tarafı Akdeniz kıyıları üzerinden devam edip Lübnan’da biten “Şii Hilali”ni kurma hedefini gerçekleştirme sadedinde olduğunu ilan etmiş olmasıdır. Gerçek şu ki, Suudi Arabistan ve Arap koalisyonu Husilerin –Ali Abdullah Salih de onlarla beraber hareket etmiştir- meşru Yemen hükümetine karşı yaptıkları darbeyi engellememiş olsaydı, İran bu hedefini neredeyse gerçekleştirmiş olacaktı.

Kesin olarak kanıtlanmış, herkesin bildiği ve tarafsız olan herkesin kabul edeceği bir konu var ki, İran’ı da içine alan “Direniş Hattı” devletleri olarak isimlendirilen, özellikle İran Devrim Muhafızları’nın, Irak, Suriye, Lübnan ve Husileri de ısrarla dâhil ettikleri bir olgu var. Bu kötülük cumhuriyeti, terör örgütlerine her türlü desteği vermekte, hatta bizzat kendisi onlarla beraber hareket etmektedir. El Kaide’nin yeşerip büyümesinde rol oynamıştır. Aynı durum Afgan Talibanı için de geçerlidir. İran Devrim Muhafızları DEAŞ’ı kendi emellerine hizmet eden aktif ana aktörlerden biri olarak nitelemişlerdir. İran “Molla” devletinin artık “Kâğıttan Kaplan”a dönüştüğünü delilleriyle ispat etmeden önce şunu kesinlikle vurgulamalıyız ki, bu ülkenin çöküşü, tüm etnik grupları, partileri ve örgütleri içerisine alan büyük İran halkının elleriyle gerçekleşecek. Bunların ön cephesinde, eski Şah rejimi ile kırk yılı aşkın bir süre mücadele ettikten sonra bu rejim ile de mücadele eden “Halkın Mücahitleri Örgütü” ve onunla beraber hareket eden İran Direniş Konseyi var.

“Mollaların” bu halk direnişini ve ayaklanmasını tepelerinde hissetmeye başladıkları, inkârı mümkün olmayan bir gerçektir. Bu direniş hala büyük bir kararlılıkla devam etmektedir. Çarşıları ve pazarlarıyla yükselen bu devrimin başlangıç noktası olarak görülmeyi hak eden başkent Tahran’a ek olarak, kuzeyden güneye tüm İran şehirlerini de sarmış olup Pakistan, Afganistan ve batıda Irak sınırına yakın Ahvaz bölgesine kadar dayanmıştır.

Son 40 yıldan önce de var olan bu yeni ayaklanmanın kendiliğinden ve ani gelişen bir ayaklanma olması hiçbir şekilde ayıp olmadığı gibi bir kusur da değildir. Ama bu ayaklanma aslında öyle değil, zira İran direnişi, “Halkın Mücahitleri Örgütü” ve sürekli temas halinde olunan diğer ulusal örgütler tarafından en küçük detaylarına kadar hem içeride hem de dışarıda iyi planlanmış, organize edilmiş ve koordine edilmiş bir ayaklanmadır.

Hem kendilerinin hem de rejimlerinin sonunun geldiği gören ve bundan dolayı da panikleyen İran rejiminin mollaları bu ayaklanmanın arkasında dış güçlerin olduğunu söylediler ve söylemeye de devam ediyorlar. Kendileri ve bu meseleleri takip edenler çok iyi biliyorlar ki bu gerçek bir devrimdir. Devrimin yanında, arkasında ve hatta önünde İran içindeki aktif güçler var. Bu durum, bu ayaklanmanın zafer kazanılana dek durmayacağı anlamına gelir ve “Beklenen yarın, bekleyen için uzak değildir! Bunun gerçekleşmesi baskı ve zulüm yıllarına veda edilmesi anlamına gelecektir. Arapların içişlerine müdahale edilemeyecektir. Arap-İran kardeşliği büyük bir insani uygarlığın gerçekleştirildiği o dönemlere geri dönecektir. Küresel medeniyetlerin en parlağı olan bu medeniyetin, yeniden tarih sahnesine çıkması çok da uzak değildir.

Meselenin Sünni-Şii çatışması olmadığı, molla rejiminin Arap iç işlerine karıştığı ve işgalini bu Arap ülkelerine kadar genişlettiği kesin olarak kanıtlanmıştır. Mezhep maskesi kullanarak ecelinin geldiğini müjdeleyen kendi krizlerini dışarı ihraç ediyor. Fakat bu yüce ayaklanma, bunun başarılı olamayacağını ve yalan söylemenin de bu gerçekleri örtemeyeceğini göstermektedir. Sadece doğruları söylemek gerekir, zira Hesaplaşma ve cezalandırma anının geldiği kaçınılmaz bir gerçek olarak duruyor.

10 gün önce Paris’te gerçekleşen İran Direnişi Konferansına dünyanın dört bir yanından yaklaşık 250 bin İranlı katıldı. Kendi ülkelerinde önemli roller oynamış seçkin kişiler de dâhil olmak üzere çok sayıda taraftar ve destekçi iştirak etti. İran halkının zaferinin yakın olduğu ve hiç mübalağasız bir sonraki konferansın Tahran’da olabileceği vurgulandı. Bu otoriter ve gerici rejimin sonu gelmiştir. Bundan şüphe duyan herkes tarihin seyrini tekrar incelemelidir. Sonsuza dek süreceği zannedilen birçok güçlü rejim ve zorba imparatorluk yıkılmıştır.

Bunun ilk göstergesi bu konferans ya da buluşmanın önceki konferanslar gibi olmamasıdır. İran Ulusal Direniş Konseyi’nin lideri ve kurucusu olan Mesud Recavi’nin öldürülmediği ve ortadan kaldırılmadığı resmen ilan edildi. Molla rejimi ve onun mezhepçi alkışçıları onun öldüğünü iddia etmişlerdi. O hala çalışmalarının başında ve liderlik pozisyonunda aktif bir şekilde bulunuyor. Onun dava arkadaşlarının birçoğu, bu yeni ayaklanmaya öncülük eden kişilerdir ki, yıkılması yakın bu otoriter ve gerici rejimi sarsmışlardır.

Bu ilk göstergedir, ikinci gösterge ise, ilk defa İran direnişinin kararlı olduğunun ilan edilmesidir. İranlı aktörler bu rejimi devirmek için bütün güçlerini ve eğilimlerini birleştirdiler ve geniş bir cephenin kurulması yolunda çok yol kat ettiler. Askeri kuvvet ve silahlı mücadele de dâhil olmak üzere, birbirini izleyen kitlesel hareketler meydana getirdiler. Bu kara bulutun kaldırılması konusunda çıkarı olan her bir kişi bütün araçları kullanarak bu inisiyatifi desteklemelidir.

Üçüncü gösterge, Amerikalıların önceki pozisyonlarını ve kararlarını yeniden gözden geçirmeleridir. Artık onlar “Halkın Mücahitleri Örgütü” nü terör örgütü olarak görmüyorlar. İran direnişinin lideri Meryem Recavi’nin ABD’deki üst düzey yetkililerle görüşmek üzere Washington’u ziyaret etmeye davet edilmesi, niyetlerinin ciddiyetine işaret etmektedir.

Bütün bunlara dayanarak söyleyebiliriz ki, “Tahran mollaları” öfkelerini kontrol edemez hale geldiler. Bu yeni ayaklanmaya karşı İran içinde gösterilen sert tepkiye ilave olarak, bir dizi suikast ve bomba timi oluşturdular. Bunların bir kısmı birçok Avrupa ülkesinde yakalanıp tutuklandı. Yıkılması yakın olan İran rejiminde panik ve korku yaratan son Paris konferansını hedef alacaklardı.

Hamaney’in İran’ı gerçekten çıkmaz bir yola girdi. Bu bölgedeki denklemlerin sarsıldığı bir dönemde Barak Obama ile imzalanan “nükleer anlaşma” ile ilgili fırtınalar kopartmak suretiyle bu büyük kazanımın gelişini geciktirmek istiyor. Gerçeğin vaktinin kaçınılmaz olarak geleceğini biliyorlar. “Tahran Pazarı” olarak isimlendirilen “İran Devrimi ”Humeyni’yi yakın ve uzak sürgünlerden geri döndürerek İran halkına büyük haklar verdirecektir. Bu haklardan biri de insanların kendi kaderlerini belirlemeleri, ülkelerini yeniden inşa etmeleridir. Nesillerin geleceği hakkındaki tüm bu saçma manipülasyonlara son verilmesi de bu haklardan biridir.

Artık solmak/çökmek üzere olan şeyleri “yama” ile canlandırma imkânı yoktur. Kırk yıllık adaletsizlik, karanlık ve birçok iç ve dış savaş bu büyük patlamayı ateşledi. Değişim devrimi başladı ve tüm İran halkı bu gerçeği fark etti. Bu geri kalmış rejimi biraz daha yaşatmak için tüm bu dış müdahaleleri tasarlayan rejim güçleri kaçınılmaz sona engel olamayacaklar. Beklenen yarın, bekleyen için uzak değildir!